Abant Misyonu Sınırları Aştı
Türkiye'nin zor dönemlerinde inisiyatif alan Abant Platformu, dünyanın büyük bir bunalım içinde olduğu bugün de sorumluluğunu küresel düzeye taşıdı. Washington'da yapılan toplantıda Türk ve Amerikalı aydınlar, Türkiye'yi tarihsel süreçte model haline getiren kendine has özelliklerini (İslam, sekülerizm, demokrasi) masaya yatırdı. Her şey, bir grup aydının 1998 yılının sıcak bir temmuzunda Abant gölüne nazır bir otelde buluşması ile başladı. Sıkıntılı bir dönemin etkilerini atlatmaya çalışan Türkiye'nin kangrenleşen sorunlarını konuşmak için toplanmışlardı. Konu başlığı 'İslam ve Laiklik' idi.
Çetin bir konu olmasına rağmen, farklı görüş ve düşüncelere sahip katılımcılar zor olanı başardı ve mutabık kaldıkları bildiriyi yayınlayarak, ülkenin geleceği adına sorumluluk alabileceklerini gösterdiler.
Aradan geçen altı yıl boyunca konu başlıkları değişti, ancak heyecan ve tempo ilk günkü gibi devam etti. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, kritik bir zaman diliminde önemli inisiyatif başlatmıştı. 'Abant Ruhu' olarak tarihe mal olan bu girişim, geçen hafta farklı bir boyuta taşındı. Hem de uluslararası sistemin çok ağır bir bunalımla karşı karşıya olduğu günlerde. Zor zamanda aynı masa etrafında buluşma cesaretini gösteren Türk aydınları bu kez Amerikalı meslektaşları ile bir araya geldi. Yerel olarak başlayan bir aydın hareketi ilk defa küresel nitelik kazandı.
Washington'da yapılan toplantının başlığı 'İslam, Sekülerizm ve Demokrasi: Türkiye Tecrübesi' idi. İslam dünyası içinde nev—i şahsına münhasır konumda bulunan Türkiye'nin ayırt edici özelliklerini yansıtıyordu bu başlık. Özellikle de Büyük Ortadoğu Projesi'nin gündeme geldiği, Türk modelinin konuşulduğu dönemde Türkiye'nin ele alınması önem taşıyordu.
Türk tecrübesi örnek alınmalı
Johns Hopkins Üniversitesi işbirliğiyle İleri Uluslararası Araştırmalar Bölümü'nde (SAIS) düzenlenen toplantının açış konuşmasını dünyaca ünlü siyaset bilimci Francis Fukuyama yaptı. 1990'lı yılların başında yazdığı 'Tarihin Sonu' adlı makalesi ile gündeme oturan Fukuyama, üç gün önce 'İslam ve Modernizm' konferansına katıldığını, orada Ortadoğu'daki değişiklikleri konuştuklarını söyledi. "O konferanstaki tek eksiklik Türkiye konusunda bir tartışmanın olmamasıydı" diyen Fukuyama, Türkiye'nin Müslüman bir ülke olduğunu, 20. yüzyılın büyük bir bölümünden günümüze kadar bu tür konuları konuştuğunu belirterek, "Bence Türkiye'nin bulduğu çözüm diğerlerine örnek bir model olabilir" dedi. Toplumun dindar olmasının demokrasi ve laiklik ilkeleriyle çelişmediğini belirten Fukuyama, Türk toplumundaki evrimin uzlaşma yönünde olduğuna dikkat çekti. Fukuyama'dan sonra toplantı hakkında bilgi veren Abant Platformu Başkanı Prof. Dr. Mete Tunçay da aynı vurguyu yaptı ve Abant Platformu sayesinde uzlaşma kültürünü yaşayarak öğrendiklerini söyledi.
Toplantının ilk gününe damgasını vuran isim, platformun kurucularından Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet S. Aydın oldu. Türkiye'nin inişli çıkışlı olsa da genç bir demokrasiye sahip olduğunu belirten Aydın, cumhuriyetin demokratikleşme sürecinde Osmanlı tecrübesinin zannedildiğinin aksine çok daha etkili olduğunu söyledi. Türkiye örneğinden yola çıkarak İslam ve demokrasinin bağdaştığını dile getiren Aydın'a göre, Tanzimat'la başlayan ve Avrupa Birliği serüveni ile devam eden modernleşme sürecinde dış faktörler en az iç faktörler kadar etkili oldu. Hiçbir dinin sadece kalpte yaşamaya devam edemeyeceğini, dinin gücünü insan ve cemiyetten aldığını, İslami düşüncenin demokrasi ile beraber yaşayabileceğini söyleyen Aydın, "Demokrasi ağacı zorlama ile dikilemez" diyerek önemli bir mesaj verdi.
