Önden Giden, Dönmeyen Atlılar

Onların ağlatan destanı, dünya durdukça bize insanlığımızı hatırlatmaya devam edecek. Atalar diyarında yatan bir ölümsüz 'âdem'in 'tatlı' serencamıyla açılıyor bu kutlular perdesi...

'Geçtiğimiz yıl Türkçe Olimpiyatları'nın dördüncüsüydü. Orada, aklıma nereden geldi bilmiyorum, Moğolistan'dan bahsettim. Moğolistan'dan bahsetmemin sebebi, Türkiye'ye göre çok uzak bir ülke olmasıydı. Bir diplomat arkadaşımla ilgili hatırayı anlattım. Moğolistan'a gitmek bazıları için bir kâbustu. Korkulacak bir şeydi. Nereden bilirdim ki Adem Tatlı kardeşimiz Moğolistan'da birkaç ay sonra vefat edecek, ve biz bir yıl sonra onun eşine ve çocuğuna bir emanet vereceğiz... Şu Orhun Anıtları'nın bulunduğu ülkede şimdi Adem Tatlı. Türkiye'ye 10 bin kilometre ötede yatıyor. Ve biz onunla gurur duyuyoruz. Onun rahmetinden istimdat bekliyoruz. Onun ruhaniyetinden bağışlanmak diliyoruz. Çünkü o güzel bir aşkla gitti o ülkeye. Bunları birilerine anlatmak çok zor. Türkiye'de bazılarına Adem Tatlı'yı boşuna anlatırsınız.'

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin o zamanki gözü yaşlı başkanı Bülent Arınç'a bu sözleri söyleten Adem Tatlı kimdi? Arınç bu sözleri Beşinci Türkçe Olimpiyatları'nın kapanış sahnesinde söylemiş; her 'Adem Tatlı' dediğinde gözleri yaşla dolmuştu. Eşi Münevver Arınç Hanımefendi biraz önce "En zor görev bana düştü" diyerek Adem Tatlı'nın eşi Aysel Tatlı ve oğlu Ömer Faruk Tatlı'yı kucaklamış, onlara vefa ödülünü takdim ederken duygulu anlar yaşamıştı. Kimdi bu tatlı insan? Meclis Başkanı Bülent Arınç ondan bahsederken "Kimin himmeti milletiyse, o tek başına bir millettir" demişti. Kimdi tek başına bir millet, hatta insanlığın sembolü olmaya adaya bu Adem, bu âdemoğlu?..

Adem Tatlı'nın kim olduğunu o gün sahneye çıkan Ukraynalı Elvira Saranayeva anlatmıştı; Osman Sarı'nın Önden Giden Atlılar şiirini okuyarak:

Önden giden atlılar
Issız sıcak çölleri
Karşı karlı dağları
Çoktan aşıp gittiler
Kayboldular uzakta
Önden giden atlılar
Ben burda kaldım böyle.

 * * *

Gittiler hep gittiler
Aştılar kızgın çölü
Toprak tükendi bir gün
Denize ulaştılar
Çektiler dizginleri
Kendileri dursa da
Atlar duramadılar.

 * * *

Vardılar Kurtuba'ya
İnmediler atından
Gülle karşılandılar
Ne güzel atlar bunlar
Bunca yol çiğnediler
Çiçek çiğnemediler
Önden giden atlılar.

Önden giden bir atlıydı Adem Tatlı... Önden gitmekle kalmamış, gittiği yerde kalmaya karar vermişti. Demir Perde'nin kaldırılıp, dünyanın doğusu ve batısıyla kucaklaşma arzusunu ortaya koyduğu günlerde Anadolu ruhunu insanlığa arz etmek üzere yola koyulanlardan sadece biriydi o. Moğolistan'a gitmiş, orada çatlayana kadar koşuşturmuştu. Tıpkı Kazakistan toprağına cesedini emanet eden Yasin Çalkım gibi; tıpkı Tanzanya'ya ışık gibi doğan esnaf Erkan Çağıl gibi... Ya gurbet meyvesi Meryem Betül ve Nil'de ölümsüzlüğe ulaşan Yusuf Özgür? Peki ya eğitim hizmetlerinin "şefkat anne"si Nuran Alver?...

