Türkiye'nin Küreselleşmeye Verdiği Tek Cevap!

Sosyolog Ali Bulaç, Gülen cemaatiyle ilgili araştırmalarını, 'Din - Kent ve Cemaat' adıyla kitaplaştırdı. Bulaç'a göre Türkiye'nin hızlı toplumsal dönüşümünde cemaatler, gerginlikleri ve sıkıntıları azaltan bir fonksiyona sahip.

Ali Bulaç, meslektaşları gibi içinde yaşadığı toplumu anlamaya çalışan bir sosyolog; ama onu farklı kılan özelliklere de sahip. Yıllardır âdeta deney konusu hâline getirilen bir toplumsal kesimin bizzat içinde yaşıyor olmak gibi… Bulaç, muhafazakâr-dindar kesimin içinden çıkmış ve onun gelişim çizgisini izleyen, bir yandan analizini yaparken, diğer yandan kendisi de dönüşen bir sosyolog. O açıdan, sadece kendi mahallesinde değil her çevrede bulgularına, tespitlerine ve analizlerine itibar ediliyor. Hatta zaman zaman bizatihi kendisi, sosyolojinin konusu hâline gelebiliyor. Nilüfer Göle gibi uluslararası çaptaki sosyologların eserlerinde ondan sık söz etmesi boşuna değil elbette. Bulaç da bunun farkında. Meseleyi espri konusu yapmaktan da çekinmiyor: "Ben Nilüfer Göle'nin laboratuar nesnesiyim."

Orta Sınıfı Anlamak!

Bugüne kadar pek çok toplumsal gelişmeyi onun kaleminden anlamaya çalıştık; ama şüphesiz en fazla dikkati çeken, Fethullah Gülen hareketi üzerine yazdıklarıydı. Çeşitli mahfillerde bu konuda konuşma, makale ve değerlendirmeleri oldu; ancak asıl beklenen kapsayıcı çalışma, geçtiğimiz günlerde Ufuk Kitap aracılığı ile okurlara ulaştı. Kısa süre önce kurulan ve koordinatörlüğünü Dr. Faruk Tuncer'in yaptığı Gülen Hareketi Araştırmaları Derneği'nin katkılarıyla yayımlanan kitap, "din-kent ve cemaat" ekseninde Türkiye'nin son yarım asırlık toplumsal dönüşümüne ışık tutuyor.

Türkiye'nin 1950'lerden itibaren geçirdiği (ve halen geçirmekte olduğu) toplumsal dönüşümü objektif kriterlerle anlayabilmek için, köyden kente göç, manevi ve geleneksel değerlerin toplum üzerindeki etkisi ile bu iki gelişmenin ürettiği kitlesel hareketleri mercek altına almak şart. Bulaç'ın yıllardır üzerinde çalıştığı 'cemaat' kavramı da esasen, kentlileşen orta sınıfın ürettiği kavramlardan. Bu da demek oluyor ki, göçle oluşmaya başlayan ve yarım asırda anlamlı bir noktaya ulaşan yeni orta sınıf, Türkiye'nin önemli toplumsal şifrelerinin de saklı olduğu kitle aynı zamanda. Günümüzde bazı aydın, yazar ve akademisyenlerin yaptığı ve yapmaya da devam ettiği hatalı toplumsal tahliller, bu yeni orta sınıf gerçeğini atlamanın doğal sonuçları aslında.

Ali Bulaç ise bu süreci anlayabilmek için aydınları, 'değişimi okumaya' davet ediyor ve dinî cemaatleri bize özgü bir tür yeni toplumsallaşma biçimleri diye tanımlıyor. Kentlileşen orta sınıfa özgü bu cemaatler, ona göre Türkiye ve İslam dünyasının modernleşme tecrübelerinin somut ifadeleri. Şu tespitler çarpıcı olduğu kadar, içeriden bakabilmenin de tezahürü: "Cemaat hayatında fedakârlık, diğerkâmlık, başkası için var olma (yaşatma zevkiyle yaşama), hizmet, paylaşma, yardımlaşma, hatta adanmışlık temel davranış kodudur. Fukuyama'ya göre bunlar, sahip olduğu yüksek düzeydeki bilimsel birikim, teknolojik üstünlük ve ekonomik zenginliğe rağmen, Batı'nın refah toplumlarının sahip olamadığı 'toplumsal sermaye'dir. Bu sermaye olmadıkça toplumsal hayatın barış ve huzur içinde sürmesi mümkün değildir."

