10 Yetele himmet!

İnsanın hiç bilmediği, işinin olmadığı, anlamadığı alanlara dalmak, hakikaten kendini komik ötesi durumlara düşürebiliyor. Hatta bazı zamanlar, mevzu o kadar vahim boyutlara ulaşıyor ki, gülmeyi bırakıp acımaya başlıyorsunuz.

Bu işin kurbanlarına mı, kurgulayanların zekâlarına mı, yoksa her türlü zokayı dünden yemeye hazır ağzı açık müşteri kitlesinin saftirikliğine mi 'vah vah' edeceğinizi şaşırıyorsunuz.

Meslekte 25 yıla yakın bir zamanı geride çıkarmış gazeteci olarak Ahmet Şık ismini malum süreç öncesinde hiç duymamış olmayı, kendi ayıbım olarak bildim hep. Nokta dergisinde yayımlanan günlüklerin uzun süre kendisine mal edilmesine pek ses çıkarmaması, bir önceki kitabına verdiği isim ve kitabın internete düşen farklı edisyonlarındaki -meslekî açıdan- içler acısı durum, açıkçası yazdıklarını ciddiye almama hep engel oldu.

Ne ki bana göre mağdur edildi Şık. Yazdıklarından dolayı tutuklanması ya da öyle bir hava oluşturulması her ne kadar daha büyük ve 'alengirli' bir kurgunun parçası gibi görünse de, nihayetinde yazdıklarından dolayı uzun süre özgürlüğünden edildi bence. Onun üzerinden yürütülen 'Dokunan yanar' kampanyasının farklı boy ve çaptaki derinliği kanaatimce üzerinde ciddi araştırma isteyen bir yön. Açıkçası kitabı ve bu konunun ufunetli boyutu üzerine yazı yazmak isteyenlerin de elini kolunu bağladı bu tutukluluk süreci. Nihayetinde mağdur bir meslektaş vardı ve her şeyi bir kenara bırakıp bu konuda kalem oynatmak bir süre sonra insafsızlık gibi algılanacak ve hiç de etik olmayacaktı. Bu anlamda en az Şık kadar, onu ve kitabını eleştirmek isteyenlerin de elini kolunu bağlamıştı o süreç.

Şık'ın özgür kaldığı gün kendisine uzatılan mikrofonlara söyledikleri, bir gazeteciden başka birinin ağzından çıkan cümleler olarak arşivlerdeki yerini aldı. Ve ben işin mangalda kül bırakmayan, atıp tutulan boyutundan başka bir yerdeydim. O içerdeyken meseleyi kampanyaya dönüştürenlerin samimiyetini test etmek imkânı doğmuştu. Diyelim ki, önceden bizim gibi hiçbir ulusalcı yazar, çizer patron tayfası da tanımıyordu Ahmet Şık'ı. Ya çıktıktan sonra? Hadi Cumhuriyet'ten umudu kestik, en azından Sözcü, Aydınlık ve Birgün gibi fraksiyonel türevlerinin ona iş verme sırasına girmesi gerekmiyor muydu?

'Savaş yeni başladı' nevinden bir şeyler söylemişti Şık. Kimin adına, hangi bağlamda dediğini pek anlamamış olsam da yeni bir kitapla malum kitleyi pek memnun eden bir adım daha atmış. Yazdığı ama kimsenin okumadığı için 'Ergenekon' hakkında zannettiği kitabının kalibrasyonunu Taraf yazarı Orhan Miroğlu'nun yazılarında okuduktan sonra okumaya değer bulmamıştım. Bülent Korucu'nun kitap ile ilgili yazısını okuduğumda da yanılmadığımı bir kez daha anladım. Bildik yöntem, klasik saldırı türü. Nefret şebekesinin kendini hiç geliştirmemesi sevindirici mi, üzücü mü bilemiyorum ama insan 'belge' diye sarıldığı şeyleri daha özenli hazırlamaz mı en azından?

Cemaat aleyhine kalem oynatanlara samimi bir not ile bitireyim. Bizim oralarda bir laf vardır; 'Isparta'da halı dokunduğunu öğrenmiş ama enine mi boyuna mı onu bilmiyor' derler. Saldırı ve hedef göstermeye odaklanmışken kullandıkları terminolojik kavramları biraz daha çalışmalılar. Bugün bu işi yapanların selefleri vaktiyle kitaplarında 'Evvabin' namazına 'Ebabil namazları' filan diyerek kendilerini komik durumlara düşürmüşlerdi. Böyle himmet, gayret, saffet filan türü klişe suçlamalar boca ederken, en azından minik bir soruşturma yapın, araştırın, öğrenin. Himmet nedir, 10 YTL karşılığı nedir, yenir mi, içilir mi vs...

Yoksa meseleye vâkıf kişiler için zerre kadar kıymet-i harbiye ifade etmeyen komik ötesi durumlara düşersiniz. Hani, eğer amaç bu işten biraz gelir elde etmekse, o da pek mümkün olmaz. Himmet olsa verilmez yani!