Toprak gibidir göç tutkusuna kapılıp yollara düşmek... Velûddur; doğurgandır. Kendini onun bağrına atan talihliler gurbetin, uzletin, hasretin, fakr u zarûretin bağrında erir biter de unuturlar gurbette olduklarını ve meyvelerini oracıkta verirler. İşte Adem Tatlı 'tek başına bir orman' denilecek bir fidandı. Onun hikâyesi aslında bir ormanın hikayesidir. Onu anlatacaklar da o ormandaki diğer fidanlar olsa gerek.

Moğol Ellerinde 'Tatlı' Bir Düş

Adem Tatlı 1994 yılının Haziran ayında gitti Moğolistan'a. Elinde bavulu doğuya, çoklarının adını sadece kitaplarda gördüğü Moğolistan'a o zamanlar Türkiye'den doğrudan uçak seferi bile yoktu. 1990 yılına kadar Sovyetler Birliği'yle ittifak halindeki komünist rejim tarafından idare edilmesi, yeryüzünün en az nüfus yoğunluğuna sahip ülkesi olması, modern dünyanın epeyce uzağında bırakmıştı Moğolistan'ı. Ülkede henüz Türk Büyükelçiliği yoktu. Adem Tatlı'nın lise yıllarında okuduğu coğrafya kitaplarında bu topraklar Gobi Çölü'nün ve "yak" denen Tibet öküzlerinin toprakları değil miydi? Ama çöl de hicret gibi doğurgandır. Onun bağrından çıkmıştır nice kutlu insanlar ve çağ aşan düşünceler. Adem Tatlı çölü sulamaya azmetmiş bir bardak su gibiydi.

Ondan önce gidenler de vardı. Ocak ayında ülkeye ulaşan beş kişilik ilk öğretmen grubundan Asım Kangal, Adem Bey'i havaalanında karşılamıştı: "Moğolistan'a 'geri dönmemek üzere' giden ilk Türkler'dik. Dil bilmiyorsun, maddî sıkıntı had safhada. Şeker alacaksın, iki saat anlatmaya çalışıyorsun; sonra öğreniyorsun ki Moğollar çayda şeker kullanmıyormuş. Beş ay böyle geçti. Sonra Adem Ağabey ve okul inşaatında çalışacak ilk Türk işçiler geldi. Özellikle Adem Ağabey'in gelişi rahatlattı bizi."

İnşaat İşçisi Gibi Çalışırlardı

Adem Ağabey'in ilk gidenleri rahatlatmasının bir nedeni de onun bitmek bilmeyen enerjisidir. Daha başkent Ulan Batur'a ulaşır ulaşmaz bir an önce müdürlüğünü yapacağı Darkhan Vilayeti'ndeki koleje ulaşmak ister. Başkentten 242 kilometre uzaktaki bu şehir, Moğolistan'ın yoksulluğunun katlandığı bir mekândı. Darkhan Türk Lisesi'nin yurt müdürlüğünü de yürüten Mehmet Aktürk, ülkenin ve öğretmenlerin fakr u zaruretlerini anlatırken Adem Tatlı'nın "Şükür Allah'a ne alkoliğim ne eşkolik; ama işkoliğim" dediğini hatırlıyor. "Her ne kadar biz Adem Ağabey'den iki ay sonra gelsek de çalışmaların yoğunluğunu birlikte yaşadık. Eski okul binasının yenilenmesi, inşaat için gerekli malzemelerin bulunması bizi bekleyen işlerdi. Maddî kaynak sıkıntısından merhumun günlerce ucuz malzeme aradığını bilirim."