Cemaatler Modernliği Yeniden Üretiyor

Hep tartışılagelmiş ve hâlâ da kafa karışıklığının devam ettiği bir konudur; din ve modernite ilişkisi. Bazı aydın ve bilim adamlarına göre din ve modernite, hedefleri ve yolları farklı iki kavram. Bu bakımdan şimdi veya gelecekte hemhal olmaları mümkün değil. Bu görüşün hâkim olduğu 1980'lere kadar din ile moderniteyi yan yana düşünmek mümkün olmadığı gibi, din ve geleneğin ürettiği cemaatlerden de modern hayata katkı beklemek deli saçması olarak değerlendirildi. Klasik yaklaşımın hâkimiyetindeki yıllarda cemaatler (dinî referanslı birçok konuda olduğu gibi) aşılması gereken, çağdışı yapılar tanımına sokuldu. 1990'lardan itibaren bu hâkim görüşe karşı Şerif Mardin, Nur Vergin, Nilüfer Göle gibi sosyologların farklı görüşleri geldi. Bunlar, 'bir de şu açıdan baksak' noktasından, cemaat yapılanmalarını modern hayatın bir yerine monte etmeye kadar ilerledi.

Şimdi bu konudaki fikir çeşitliliği artık eskisine göre çok daha fazla. Ali Bulaç'ın bu noktadaki tespitleri de gelinen noktanın göstergesi: "Dinî cemaatler; modernliği üretmekte ve neşv-u nema buldukları toplumlarının kendine özgü şartlarına intibak ettirmektedirler. İlerleme inancından hareketle modernliği salt modernizasyon olarak ele alan sosyal bilimcilerin ve aydınların iddia ettiğinin aksine, dinî cemaatler geriye dönüşü temsil etmiyor, modernliği yeniden üretip önceden öngörülemeyen bir çerçeveye oturtuyorlar."

Yazar bu noktadaki iddiasını, çalışmasına konu olan somut örnekle de destekliyor. Bulaç'a göre aydınlanmacı pozitivist paradigma açısından Gülen Cemaati, tarihin karanlık mahzenlerine çekilmesi gerekirken, tam aksine dünyanın her yerine ulaşıyor; en yüksek düzeyde eğitim veren kolejler, üniversiteler açıyor, 'ötekiyle' diyaloga geçmenin imkânlarını araştırıyor. Bulaç bu anlamda cemaatin faaliyetini, 'Türkiye'nin küreselleşmeye verdiği tek cevap' diye nitelendiriyor. Gelinen nokta ilginç gerçekten. Yıllarca devleti ele geçirerek geri götürme suçlamasından bir türlü kurtulamamış bir sivil hareket, artık sosyoloji kitaplarında, "Türkiye'nin 20. yüzyılda küreselleşmeye verdiği tek cevap" diye bahsedilecek noktaya ulaşıyor. Küreselleşmenin en önemli tezahürleri sayılan Forbes gibi dergilerde, Davos gibi toplantılarda Fethullah Gülen adı, "dünya barışına katkı yapanlar" listelerinde yer alıyor. Bu süreç cemaatin dönüşümünün mü yoksa insanların onu gerçek boyutlarıyla görebilmelerinin bir sonucu mu? Her ikisi de aslında; ama en çok da ikincisi gibi görünüyor…

Hem İçindeyim Hem Dışında!

-Bir sosyolog olarak, cemaatin faaliyetleri ilk ne zaman ve hangi olayda dikkatinizi çekti?

Başından beri diyebilirim. Gözümü bu atmosferin içinde açtım. Dışarıdan gelen bir insan değilim. Dindarlarla ilgili gelişmeleri devamlı gözlüyorum. Politik Müslümanlığı ve millî görüşü, radikal hareketleri, cemaatleri ve tarikatları başından beri izliyorum. Hocaefendi cemaatiyle tanışmam ise 1971'e dayanır. Mardin'den İstanbul'a geldim, Yüksek İslam Enstitüsü sınavlarına hazırlanmak için. O dönem Hocaefendi'nin arkadaşlarının yanında 6 ay kaldım. Beni sınavlara onlar hazırladı.

-O zaman sizinki cemaate içeriden bakış denebilir mi?

İçeriden bakış yapabilecek durumdayım; ancak bunun sakıncaları da var. Nesnellik için gerekli olan mesafeyi koymakta zorlanabiliyorsun. Ben mümkün mertebe, bir yandan o mesafeyi koyarak araştırma yapmak istiyorum, öbür taraftan da aşırıya kaçmadan sosyolojinin, sosyal bilimlerin malzemelerini kullanıyorum. Sosyal bilimlerin verdiği malzemeyi abartmak, bazen insanı doğru bilgiye götürmeyebiliyor. Araştırma konusunu tümüyle nesneleştirip, arada hiçbir bağ bırakmıyor. Ben Nilüfer Göle'nin gözünde bir laboratuar nesnesiyim... O bunu yapmadığı sürece bilim yapmış olamaz. Benim tek derdim ise bilim yapmak değil. Sosyolojinin zemininde kalarak, onun yöntemlerini aşırıya götürmeden bu olayı anlamaya ve anlatmaya çalışmak… Şöyle bir iddiam da var. Bu çalışmayı ancak ben yapabilirdim; çünkü hem içerideyim hem dışarıda... Hem de akademisyen değilim, ödeyeceğim bir bedel yok. Bir akademisyen bunu yapsa onun için bir bedeli olabilirdi. Cemaati meşrulaştırma suçlamasıyla akademyadan dışlanmak gibi…

Selçuklu'ya Tekaddüm Eden Hareket

-Cemaati araştırma düşünceniz, dışa açılmanın yaşandığı 90'lardan sonra mı başladı?

