Aktüel'de Necdet Açan'la

Necdet Açan: Son konuşmalarınızdan birinde ölümü özlediğinizi söylemiştiniz. Uzun süredir inzivada yaşıyorsunuz; bu böyle bir şeye hazırlık mı yoksa bir kırgınlık ve küskünlük hali mi?

Fethullah Gülen: O günkü ifadelerimle ölüm arzusu sevgiliye kavuşma olarak yorumlanabilir. Allah'a Resulullah'a kavuşmak istiyorsun, arzuluyorsun. 'Sen dünyada onlardan uzak mıydın, yalnız mıydın,inanmıyor muydun' derlerse, ona ne derim gibi endişelerim de var. O açıdan öbür tarafa gitme arzusu denmeyebilir. Ancak sizin işaret buyurduğunuz hususların hepsi söz konusu olabilir.

Temelde ruhumda o inziva arzusu vardır. O'nunla münasebet içerisinde olma, kendi vicdanım içerisinde O'nunla diyalog içerisinde olma yollarını araştırma. Bana nasıl tecelli edecek, nasıl doğacak? Şimdiye kadar öyle bir tecelliye mazhariyetimi söyleyemem ama hep arayış içerisinde olduğumu söyleyebilirim.

İkincisi; bazı kimseler şöyle veya böyle ortaya çıkınca az önde görününce, ismimizden bahsedilince rahatsızlık izhar etmeye başladı.

Millete mal olmuş bazı hizmetler ve bir hareket var. İçinde benim çok fazla dahlim yok. Bir dönem cami kürsüsünde, başka platformlarda, komünizm Rusya'da dağılınca gidin orada iş yapın, eğitim müesseseleri açın dedim. Fakirlikle ve cehaletle mücadele Türkiye'nin en büyük problemidir. Cumhuriyetten bu yana bunlarla mücadele edilmiştir. Ve milletimiz paramparçadır. Bu kristallerin bir araya getirilip yeniden bir gerdanlık haline sokulmasının gereğine ve zaruretine inanıyorum. Hiç kimse bunlara karşı çıkamaz. Bunları anlattım. Fakat gördüm ki, temelde zaruret ve lüzumuna inanıldığı halde camiden gelme bir insanın, Diyanet'te çalışmış bir insanın bu meseleleri yapması bazılarını rahatsız ediyor.

NA: Siz cemaat yerine fikir hareketi ya da cemiyet sözcüğünü tercih ediyorsunuz. Cemiyetleşme sürecinde nereye geldiniz, nasıl devam edecek?

FG: Bu benimle başlamış bir mesele değil. Peygamber Efendimiz kaynaklıdır. Fakirlikle mücadele gibi. Bir kere aşağılık duygusundan sıyrılmamız lazım. Türkiye insanı okusa bile büyük iş yapamaz, gibi bir fikrin içine girmişiz. Bunu yıkmamız lazım. Niye bizim milletten bir ilim adamı, araştırmacı çıkmasın?

Bu yönüyle bu duygularımı, bu düşüncelerimi eğitime önem vermek mülahazası başlığı altında, cami kürsülerinden oturup konuştuğum değişik mahfillere kadar her yerde anlattım. Çok kolay makes bulmadı bu. Tanıdığım-tanımadığım insanlar arasından buna önem verildi. Özel okullar açıldı. Zor kabul edildi. İnanın vazı nasihatta gözyaşı döken arkadaşların bu mevzuda geçirdiği tereddütlerden dolayı onlara da gönül koyduğum oldu. Hafif küser gibi oldum. Bu meselelerin önemini anlamıyorsunuz, dediğim oldu. Bir duygu ya da düşünceyi ifade ederken ilk evvela bu düşüncelerinize, size inananlar olur.

Önce bir tereddüt yaşanıyor, kuşkuyla bakıyorlar bu meseleye. Sonra size daha fazla güveni olanlar yapıyor bunu. Ama bu iş yapılırken; özel okul açınca, üniversiteye hazırlık kursu açınca hemen hizmet oldu demek değildir. Fedakar insan ister. Hakikaten mesai bilmeyen insan ister. Sekiz saat mesai yaptım, tamam işim bitti değil. Hayır. Bu talebeyi ne kadar mesai sarf edip kıvama getireceksem işte o kadar mesai. Seçin bu insanları, bulun onları. Bu ülkeye aşık, bu ülkeyi seven insanları bulun, yapın onu. Şimdi her yerde yapmışlar. Ben ne Türkiye'nin içinde ne de Türkiye'nin dışında, milletin o hizmetlerinin kemiyet boyutları hakkında hiç bir şey söyleyemem. Ne kadar okul olduğunu söyleyemem. Milli Eğitim Bakanlığı'na sorun diyorum. Çünkü bunların orada kayıtları var. Ben bilemiyorum.