O dönem Asya steplerinden açılan Türk okullarının hemen tamamı aynı süreci yaşıyordu. Müdür ve öğretmenler yaz dönemi boyunca inşaat işçisi olur çalışır, eğitim yılı başlayınca da asli görevlerine dönerlerdi. Gündüz ders verir, gece de yurtta kalan öğrencilere belletmenlik yapar, üstü açılan çocukların üzerlerini örterlerdi. Tabiri caizse 'aspirin öğretmenlerdi' önden giden atlılar; her derde deva, her işe 'ben varım' diyen gönül erleriydiler.

Adem Bey bütün bunların üzerine, müstağniydi de. İşçiler ve öğretmen arkadaşlarıyla birlikte inşaatta çalışır, her işte en önde koşturur; ama sıra yemeğe gelince geri çekilirdi. "Bize, 'Siz çalıştınız yiyin' der, ancak okulun malı diye yiyeceklere kendi el sürmezdi. Hak etmediğini düşünüyordu bunları" diyor, Asım Kangal.

Bu diğergâm ruhla sürdürülen çalışmalar, birkaç ay sonra, Kasım 1994 başında verir meyvesini. Darkhan Türk Koleji iki sınıf ve 48 talebesiyle eğitime başlar.

'Moğolistan'a Dönmek Niyetiyle Gitmedim'

İlk günlerin sıkıntısı atlatılınca Adem Tatlı evlenme kararı alır. Başkaları bedenî hazlar için, çocuk için, evde yemek yapacak biri olsun diye evlenebilirler. Ama önden giden atlılar yanlarına bir atlı daha katmak için evlenirler. Adem Tatlı tanıştırıldığı Aysel Hanım'a daha ilk görüşmesinde "Benim birinci eşim hizmet. Benimle evlenmeyi kabul edeceksen bil ki sen ancak ikincisi olursun. Zaten ben Moğolistan'daki hanım arkadaşlarla ilgilenecek birini arıyorum" diyecektir.

Sadece sefil ruhlar değil asil ruhlar da çift yaratılmıştır. Adem Tatlı'nın dava endeksli ruh dünyası Aysel Hanım'da dengini bulur. Bir Kadir Gecesi'nin gündüzünde yapılan düğünden sonra Ramazan Bayramı'nın birinci gününde Moğolistan yoluna düşer yeni çift. Adem Tatlı yanına bir atlı daha takmıştır. Yolda eşinin kulağına, "Ben Moğolistan'a dönmek niyetiyle gitmedim. Senin böyle bir niyetin varsa da unutursun artık" diyecektir. Aysel Hanım evlendiği insanın ruhundaki asaleti 15 saatlik yolculuktan sonra ulaştıkları Ulan Batur'da görecektir. Adem Hoca eşini arkadaşlarına emanet ettikten sonra "Bir toplantıya katılmam lazım. Sen bekle dönerim" der ve kaybolur. Türk okullarının ilk defa açıldığı bu günlerde her toplantı, çözülecek bir yığın derdi sırtlanmak demektir. Aysel Hanım evlendikten sonra ancak üç gün görebildiği eşini, üç gün boyunca bekler durur Ulan Batur'da. Adem Hoca geri döndüğünde de âdeta Aysel Hanım'a "Gel sen de omuz ver!" demeye gelmiştir.

Sen El İşi Yaparsın, Ben Şoförlük

Aysel Hanım bunu Türkiye'den gönderilen maddî katkıların aksadığı günlerde daha iyi anlayacaktır. "Problem vardır, yoksa para gelmez miydi? Ne yapalım, sen el işi bir şeyler yap, ben de şoförlük yaparım." teklifiyle gelir Adem Bey. Böylelikle kendi atlarının azığını da kendileri bulmaya başlar önden giden atlılar.