Yeni bir din: Milliyetçilik
Bakan Aydın'ın konuşmasından sonra üç ayrı panel gerçekleştirildi. 'Türk İslamı' başlığını taşıyan ve oturum başkanlığını Georgetown Üniversitesi'nden John Voll'un yaptığı ilk toplantıda Ohio Devlet Üniversitesi'nden Prof. Dr. Carter Findley, Wisconsin Üniversitesi'nden Prof. Dr. Kemal Karpat ve Utah Üniversitesi'nden Doç. Dr. Hakan Yavuz birer tebliğ sundular. Kemal Karpat, devlet olmadan işlevini yerine getiren bir dinin bulunamayacağını, din ile devletin temelde birbiri ile bağlantılı olduğunu söyledi. Türkiye'de devletin dini tanımladığını ve ona sınırlama getirdiğini belirten Karpat'a göre, bu bir ikilem. Osmanlı Devleti'nin ilk döneminde devlet ve inanç unsurunun farkına varıldığını hatırlatan Karpat, dindar toplumun siyasî bir toplum haline dönüştürülmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi ve ekledi: "Milliyetçilik yeni bir din hâline geldi."
Carter Findley, yaklaşık 40 yıldır Osmanlı üzerine çalışan bir akademisyen. İyi derecede Türkçe bilen Findley, böyle bir toplantının Türkiye ile sınırlı kalmaması gerektiğini, diğer İslamî anlayışlarla modernizm arasındaki farkların tartışılmasının önemli olduğunu hatırlattı. Hakan Yavuz ise tebliğinde, İslam dünyasını yedi farklı bölgeye ayırdı ve bunların ayırt edici özellikleri üzerinde durdu. Arap, Farisî, Türk, Güney Asya (Pakistan, Hindistan, Afganistan), Güneydoğu Asya (Malezya, Endonezya, Filipinler), Afrika ve Diaspora şeklinde bölgesel bir sınıflama getirdi. Yavuz, sömürgecilik, Arap—İsrail çatışması, petrol gibi faktörlerin Müslümanların yaşadığı coğrafyayı derinden etkilediğini söyledi.
Politize edilmemesi gereken kavramlar
İkinci oturumun konu başlığı 'Türk Laikliği' idi. Cengiz Çandar, Northwestern Üniversitesi'nden Doç. Dr. Elizabeth Hurd ve Bilgi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Mete Tunçay, Boston Üniversitesi profesörlerinden Augustus Richard Norton'un yönettiği panelde tebliğlerini sundular. Çandar, AK Parti iktidarının bir deneyim olduğunu ve Türkiye'nin istisnaî durumunu gösterdiğini söylerken, Elizabeth Hurd ise din, laiklik ve demokrasi kavramlarının dünyanın hiçbir yerinde politize edilmemesi gerektiğini savundu. Demokrasinin temelinde Hıristiyan laisizmi olduğunu hatırlatan Hurd'a göre, Atatürk, sekülerizmle Osmanlı mirasını tamamen devre dışı bırakmak istedi. Atatürk'ün bu uygulaması Hıristiyan Avrupa sekülerizmine uygun değil. Zira, Avrupa kökenli sekülerizm dini devre dışı bırakmıyor; hatta bazı yerlerde daha da Hıristiyanlaşma söz konusu. Mete Tunçay ise tebliğinde laiklik kavramının kökenleri üzerinde durdu.
İlk günün son oturumunda Türk demokrasisi masaya yatırıldı. Oturum başkanlığını Prof. Dr. Dale Eickelman'ın yaptığı panelde, Lehigh Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Henri Barkey, Georgetown Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. John Esposito ve Boston Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Jenny White düşüncelerini anlattı. Türkiye'de sessiz bir değişim olduğunu belirten Henri Barkey, Turgut Özal döneminde gerçekleştirilen reformların Türkiye'nin bugünlere gelmesinde oynadığı rolü vurguladı. Barkey'e göre Türkiye'de sivil toplum eksikliği var. Çünkü, güçlü devlet—zayıf toplum gerçeği değişmedi.