Cemaat denecekse, beni camide dinleyen herkes bu cemaatin fertleridir. Bir cemiyet denecekse, camilerde dinleyen insanlar bu cemiyetin fertleridir. Bir kategoriye oturtmak zordur bunu. Camide vaaz ettiğim zamanda namaz kılmadıkları halde, abdestsiz sohbet dinleyen insanlar vardı. Şimdi beş-on bin insanın sizi dinlediği bir yerde konuşurken o nasıl cemiyettir, o nasıl cemaattir bilemiyorum yani. Devletin memurlarına da açık bu. Askere de açık, valiye de açık, hakime de açık.

Bir Musevi, Moskova'da sizin teşvikinizle açılan bir okula yardım ederse onu ne cemiyet çerçevesine, ne cemaat çerçevesine oturtmak mümkün değil. Onun için, bir hareket bu. Tamamen Türk milletinin geleceği adına bir harekettir. Devletin, bir güçse şayet, istediği zaman alıp kendi hesabına değerlendireceği bir harekettir.

NA: "Devlet isterse okulları devrederim" demiştiniz.

FG: Ben o zaman tavsiye ettim. Kimler yaptıysa yine tavsiye ederim. Tavsiyemi bu defa da o istikamette işlettiririm. İkna etmeye çalışırım. Bu devlet bizim devletimizdir. Yapılan her şey tamamen devlet içindir. Ben şimdi inzivada da olsam bu mevzuda yapılan şeylerin isabetsizliğine hiçbir zaman inanmadım. Onun için millete, "Aman bu işten vazgeçin, bazıları rahatsız, ne okul açın ne himmetleri bir araya getirerek firmalar kurun, gidip oralarda yatırım yapın" demem. Ne de "Millet varsın dağınık olsun, ne diye bir araya getireceğim. Diyalog, müsamaha, tolerans, bunların gereği yok, bunlar gereksiz şeylermiş. Bu milletin ayrı-gayrı yaşaması lazımmış" deme niyetinde değilim. Bu düşüncelerimin lüzum ve samimiyetine inanıyorum. Susarım sadece. O mevzuda bir şey konuşmam. Ama o meselenin aleyhinde de bir kelime etmem. Etsem de o zaman yüzüme çarpılır. O mesele artık millete mal olmuştur. Bu açıdan beni aşar o mevzu. Sonra bir çelişkinin, bir tenakuzun insanı olmak da istemem. Dün şunun, şunun yararlı olduğunu söylemişsin, onun aleyhinde bir beyanda bulunmak sizi kendi içinizden bir çelişkiye itmiş olur. İtibarınız delinir. Ona sebebiyet vermek istemem. Ama sükut ederim. Zannediyorum, sükutumdan da kimsenin rahatsız olmaya hakkı yoktur. Sükut ediyorum, o kadar.

NA: Uzun süren inziva ve sessizlik hali, ciddi sağlık problemleriniz olduğu kanaatini doğurdu. Nedir sağlık durumunuz?

FG: Rahatsızlığımı teşhir etmek bir şeye yarar mı bilmiyorum da. Kalbim var. Üç damarımda ciddi tıkanma var. Fakat beş-altı aydır neredeyse çok iyi oldum gibi hissediyorum. Fakat kolesterol yüksek. Damarlar içerisinde lezyonlar var. Kolesterol bu mevzuda bir risk faktörü. Aynı zamanda şeker ve yüksek tansiyon var.bunlar, aralarında fasit daire teşkil edebiliyor. Ama bunların ilaçlarla, yanımda kalan doktorum var, bir kontrol altında olduğu söylenebilir.

ABD'ye gittiğimde anjiyo oldum. Ameliyat teklif ettiler. Bu arada halk ilaçları da teklif edildi. Ben halk ilaçlarını aldım. Bantta yürümeyi tavsiye ettiler. Tali damarların gelişmesi istikametinde önemli gördüler. Biraz başarılı olduğu da söylenebilir. Şimdi böyle bir ifakat dönemi yaşıyorum diyebilirim. Nekahat demeyeceğim çünkü onda geriye dönme olabilir. Her an biraz daha iyileşme sürecini yaşadığımı hissediyorum.

Doktorlar istemiyor ama 60 yaşından sonra ahir ömründe oruç yemenin psikolojik durumum üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle oruç tutuyorum. Ama iki-üç gündür ciddi sıkıntı oldu. Yatarak geçiriyorum, zaten az bir süre kaldı.

