Neredesin Hey Hoşgörü?

Özellikle siyaset düzleminde giderek artan hoşgörüsüzlük, diyalog kapılarını kapatan ve ülkemizi yeniden kriz ve kaosların içine doğru sürükleyen boyutlara ulaştı.

Hâlbuki hoşgörü, demokrasinin önemli bir derinliğini teşkil eder. Ne ibret vericidir ki, hoşgörüye tahammülü olmayanlar, bir taraftan demokrasiden bahsederken, diğer taraftan demokrasiyi besleyen en önemli kaynağı kurutmaya çalışıyorlar. Demokrasi savunuculuğu ile demokratlık arasındaki fark da burada. Demokrat, hoşgörüyü ve diyaloğu, dolayısıyla uzlaşmayı, uzlaşmacı olmayı karakteri haline getirmiş kişi demektir.

Hoşgörü bir fantezi, günün modası ya da havanda su dövmek değildir. Hoşgörü, hem de temel hastalıklarımız için bir reçete, temel problemlerimizin çözümü için tılsımlı bir anahtar, geleceğimiz adına en tesirli silahtır.

Parti içi demokrasiyi de, parlamenter demokrasiyi de, AB üyelik sürecindeki yürüyüşü de hoşgörüyü ve uzlaşma kültürünü hakim kılmadan gerçekleştiremezsiniz.

Önümüzü kesmesi muhtemel Türk-Kürt, Sünni-Alevi, laik-dindar ayrılıklarını, hoşgörüyü hakim kılmadan çözemezsiniz.

Ama nasıl bir hoşgörü? Bundan on yıl önce muhterem Fethullah Gülen öyle bir tarif vermiş ki, bu ölçüde hoşgörülü olma, tam da bugün millet olarak, insanlık olarak ihtiyaç duyduğumuz bir kahramanlıktır:

Kusurlara göz yumma, farklı düşüncelere saygı gösterme, affedebileceğimiz her şeyi affetme, paylaşılması mümkün olmayan en kaba fikirler, en hoyrat düşünceler karşısında dahi, peygamberâne bir temkinle, feverâna kapılmadan, Kur'an'ın, kalplere nüfuz etme adına "kavl-i leyyin" unvanıyla sunduğu, kalb-i leyyin, hâl-i leyyin, tavr-ı leyyin diyebileceğimiz yumuşaklıkla mukabelede bulunma, hatta bir kısım muhalif düşünceleri dahi, bize doğrudan doğruya veya çağrışımlarıyla bir şeyler anlatmasalar bile, sırf kalbî, ruhî ve vicdanî hayatımızı sık sık tamir ve restorasyona zorlamaları itibarıyla yararlı bulma enginliğinde bir hoşgörü...

Liderler, yöneticiler bu enginlikte bir hoşgörü sahibi olmadıkça, bu manada en kısa sürede bir arınmadan geçmedikçe Türkiye'yi bekleyen maalesef sadece ve sadece çatışma, kriz ve kaostur.

Hele dindar insanların hoşgörüsüzlüğünü anlamak mümkün değildir. Hazreti Musa ve kardeşi Hazreti Harun, kendilerine senelerce tepeden bakan, İsrail Oğulları'na Mısır'ı dar eden ve yüce Yaratıcı'ya açıkça şirk koşacak kadar kibirli olan Firavun'a giderlerken, Cenab-ı Hak; "Ona tatlı, yumuşak bir tarzda hitap edin. Umulur ki aklını başına alıp düşünür, öğüt dinler yahut hiç değilse biraz çekinir." (Tâ Hâ, 20/44) demiş; yumuşak bir üslup kullanmalarını, güzel sözler söylemelerini ve tatlı tatlı konuşmalarını emretmişti. Günümüz mü'minleri neden muhataplarını yumuşatma, bir diyalog imkânı bulma, onları düşünmeye davet etme adına hoşgörülü olamıyorlar? En yakın dairedeki arkadaşlarına, birlikte yürüdüklerine asgari ilgiyi, hoşgörüyü göstermiyorlar, gösteremiyorlar ve onların başka yerlere sürüklenmelerine seyirci kalıyorlar? Yazmadan edemeyeceğim; Ahmet Taşgetiren küstürülecek bir insan mıdır? Dün sövüp sayanlara gösterilen "hoşgörü", Taşgetiren'den neden esirgeniyor?

Denge ve ölçü adına, sorumluluğu olanlara, önde bulunanlara, bir daha düşünme, hoşgörüyü yeniden keşfetme adına bu yazı bir davettir. Dilerim son davet olur...