Türk okullarının açılış serencamını okuyan herkes bilir; koşuşturanın işi artar. "Daha yok mu?" diyene her zaman daha fazlası verilirdi o günlerde. Adem Tatlı'nın insanüstü gayretleri vazifesinin ağırlığını da artırdı durdu. Önce başkent Ulan Batur'daki okulun müdürlüğüne getirildi; 1999-2000 eğitim yılı başlangıcında da Moğolistan'daki Türk okullarının tamamının genel müdürlüğüne. Artık işi sadece binalarla ve öğretmenlerle uğraşmak değil, eğitim stratejileri geliştirmek ve Moğolistan'ın umum eğitim seferberliğine katkıda bulunmaktır. Bu amaçla Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) tavsiyeli eserlerden 45'inin Moğolcaya çevrilmesini sağlar.

Hesap Çok Ağır, Nasıl Taşırım?

Önden giden atlıların bir başka özelliği de ufuklarının kendilerinden daha hızlı hareket etmesidir. Ne kadar hızlı olurlarsa olsunlar, hedeflerini daha hızlı büyüttükleri için hep bir kıvranma, hep bir arayış içinde bulurdunuz onları. Moğolistan'daki olanca başarılarına rağmen Adem Tatlı da kıvranmalar ve iç sancılar içindedir. O dönemki halet-i rûhiyesini Aysel Tatlı anlatıyor: "Son zamanlarda yeterince hizmet edemediğini düşünüyordu. 'Burayı çok seviyor, hatta 'ayrılmak bile istemiyorum, ancak buralara yeni şeyler veremediğimi düşünmek beni üzüyor' diyordu." Arkadaşı Mehmet Aktürk'e göre onun mizacında bir insan masa başı işlerden ziyade yeni oluşumların içinde bulunmalıydı. Adem Tatlı belki kendisinin de farkında olmadığı bir şekilde yeniden hicrete hazırlanıyordu.

Son zamanlarda Samanyolu Televizyonu'nda yayımlanan Büyük Buluşma ve Beşinci Boyut gibi programları gözleri yaşlı olarak seyredip durmaya başlamıştır. Aysel Hanım'a sık sık, "Hesap çok ağır. Ben bu kadar insanın mesuliyetini nasıl taşırım?" diye sorup durmaktadır. Son Türkiye ziyaretinde eşi Aysel Hanım ve oğlu Ömer Faruk'u da yanına alır. Bu ziyaret iki ay kadar sürecektir. Tatlı ailesinin 11 yıl önce kurulduğu günden bu yana bir arada geçirdikleri en uzun müddettir bu. Belki de bir veda ziyareti olduğu için bilinmeden uzun tutulan bir son ziyarettir...

'Daha Vakti de Gelmedi, Yeri de'

Moğolistan'daki işler yoğunlaşınca Adem Bey eşini ve çocuğunu Türkiye'de bırakarak hizmet mekânına döner. Moğolistan'a ulaşınca ilk işi yeni eğitim sezonu öncesi okulların denetimine çıkmak olur. Güzergâhında ilk görev yeri Darkhan vardır. İyi geçen denetimden sonra öğretmenlerle yemek yiyip hepsinden 'helâllik' alarak yola koyulur.

Önden giden atlılar, asrın en ehliyetli öğretmenleridirler; ama bazıları şoförlük ehliyetlerini kullanmadan bırakır. Adem Tatlı da öyleydi. Oldukça ileri bir yaşta alabilmişti ehliyetini. Çok da güveniyor değildi kendine; ama yollarda hep böyle bir başka şoföre muhtaç olmak da ağır geliyordu ona. Darkhan'dan ayrıldıklarında Moğol şoföre yeni aldığı ehliyeti göstermiş, biraz de kendisinin sürmek istediğini söylemişti. Direksiyonu hemen boşaltmak isteyen şoföre de "Daha vakti de yeri de gelmedi," diyerek biraz daha devam etmesini söylemişti.

Yarım saat sonra, "İşte burası," dedi. Sürücü koltuğuna oturunca gülerek döndü arkadaşlarına ve "Okuyabildiğiniz kadar Ayet'ül Kürsî okuyun" uyarısında bulundu. O an arabadaki kimse anlamadı; ama Adem Tatlı, belki kendi de farkında olmaksızın veda ediyordu.