Din gittikçe güçleniyor
"Önceden Tanrı'nın ölümünden bahsedilirdi, şimdi ise dinin güçlendiği görülüyor" diyen John Esposito, Türkiye'deki demokratik gelişmenin iyi bir örnek olduğunu söyledi. 1996 yılından sonra Erbakan'ın başbakan olmasını "En laik devlet, ortaya ilginç bir demokrasi çıkardı" sözleri ile açıklayan Esposito, kendini siyasal İslamdan ve Refah Partisi'nden uzak tutan Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında açılan davanın, devlette dinin yer almasından kaynaklanan korkuyu gözler önüne serdiğini dile getirdi. Esposito, mevcut laiklik yorumuyla Türkiye'nin diğer İslam ülkelerine model olmasının mümkün olmadığını da kaydetti.
Jenny White ise İslam'ın vizyonunu laik demokratik sisteme taşıma girişiminin küresel değil, yerel olduğunu söyledi ve 1980'li yıllardan beri İslamcılığın 'radikal' olduğunu iddia etti: "Artık bu durum değişiyor. Ve bu Türklere ait bir model. Diğer İslam ülkelerine uyacak gibi gelmiyor bana. İslam şahsî bir unsur ama kamu alanına girerken onu dışarıda bırakıyoruz. Eskiden, dindar biri siyasete girdiğinde İslamcı olarak görülüyordu. Ancak şimdi öyle değil."
Derviş'in fikri destek buldu
Washington Abant'ın ikinci günü yuvarlak masa toplantısı şeklinde gerçekleşti. İlk konuşmayı CHP milletvekili Kemal Derviş yaptı. Toplantıya katılacağı duyulduktan sonra aldığı eleştirileri dikkate almayan Derviş, büyük beğeni toplayan konuşmasında demokrasi ve laiklik konusunda Türkiye'nin model olabilmesi için mutlaka Avrupa Birliği içinde yer alması gerektiğini söyledi. 2012 yılında 80 milyon nüfusa sahip olacağımızı hatırlatan Kemal Derviş, Türkiye'nin üyeliğinin Avrupa'nın temel politikalarını kökünden etkileyeceğini savundu. Ortaçağ Hıristiyanlığının hortlamaması için Avrupa'nın Türkiye'ye ihtiyacı olduğu; Türkiye'nin üyeliği ile Avrupa'nın çok kültürlü ve çok dinli bir karakter kazanacağı görüşleri de Derviş'in konuşmasında öne çıkan başlıklar arasındaydı.
TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve AK Parti kurucu üyesi Prof. Dr. Burhan Kuzu, hem laikliğin hem de demokrasinin bir araç olduğunu belirtip, laikliğin dört ülkenin anayasasında yer aldığını hatırlattı. Bunlardan Fransa ve Türkiye'nin tam laik, Hindistan ile Meksika'nın da yarım laik olduğunu söyledi. Serbest oturum şeklinde geçen toplantı sırasında söz alan Gazeteci Cüneyt Ülsever, 'Anadolu orta sınıfı muhafazakardır ve yeniden paylaşımın bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır' tezini dile getirdi. "Bediüzzaman'ın fakirlik, zaruret ve hürriyet kavramlarına yaptığı vurgunun, kendi söyleminin dışına çıkılarak okunursa, Weber'in Hıristiyanlık için yaptığıyla aynı şeyi gerçekleştirdiği görülür" diyen Ülsever'e göre, Türkiye'de refahın yeniden paylaşılması meselesi var. Devlet en büyük işveren konumda olduğu için, devletten alınan pay önem arz etmekte. Bugün için Türkiye'de çekilen sıkıntı, yeniden bir paylaşıma duyulan ihtiyaçtan kaynaklanmakta.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ahmet Hadi Adanalı İslam'da zorlamanın olmadığı, ikrahı ortadan kaldıran bir anlayışın da sosyal ve toplumsal sözleşmeye müsait olduğu görüşünü ortaya atarken; Gazeteci—Yazar Hüseyin Gülerce, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin demokrasiyi uhrevî ihtiyaçları da içine alacak şekilde geliştirmenin gereği üzerinde durduğunu hatırlatarak, Batı kökenli demokrasi kavramına dikkat çekti.
