Erdoğan, ananas, tespih

“Batıracak diyorlar. Halbuki Bank Asya çoktan battı bile.” Cumhurbaşkanı’nın ağzına bu sözler yakışıyor mu? Tayyip Erdoğan, TÜSİAD’daki toplantıda, Bank Asya’yı hedef aldı ve battığını ilân etti. Birilerinin Erdoğan’a “Kendine gel” demesi lâzım. Ya Çankaya danışmanları ya bizzat Başbakan Ahmet Davutoğlu onunla konuşsun. Yasaları çiğnediğini, bu gibi beyanların, kucaklayıcı olması gereken Çankaya’ya yakışmadığını hatırlatsın. Ama galiba kimse cesaret edemiyor.

Erdoğan, TÜSİAD’da, makamıyla bağdaşmayan, yakışmayan başka şeyler de söyledi. Sabah Gazetesi, çok beğenmiş olacak ki, o cümleyi manşetine taşıdı: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan TÜSİAD’a sitem: Ananasta, tespihte ağzınızı açmadınız.”

15 Ocak 2014’te Fethullah Gülen’e ait tapeler ortaya çıkınca, “ananas” kelimesinin “rüşvet” anlamında kullanıldığı ileri sürülmüştü. Gülen, kendisine yakın biriyle görüşüyordu. O kişi, Uganda’dan ananas geldiğini ve Mustafa Koç dahil bazı işadamlarına gönderdiğini söylüyordu. Yandaş basın “Kod adı: Ananas” diye kıyamet kopardı. Sanki Koç ile Gülen arasında bir rüşvet alışverişi var havası yaratıldı. Neyin rüşvetiydi? Kim, kime, nasıl bir hizmet vermişti? Ananası, Cemaat, Mustafa Koç’a gönderdiğine göre Cemaat’in Koç’tan bir beklentisi olması gerekiyordu. Oysa “Kod adı: Ananas” diye yazanlar, Koç’un Uganda’dan bir rafineri işi alacağını da ilâve etmişlerdi. Bu nasıl tersine işleyen bir alışveriş çarkıydı ki, Cemaat’in yardımıyla rafineri inşa etmek isteyen işadamına, Gülen, “bonus olarak” bir kutu ananas ve tespih gönderiyordu!

Bu çelişkiye rağmen Erdoğan, TÜSİAD’daki işadamlarına sordu: “Ananasta, tespihte ağzınızı neden açmadınız?”

17 ve 25 Aralık yolsuzluklarında suskun kalan büyük iş adamları, Koç’a, tespih ve ananasın mı hesabını soracaktı? Bir yandan kutuplaşma ve gerginlikten kaçmak gerekir deniliyor, bir yandan iftiralar devam ediyor.

HSYK seçimleri ve Cemaatçi adaylar

Erdoğan Cemaat’e öfkeli… Öfkeli çünkü AK Parti tabanına hitap eden Cemaat’e yakın medya sıkı bir muhalefet yapıyor. Tehdide boyun eğmiyorlar.

Erdoğan da yolsuzluğu takip eden savcı ve polislerin Cemaat’le ilişkisi olmadığını biliyor. İsimler üzerinden değerlendirelim: Savcı Zekeriya Öz, Celal Kara, Muammer Akkaş veyahut eski Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı… 17 Aralık’tan önce bu isimlere “Cemaatçi kadrolaşma” iddiaları arasında rastlamış mıydınız? 2008 yılında Ergenekon operasyonları başlayıp, Muzaffer Tekin, Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz vs. tutuklanınca, Aydınlık Gazetesi “Poliste Cemaatçi kadrolaşma” diye 57 kişilik bir liste yayınladı. Bu tartışma ilk defa o zaman başladı. (Aslında 1990’lı yılların başından beri Emniyet’te Fethullahçı örgütlenmeden söz ediliyordu ama tamamen farklı isimler söz konusuydu. Meselâ o tarihte Hanefi Avcı ya da Adil Serdar Saçan da Cemaatçi listesinde yer alıyordu. Gerekli idari ve adli incelemelerden sonra, bu iddialar delillendirilemedi ve o polisler aklandı. NI) Daha sonra, Ergenekon ve Balyoz sanıkları, belgelerin bir kısmının Cemaatçi polisler tarafından sahte olarak hazırlandığını ileri sürmek suretiyle kendilerini savundular. Hâkim ya da savcılar arasında Cemaatçi kadrolaşmadan söz edilmiyordu. Sadece, usul hataları ya da haksız kararlar gündeme getiriliyordu. Siz, hiç, Balyoz kararını veren 10. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Ömer Diken için “Cemaatçi” denildiğini duydunuz mu? Zaten, Diken’in mesleğe giriş tarihi çok eski. Yıllarca Yargıtay’da çalışmış, sonra Ağır Ceza Mahkemesi hâkimliklerinde bulunmuş. Balyoz’u onayan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Başkanı Ekrem Ertuğrul, 2003 yılında (eski HSYK tarafından) Yargıtay üyeliğine seçilmiş. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin üyelerinden biri 15 yıldır, biri de 12 yıldır Yargıtay tetkik hâkimliği yapıyordu. Mesleğe girişleri ise 1990’lı yıllar. Örnekleri çoğaltmak mümkün…

12 Ekim’de HSYK seçimleri var. 17 Aralık ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonları sebebiyle ortaya atılan “Cemaatçi kadrolar” söylemi yeniden hız kazandı. Hatta bazı iyi niyetli kişiler bile bu tuzağa düşüyor. “HSYK seçimlerinde ne Cemaat ne de iktidar kazanmalı” diyebiliyor. 17 Aralık 2013’ten beri şu ya da bu savcının/hâkimin “Gülenci” olduğuna ve onun direktiflerine göre hareket ettiğine dair tek bir delil görmedim. Bir gölge boksu gibi, kendi kadrolaşmasının önünü açmak maksadıyla, hedefe hayali Cemaatçiler oturtuluyor. Hükümetin kanatları altında ve himayesiyle oluşan Yargıda Birlik Platformu, YARSAV listesinde bile Fethullahçılar’ın olduğunu ileri sürebiliyor ya da bazı bağımsız adaylar hakkında “Gülen’in adamı” söylentisini çıkarıyorlar.

HSYK seçimleri “ne Cemaatçi ne hükümet yanlısı” şablonuyla düşünülmemeli. Hayali bir tehlike, somut bir tehlikeyle dengelenemez. Somut tehlike, HSYK’nın, hükümet, yani Yürütme tarafından ele geçirilmesi, aynı Sulh Ceza hâkimliklerinde görüldüğü gibi Çankaya’nın emrinde bir yargı oluşturulmasıdır.