Eşimin Vasiyeti Var, Buraya Defnedin

Adem Tatlı'nın kullandığı aracın 24 Ağustos 2006 tarihinde geçirdiği kazanın haberi Türkiye'ye ulaştığında Aysel Hanım ruh yüceliğini bir kez daha sergiler. Adem Tatlı'nın ailesi cenazeyi Türkiye'ye getirmek ister; ancak Aysel Hanım, "Rahmetlinin vasiyeti var. Moğolistan'da kalacak" diyerek son kararı açıklar.

Hayattayken sık sık "Buraya gelen arkadaşların tamamı dönmeyi unutmuşlardı. Ama bu topraklarda ilk kalacak olana imreniyorum" dermiş. İmrenilecek insan Adem Tatlı bu payenin kendisine verilmesinden mutlu olmalıydı. Mutlu olmalıydı ki eşinin yüzünü son bir kez görmek için cenazeye Türkiye'den giden beş kişilik ekibe dahil olan Aysel Hanım açılan kefenin içinde mütebessim çehresiyle karşılaşır onun... Ömrü boyu derde, ızdıraba, gurbete ve fakr u zarurete gülümsemiş olan Adem Tatlı, şimdi ölümün ve ebedi vuslatın yüzüne gülümsemektedir. O kadar canlı, o kadar hayat doludur ki bu gülümseme, Aysel Hanım bir an, "Ölmemiş, uyuyor bu. Uyandırın!" demekten alamaz kendini.

Hayır, Uyuyan Biziz!

Adem Tatlı Moğolistan devlet erkanından bazı zevatın da katıldığı mütevazı bir törenle defnedilir kabrine. Bazıları kabir için istirahatgâh ifadesini kullanır. Oysa Adem Tatlı gibi önden giden atlıları ölüm bile koşuşturmaktan alıkoyamaz. Hayatının her anını hizmet şuuruyla geçirmiş, bu uğurda aç kalmış, tek sermayesi olan evini satmış, ömrünün geri kalanı için "Ya Rabbî benim vaktimi al, Hocama ver" diye dua etmiş olan Adem Tatlı'yı ölüm durdurabilir mi? Tanıdığı işadamlarını Moğolistan'a yatırım yapmaya çağıran, sıkıntılar karşısında "Of değil, af demek düsturunuz olsun" diyen, kendisiyle birlikte koşuşturanları ciğerparesi bilen Adem Tatlı'yı ölüm istirahate çekilmeye zorlayabilir mi?

Rüyalar bunun mümkün olmadığını söylüyor. Her şey her yerde anlatılmaz. Güneşe haddinden fazla bakmak kör eder. Işığın lem'ası da ışıktır. Bir iki rüya, Adem Tatlı'nın Moğolistan çöllerinde koşuşturmaya devam ettiğini ispata yeter.

Bu rüyalar "Allah yolunda şehit düşenler için 'ölüler' demeyin. Tam aksine, onlar diridirler ama siz farkında olmazsınız." (Bakara, 154) ve "Ey iman edenler, Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizi sabitkadem kılar." (Muhammed, 7) ayetlerinin pratiğin içinden gelen şahitleridir.

İlk rüyayı Polonya'da ikamet eden bir arkadaşı görür. Rüyasında Polonya'nın önden giden atlılarından biri kendini merhum Adem Tatlı'nın kabri başında ağlayıp inlerken, dertlerini sıralarken görmektedir. O devam ediyor: "Neden sonra vefat ettiğini düşünüp, 'Ama ağabey sen bunları duyamazsın ki!' dedim. O an mezarından yükselen 'Hayır duyuyorum." sesiyle irkildim. 'Ben iyiyim, merak etmeyin.' diyordu. 'Arkadaşlar ne kadar büyük bir işin peşinde koştuklarını bilse keşke, daha fazlasını ortaya koyarlar.' dedi. Ben 'Aysel Abla çok üzülüyor.' deyince 'Söyle üzülmesin, ben iyiyim, merak etmesin.' ikazında bulundu."