Türkiye 'model' olur mu?
Zaman zaman Türkiye'de yapılan Abant toplantılarını hatırlatan enstantanelerin yaşandığı yuvarlak masa toplantısına daha çok, Türkiye'nin diğer İslam ülkelerine model olup olamayacağı konusu damgasını vurdu. Şahin Alpay, Türk İslamı ve demokrasisinin diğer ülkelere model olabileceği tezini savunurken, Ruşen Çakır ise Türk deneyiminin fazla abartıldığını, Türk İslamı'nın ihraç edilemeyeceğini dile getirdi.
Türkiye'nin model olamayacağını savunanların başını çekenlerden biri de Prof. Dr. Kemal Karpat oldu. "Şah Rıza Pehlevi Türkiye'yi örnek almak istedi, ama duvara tosladı" diyen Karpat, modern Türkiye hakkında kanaat sahibi olabilmek için Osmanlı tecrübesinin iyi incelenmesi gerektiğini vurguladı: "Toplum değişimin şevkini ve motivasyonunu yaşamıyorsa, devrim imkansızdır. Osmanlı döneminin önemi de burada yatmaktaydı. Atatürk, devrimlere karar verdiği zaman toplumda, bu değişikliği gerçekleştirecek motivasyon ve şevk mevcuttu. Pehlevi, medreselerin kapatılmasını örnek alarak, ulema sınıfı ile mücadele etmekle işi bitireceğini zannetti. Bu zan yanlıştı. Humeyni'yi hapse attığı gün Şah kaybetmiş, Humeyni de devrimi gerçekleştirmişti. Ayrıca devlet gururu denen bir kavram vardır. Hiçbir ülke bir başkasının kopyası olmak istemez."
Eşitlikçi Osmanlı toprak rejimi
Türkiye'nin mevcut durumuna ilişkin önemli bir açılım sağlayan isim Prof. Dr. Elisabeth Özdalga oldu. 'Avrupa açısından bakıldığında ulus devletin kurumsal yapılarını tamamlama noktasında Türkiye'de birtakım eksikliklerin göze çarptığını görürsünüz' görüşünü dile getiren Özdalga'ya göre, bir de Ortadoğu perspektifinden bakılınca, bu kez de Türkiye'nin fazlalıkları ortaya çıkmakta.
Amerikalı panelistlerin yer yer Osmanlı'da orta sınıfın gelişmemiş olmasını demokratikleşme açısından bir eksiklik ve geciktirici faktör olarak değerlendirmelerine karşılık Özdalga, "Osmanlı toprak rejimi eşitlikçiydi, aristokrasinin ortaya çıkmasına izin vermiyordu, dolayısıyla sınıflar arasında uçurum meydana gelmiyordu. Bu da sınıf çatışmalarını önleyen bir faktör oluşturuyordu" diyerek, bir taraftan bakılınca eksiklik gibi görünen şeyin, bir başka açıdan bakıldığı zaman eşitliği ve sosyal adaleti garanti eden sigorta işlevi gördüğünü vurguladı: "Bu tür konuları sadece demokrasi bilincine bağlamak yeterli olmaz. Tarihin ortaya çıkardığı unsurların iyi tahlil edilmesi gerekir. Tarihi uzantılar dikkate alındığında, başka ülkelerde demokrasi ekmenin zor olduğunu görürüz.
Prof. Dr. Carter Findley'in yaklaşımı da, Arapların Türkiye'yi model olarak almayacağı yönünde. Findley, Arapların Türk modeli yerine ılımlı İslamı tercih edeceğini düşünüyor. Arap âlemi ile Türkiye'nin etkileşim içinde olduğunu söyleyen Kemal Derviş'in görüşü de Türkiye'nin model olamayacağı yönünde.
"Türkiye, öncelikle kendi durumunu gözden geçirmeli, evini temizlemeli. Araplar böyle bir ihraca kucak açacak mı?" sorusunu ortaya atan Jenny White'a göre, Türkiye'nin Orta Asya'daki ağabeyliği bile uzun ömürlü olmadı. White, Türkiye ekonomik bir açılım getirmediğinden dolayı Orta Asya ülkelerinin Güney Kore ve Singapur'a yöneldiğini vurguladı. Bunun anlamı, duygusal beklentilerinizi aşın. Beklentiniz hayallerle değil, karşı tarafı memnun edecek bir ülke olmakla elde edilebilir, mesajını vermekteydi. Türkiye, dışarıya ekonomik model ihraç etmeli ve çevre ülkeler için umut kapısı olmalıydı.
