Cemaat çözüm sürecine karşı mı?

Cemaat çözüm sürecine karşı mı?

“Cemaat çözüm sürecine karşı” iddiası havuz medyasının sıklıkla gündeme getirdiği bir meseledir, meydana gelecek olumsuzlukları Cemaat’e mal etme hedefini taşımaktadır.

Çözüm sürecini başlatan iktidardır. Daha doğrusu iktidarın çok dar bir kadro ile yürüttüğü ve devlet birimlerinden ilgili olanların bile bilgi sahibi olmadığı bir süreçtir. Burada işlerin nasıl yürüğünü bilememenin endişesini ifade edenleri (ki Genel Kurmay Başkanı da “bilgim yok” demiştir) ikna etme yerine; “sürece karşılar” deyip düşmanlaştırmaları endişe vericidir. Ayrıca çözüm süreci ile ilgili kaygı ve endişelerini sadece Cemaat dile getirmemiş; siyasi partiler, akademisyenler, köşe yazarları, diğer sivil kuruluşlar ve hatta akil adamlar da endişelerini paylaşmışlardır.

Hizmet hareketi çözüm sürecine karşı olmak şöyle dursun tam tersine yıllardır çözüm önerileri sunmaktadır. Özellikle Kürtçenin okullarda okutulmasından tutun, eğitimde pozitif ayrımcılık yapılmasına kadar birçok öneri getirmiştir. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu mevzuuyla ilgili teklifleri ve projeleri sorun çözmeye yönelik olmuştur. Özellikle sohbetlerinde “Sulhta hayır vardır” diyerek sulhun önemine çokça vurgu yapmıştır.

Mevzuyu çeşitli zamanlarda yapılmış röportajlardan alıntılayarak açalım:

Devlet, üzülerek arz edeyim, hani askeriyenin yaptığı şey oldu, onunla kaldı. Aslında bu mevzuda ciddi bir politikaları olamadı veya politikalar takip edemedi. Yakın takibe alamadı, öğretmenini koruyamadı, eğitimcisini koruyamadı, çokça okul açamadı, okulları avantajlı kılamadı, onlara bir hususiyet tanıyamadı. Mesela özel okullardan veyahut da Anadolu liselerinden üniversiteye girerken talebelerden üniversiteye yerleştirme merkezi 2-3 puan kırıyor. Güneydoğu’daki insanlara da 3 puan verirdiniz, olur biterdi. Bunların hepsi olabilirdi. (Zaman, Ali Aslan, Terör Hakkında Gülen’le Röportaj, 3 Eylül 1997)

24 Ekim 2011 tarihli Bamteli sohbetinde ise bölge halkının problemlerinin çözümü konusunda ciddi teklifler sunuyordu:

Ümitsizliğe kapılmamalı; ama bugüne kadar ihmal edilmiş tedbirler var: Keşke, o bölgeye gönderilen muallimler, bugün dünyanın dört bir tarafına ciddi fedakârlıklarla hicret eden gönüllüler gibi, dönmemek, orada ölmek ve oraya gömülmek üzere gitselerdi. Keşke o halkın karakterini çok iyi bilen, çok ciddi bir empati mülahazasıyla onları doğru okuyan ve ona göre muamelede bulunan vaizler gönderebilseydik. Keşke her köye olmasa bile birkaç tanesine bir sağlık memuru, pratisyen hekim gönderebilseydik de okullardaki sağlık derslerini onlar verseler; hem mesleklerini icra etme yoluyla hem de okuttukları çocuklar vesilesiyle ailelerin içine girseler ve kendilerini ifade etselerdi. Keşke halkı öyle kucaklayabilecek adliyeden insanlar ve mülkiye memurları gönderebilseydik. Keşke evleri teker teker gezip toplumun dertlerini dinleyen ve güvenin teminatı olan emniyet memurları gönderebilseydik. Böylece başkalarının halkı idlal etmesine fırsat vermeyecek şekilde bütün sızma kanallarını kapatsaydık. Otuz sene değil, on sene evvel bile ülkeyi idare edenlerin aklı bu işe erseydi ve bunlar bugüne kadar gerektiği ölçüde yapılabilseydi, bugün o problemler kökünden kurutulamasa da en aza indirilmiş olacaktı.

Fethullah Gülen Hocaefendi, gazeteci Mehmet Gündem’in “Fethullah Gülen ile 11 Gün” kitabında ise bölgenin kalkınması için eğitimin şart olduğunu söylüyordu.

Devlet son zamanlarda kalkınmada öncelikli yerler adı altında oralara bir kısım avantajlar tanıdı. Devlet bu konuda daha ciddi adımlar atmalı. O bölge mutlaka kalkınmalı, imrenilir bir bölge hale gelmeli. Güneydoğu'yu öylesine mamur haline getirelim ki, herkes halinden memnun olsun. Batı'ya doğru göçün önü alınsın. Başkalarından önce biz yatırımlar yapalım ve orayı bir cennete çevirelim. Eski Mezopotamya gibi olsun, yeniden bir medeniyet merkezi haline gelsin. […] Bu, bizim basiretli devlet adamlarımızın çözmesi gereken bir problemdir. Sivil kuruluşlar bölgeye gidip hemen hemen her şehirde okullar açtılar. Açılan bu okullar sayesinde gençler okumaya yöneldi...

Başka bir sohbetinde ise şunları dile getirmiştir:

Çözüm süreci daha başlamadan, fakir, anadilde eğitim hakkında kanaatimi ifade etmiştim. Bir türlü adım atılmadı. Hâlâ sürüncemede. Bir an evvel Kürtçe eğitim verebilecek kabiliyette öğretmenler yetiştirilmeli. Bu, halkın istemesiyle olacak bir iş değil. Devletin adım atması lazım. Bu adımları atarken de söz, tavır ve davranışlarımızda lütfedici imajı uyarmaktan uzak durmalı. O bölge, tarih boyunca medeniyetlere beşiklik yapmış, çok zeki insanları barındırmış. Türkiye, bunu yaparken Kürt vatandaşlarına gerekli hak ve hürriyetleri tanımanın yanında diğer coğrafyalarda yaşayan Kürtlere de yardım elini uzatmaktan geri durmamalı. O insanlarla da kültürel ve tarihî bağlar yeniden kuvvetlendirilmeli, kopmaz hale getirilmeli. Bizim üç temel problemimiz var: Cehalet, fakirlik ve tefrika. Bunların hasıl ettiği ümitsizlik; hile, aldatma, karşılıklı güvensizlik gibi meseleler ortada. Bunları ifade ettikten sonra, bir mümin sulhun yanında olur. Sulhun gerektirdiği tavırları takınır. Orada teraküm etmiş, birikmiş problemler var. Bunlar her defasında silahla çözülmeye kalkıldı. Böyle olunca da katlanarak büyüdü. Şimdi bir sulh ve sükûn süreci var. Bozmamak lazım. Bu, her iki taraf için de düşmanlıkları unutma ve hataları gözden geçirme için iyi bir fırsat. Sulh ve sükûn sürecini bozmamak lazım, uzlaşma bölgenin tamamını kapsamalı.