Son Hicreti, Toprağa

İkinci rüya ise Moğolistan'da çalıştığı kolejden. Öğrencilerden sorumlu bir arkadaşı uyku ile uyanıklık arasında görür Adem Tatlı Bey'i. Üzülmüş, hatta biraz sinirlenmiştir Adem Hoca. Arkadaşına "Biz buraları böyle mi bıraktık, her taraf toz," diye çıkışır. Arkadaşı "Ağabey siz vefat etmemiş miydiniz?" diye sorunca, "Görüyorsun beraberiz. İşinize sahip çıkın. Dünyada hiç ummadığınız şeyler dahi burada çok değerli oluyor." şeklinde cevap verir.

Adem Tatlı, Asya bozkırlarını yeşertmeye gitmişti Moğol gurbetine. Son yolculuğu toprağa oldu. Şimdi yüksekçe bir tepeden okulunu seyreden Adem, ölümün adem olmadığını haykırıyor oradan. Yok oluş değil ölüm; hiç öyle olsaydı içimizde yaşar mıydı Adem Tatlı'nın hatırası? Her birimiz Adem olabilmek için çırpınır; hicreti dualarımızın baş tacı yapar mıydık?

M. Fethullah Gülen Hocaefendi:
Bir Daha Geri Dönmemek Üzere Gitmeli

Sırf Allah rızası için dünyanın dört bir yanına göç edenlerin durumunu hafife alamaz ve basite ircâ edemeyiz; çünkü bu muhacirlerin herhangi bir maddi çıkarları ve menfaatleri yoktur. Türkiye'nin içinde ve dışında ve âlem-i İslam'ın sair yerlerinde, hicret eden kimseler, "Şüphesiz ameller, niyetlere göredir ve herkese niyet ettiği şey vardır" fehvasınca, niyetlerine göre mükafaat görecek ve ilk hicret edenlerin arkasında -inşaallah- yerlerini alacaklardır.

Yani Allah, Muhacirleri Muhacirlerle, Ensarı da Ensarla haşredecektir. Bu itibarla da, "Muhacirler toplansın!" dendiğinde bu mukaddes göçün heyecanıyla yollara düşmüş olanlar, Muhacirlerin arkasında yerlerini alacaklardır. Kim bilir günümüzde Allah rızası için hicret edenlerden herhangi birisinin önüne Hz. Ebû Bekir (radiyallâhu anh) mi, Hz. Ömer (radiyallâhu anh) mi, Hz. Osman (radiyallâhu anh) mı rastlayacak?! Bunları her an Rabb'inin huzurunda hesap vereceğine inanan ve bir ayağının mezarda bulunduğunu his ve idrak eden bir insanın ağzından dinliyor gibi dinleyin; eğer bu mevzuda hilaf-ı vaki ve mübalağalı beyanda bulunuyorsam, Allah'a hesap vereceğim demektir...

Muhacir, hicret edeceği yere giderken, "bir daha geri dönmemek" üzere gitmelidir. Kendi ülkesinin yemyeşil yamaçları, bağ ve bahçeleriyle diğer bütün güzellikleri aklına geldiğinde, Sahabe gibi, "Aman Allah göstermesin buradan geriye dönmek mi!" duygusuyla tir tir titremelidir.

Evet, ideal muhacir, niyetini halisâne yaptıktan sonra gideceği yere gitmeli, "Senede bir defa olsun gelip ülkemi göreceğim" gibi mülahazalara kapılmamalı, anne-baba, memleket sevgisini içine gömmeli ve bir daha geriye dönmeyi düşünmemelidir. Hatta o ilk garipler gibi yerlerini terk etmeyi düşünmemeli ve Allah rızası için hizmet ettikleri yerlerinden ayrılmamalıdırlar.