Fehmi Koru, bu tartışmaları farklı bir düzleme çekti ve model ile modeli izleyecekler arasında birebir benzerliğin şart olmadığını söyledi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kendisine model aldığı Fransa örneğine dikkat çeken Koru, aralarında hiçbir benzerlik bulunmayan ülkelerin birbirini model kabul edebileceğini savundu. Model mi örnek mi tartışmasına Cengiz Çandar bir öneri getirerek katkıda bulundu: "Türk modeli diye bir vakıa var. Türk deneyimi Avrupa ve ABD tarafından yakından takip ediliyor. Model tabirinden rahatsız olanlar cazibe merkezi diyebilir."
Başarılı bir toplantı
İlk kez yurtdışında yapılan Abant toplantısı, gerek katılımcıların çeşitliliği, gerekse sunulan tebliğlerin entelektüel düzeyi sayesinde hayli ilgi uyandırdı. Önceki toplantıların aksine bir mutabakat bildirgesi oluşturulmadı. Geçmiş Abant'larla Washington'da yapılan toplantı arasındaki farkı Devlet Bakanı Mehmet Aydın şöyle ifade etti: "Önceki toplantılarla buradaki toplantı arasında format değişikliği oldu. Önceden, mutabakata varmak için neredeyse boğuşuyorduk. Burada ise daha çok bilgilendirme oldu."
Toplantıyı izleyenlerin dikkatini çeken bir başka unsur, Amerikalı akademisyenlerin Türkiye ve Osmanlı hakkında sahip oldukları geniş bilgiydi. Gazeteci Ruşen Çakır da mütevazı görünümlü bu toplantının önemini şu cümle ile vurguladı: "Gerek katılımcılar, gerekse tartışılan konular Türkiye için hayatî önemdeydi. Referans alınacak bir toplantı. Göreceksiniz bu toplantıya pek çok yerde atıf yapılacak."
Tanzimat'tan AK Parti iktidarına reform çizgisi
Washington'daki Abant toplantısında, Türk toplumunun geçirdiği dönüşümler ve edindiği tarihi tecrübe anlatıldı. Türkiye Cumhuriyeti tecrübesinin önemi sık sık vurgulandı. Osmanlı'nın son döneminde başlayıp, Cumhuriyet'le devam eden modernleşme olgusunun bugün Türkiye'yi diğer İslam ülkelerinden ayıran en temel faktör olduğu ortaya konuldu.
Tarihî kırılma noktaları olarak Tanzimat'a, cumhuriyetin ulus devlet olarak kurulmasına, çok partili hayatın başladığı 1950'li yıllara atıfta bulunuldu. Askeri darbelerin menfî dalgalanmalarının Türk toplum yapısı üzerindeki etkilerine dikkat çekildi. 1980'li yıllarda Özal'la başlayan reform hareketinin Türkiye'nin bugün 'model' olarak takdim edilmesinde oynadığı rolün üzerinde duruldu. AK Parti iktidarının 3 Kasım'da iktidara gelmesinin ardından Türkiye ve İslam ülkelerinde meydana gelecek muhtemel siyasî, sosyal ve kültürel dalgalanmalar üzerine fikirler yürütüldü.
Kapanışta söz alan Prof. Dr. Kenan Gürsoy'un altını çizdiği gibi, Abant Toplantısı'nın, 'Türkiye'nin nereden nereye gittiğini en iyi şekilde resmeden' önemli bir platform olduğu belgelendi. Gürsoy, 'Farklılığın farkında olan entelektüel bir tarihimiz var' diyordu. Önümüzdeki aylarda gerek içeride, gerekse dışarıda yapılacak benzeri organizasyonlarla Abant'ın yerelden evrensele giden yolu daha da genişleteceği ortada. Yeni bir medeniyet ufkunda 'kendi' olarak kalmayı baştan kabullenerek çıkılan bu yolda Abant Platformu'nun oynadığı tarihî rol unutulmamalı.
- tarihinde hazırlandı.