NA: Cemaat ticaret, kurumlaşmak gibi daha dünyevi işler içine girdi. Daha az manevi, daha çok dünyevi işlerle uğraşmanın yarattığı ne gibi çelişkiler yaşanıyor?

FG: Hamiyetli insanlar, gelecekte kâr getirecek diye gidip değişik yerlerde okullar açmışlar. Meselenin misyonerlik yanı olabilir. Fakat bunu temelde yalnızlığa itilmiş Türkiye'nin dünyaya açılması olarak algılamakta yarar var.

Ama bu düşüncenin mantıklı olması için meselenin ticaret yanını da düşünmek lazım. Bu okullar en azından kendi yağıyla kavrulmalı. Bir tüccar gitmeli, orada bir şeyler yapmalı. Bir taraftan okula bakmalılar, bir taraftan okul onlar için referans olmalı. Böylece bu okullar burada kalmalı. Dünyanın her yanında böyle. Belli ölçüde ticaretin içine girilmişse, bu mülahaza ile girilmiştir.

Bazı kuruluşlar, bu cümleden olarak Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na gelince; üç-dört sene evvel belki komünizmden ötürü, beri tarafta da bir aşırı ırkçılıktan ötürü, diğer taraftan da böyle aşırı din gibi görünen mülahazalarla parçalanma unsuru olmuştur. Daha vakıf yokken bunları bir araya getirelim dedik. Hatta Türkiye'nin içindeki değişik dinlere mensup azınlıklarla birer ikişer görüşüyorduk. Bunun daha açık platformlarda gerçekleştirmek için legalize etme daha yararlı olacak gibi geldi. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı fikri ortaya atıldı. Hatta fakire ben hiçbir vakfın içinde değilim, hiç de olmadım, arzu etmediğimi bildikleri için onur başkanı dediler. Ne demekse. Ben de arkadaşlarımın hissiyatına saygının gereği reddetmedim.

Şimdi işin muhasebesini yapmıyor değilim. Yararlı mı oldu, yararsız mı oldu bu vakıf? O da bazılarını tahrik mi etti? Ama biz hoşgörü, diyalog dedik. Bizi dinleyen insanlar başka bir şey duymadı bizden. Bunlar olmasaydı, fert ferde görüşüp kendimizi ifade etseydik daha mı iyi olurdu? Hala o tereddüdü yaşıyorum.

Yararlı yanlarını da görüyorum. Mesela bu sene Abant'ta belli meseleler (laiklik) müzakere edildi. Yüzde 80 olumlu şeyler çıktı. Asya devlet başkanlarına birer ödül verme gayretleri de oldu arkadaşlarımızın. Uzlaşmaya vesile oldu zannediyorum. Ama bu türlü bir oluşum bazılarını rahatsız ediyorsa -aklıma geliyor tabii- acaba olmasa mıydı diye düşünebiliyoruz. Her kesimle geçinmek çok zor. Türkçe'ye de mal olmuş bir sözdür; Alemi memnun etmek ulaşılmayan bir zirvedir derler.

NA: Sizinle yola çıkanlar yaşlanıyor. Gençler ise bu yeni sürece daha iyi ayak uyduruyor gibi. Eski-yeni ya da yaşlı-genç çelişkisi var mı, size nasıl yansıyor?

FG: Bu mevzuda Rabbime karşı şayan-ı şükran bir şey görüyorum. İş, tabii bir gelişme süreci içerisinde devam ediyor. Bazıları ilk planda mantıki bulmadılar. "Yapabilir miyiz, eziliriz" mülahazasıyla da bazıları hafif bir tereddüt yaşamıştır. Bana çok yakın dostlarım bile "Senelerden beri faşist-komünist mücadelesi, dinci-dinsiz mücadelesi var, bunu sen mi önleyeceksin" demiştir. Şimdi böyle şom ağızlı konuşmaktansa İngiliz atasözündeki gibi "Bir mum yak" eline bir meşale alıp vahdete doğru yürü. Niçin "Bu parçalanmışlığı sen mi gidereceksin" diyorsun? Ben bunu bir sorumluluk olarak görüyorum. Allah'a karşı vazifemi yaptığıma inanıyorum.

Şimdi o tereddüdü yaşayanlar muvakkaten hareketten bir-iki adım geride kalmıştır. Ama sonra gelip iltihak etmiş ve harekete omuz vermişlerdir. Onun için ne ciddi bir tereddüt ne bir karşı çıkma ne engelleme ne de birilerinin kafasını bozma gördüm.

Ama her devirde olduğu gibi, bir-iki tane karakter itibariyle bazen şehvetine, bazen maddi menfaate, çıkara yenik düşen insan olabilir. Bir gün karşımıza çıkarsa buna da kimse şaşırmamalı. Peygamberlerden, büyük dahilerden, milli mücadeleyi gerçekleştiren insanlardan ayrılanlar olmuştur.

NA: Hareket şahsınızla özdeşleşmiş durumda. Lider hareketleri liderin ölümünden sonra dağlıyor. Fethullah Gülen ölürse ne olur?

FG: Temelde ben davranışlarımı neticeye bina etmiyorum. Çünkü netice Allah'ın lütfedeceği şeydir. Ülkemizi zengin ülkeler seviyesine getirme gayretleri, bu birleştirme, uzlaştırma hamlesi onları gerçekleştirme istikametinde hareket eder; affımızı, Allah tarafından bağışlanmamızı ona bağlarız. Bir yönüyle de şöyle diyebiliriz; insanların insanlığa yükseltilmesine hayatımız bağlayıp kendimiz için değil de onlar için yaşama, onda Allah'ın rızasını araştırma. Bu yolda bizden hoşnut olsun deriz. Fakat ben şöyle yaparsam sen şöyle yapar mısın, diye, O'nunla pazarlık yapacak halimiz yok. Af isteyen, arayan bir insan evvela o türlü mülahazalardan tecerrüd eder. Biri bu.

İkinci mesele, öyle inanmışız ki, milleti birleştirecek Allah bizden hoşnut olacak, ötede bizden hayatın hesabı sorulmayacak. Buna böyle inanılmışsa, zannediyorum bu işi devam ettireceklerdir.

Bir üçüncüsü, ben de bir espri yapayım. Zannediyorum aleyhte olanlar da bu meselenin böyle zavallı Fethullah Hoca'ya bağlı olduğuna çok fazla inanmıyor. Eğer onlar da katiyyen inansalar ki hareket dağılır, bu meseleyi çoktan çözerlerdi. Türkiye'de bu ölçüde zavallı kimseleri devirmek çok kolay, bir çarpıp götürmeleri mümkün. Türkiye'de en ucuz şey insan. Ve en çok insanın kanına girilmiştir. Dünya kadar faili meçhul cinayet işlenmiştir Türkiye'de. Siz de o binlerceden biri olurdunuz. Hatta bazıları kadar bir ses bile yükselmezdi arkanızdan.

Bu benim için çok endişe verici değil. Çünkü gadren, bir mazlum olarak öldürülüp Allah'ın huzuruna gitmeyi ben de çok arzu ederim. Affıma ferman sayarım onu. Rahat bir yol gösteriyorum onlara aynı zamanda. Fakat herhalde kendileri de inanmıyorlar ki, çok ucuz bir şekilde halledebilecekleri meseleyi halletmeye teşebbüs etmiyorlar.

Bazıları mevcudiyetimden rahatsızlık duydu. Daha önce de söyledim; ne yapayım ben, kendimi ifna mı edeyim? Dinim ondan menediyor beni. Birilerinin gönlü olsun diye onun yapılması bahis mevzuu ise, dinim müsaade etmiyor. Başka türlü kendimi nasıl yok edeyim, nasıl unutturayım, nasıl zihinlerden sileyim? Kaldı ki öyle bir şeye teşebbüs etsem; dünyanın ücra bir yerinde şanımı, izimi kaybetsem, zannediyorum hem istemeyenlerin aleyhinde bir şey olur hem de istemediğim halde biraz daha mitleşme olur. Hiç farkına varmadan belki biraz daha alâka uyarır. Bu bakımdan biraz böyle sessiz kalmak, bu ülkede yapılması gerekli olan böyle önemli işlere zarar verilmesin diyedir. Diğer taraftan da neden alındıkları belli olmayan bir kısım tipleri rahatsız etmemek eğer bu yolla mümkün olacaksa, yine inziva diyorum.

NA: Sizden sonra sizin söylediklerinizi kim söyleyecek, misyonunuzu kim sürdürecek?

FG: Hz. Ömer; Karl Marks'ın bile hayranlık duyduğu bir insandır halifeler arasında. Yüzde yüz halk tarafından seçilen insanlardır, cumhurbaşkanıdır onlar, o bakımdan herkeste olduğu gibi bende de hayranlık uyandıran bir insandır. Hz. Ömer hançerlenmiş yatıyor, kendinden sonrası için derler ki oğlunu, falancayı, birin tavsiye et. "Ömür boyu o işin vebalini sırtımda taşıdım, vefat ettikten sonra tavsiye ettiğim insanla bir daha sırtımda taşımak istemem" der.