Bu hareket, 90'lardan itibaren Türkiye'nin en önemli cemaat hareketi olma vasfını kazandı. Yaptıklarıyla da bunu kanıtladı. Cemaatler teşekkül ettiklerinde benmerkezci ve dışlayıcıdırlar. Bir özgüven kazanıncaya kadar bu devam eder. Bunu kazandıklarında ise dışa açılmaya başlarlar. Bu cemaat, Selçukluların kuruluşuna tekaddüm eden bir hareket konumundadır. Orta Anadolu'da o zaman büyük bir iktisadi hareketlilik vardır ve bunun arkasında yüksek düzeyde bir dinî motivasyon vardı. Hocaefendi hareketi de şimdi böyle büyük bir enerji topluyor Anadolu'dan. Bunu içeride tutmak da çok zor, bu sebeple dışarı açılıyor.

-Bu durumda 19 ve 21. yüzyılın bireyi yücelten yaklaşımı tekrar yerini cemaat hayatına mı terk ediyor?

Benim tezim şu, bugünkü sosyal bilimcilerin asla kabul etmeyeceklerini sandığım bir tez; din geri geldi. 19. yüzyılda gidecek sanılan din geri geldi. İkincisi cemaatlerden cemiyete yani topluma doğru alt kültür gruplarında büyük bir toplumsal yapıya doğru gidileceği beklenirken toplum tekrar cemaatlere bölünüyor ve birey kendini cemaatler üzerinden koruyabiliyor. Devlet ve toplum bireyi yuttuğu için, o artık kendini ancak cemaatler eliyle koruyabiliyor. Aydınlanmanın birey projesi gerçekleşmedi. Cemaatler bu durumda öne çıkıyor. Batı'nın cemaatleri de sivil toplum kuruluşlarıdır. Bizde bunun karşılığı cemaatlerdir. Bundan sonrası cemaatler dönemidir. Cemaatlerin yaşayabilirliğini sağlayan en önemli faktör ise Anadolu'nun enerjisini temsil etmeleri ve iktisadi-rasyonel yapılar olmaları. Bugünün dünyasında birey için cemaat içinde olmak rasyonel bir tutumdur.

-Hocaefendinin öncülük ettiği oluşuma Türkiye ve Anadolu Müslümanlığı denmesi doğru mu peki?

Hocaefendi cemaati Türkiye sosyolojisinin ürettiği bir yapıdır. Bunun içinde bütün etnik gruplar vardır. Buna Türk Müslümanlığı, Anadolu Müslümanlığı demek yanlıştır. Bu yapıda, Osmanlı'dan kalan kuşatıcı miras çok daha etkilidir. Bu yönüyle İslam dünyası için model demiyorum; ama örnek olabilecek potansiyele sahiptir.

-Kitabı hazırlarken Hocaefendi ile görüştünüz mü? Kitap için söyleşi yaptınız mı?

Hayır, böyle bir görüşmem hiç olmadı. Onunla daha önce yaptığım görüşmelerin de bu çalışmada bir etkisi olmadı. Sadece bir adet imzalayıp kendisine gönderdim.

Cemaatler Olmasaydı Ne Olurdu?

Ali Bulaç, cemaatler noktasında en fazla tartışılan bir konuya, devleti ele geçirme suçlamasına da değiniyor kitabında. Ona göre bu tartışmanın kaynağı, cemaatler değil bizzat devletin yapısı. Cemaatlerin bürokratik mekanizma içinde kendilerine koruyucu unsurlar araması, 'cemaatlerin devleti ele geçirme' dürtüleriyle değil, devletin zaten anayasada belirlenen tarafsızlık ilkesine aykırı davranmasıyla açıklanabilir. Bulaç'a göre devlet, 'hakem devlet' veya 'hukuk servisi yapan garson devlet' fonksiyonuyla yetinirse kimsenin onun cazibesine kapılmasına gerek kalmaz. Devleti ele geçirme bir yana, cemaat hayatının bu ülkenin selameti adına büyük önemi olduğu tespiti de yine Ali Bulaç'a ait: "Cemaat olma ve cemaatleşme imkânları olmasaydı, Türkiye çok daha karmaşık ve sorunlu olurdu. Batılı ülkelere göre suç oranlarının bu seviyede düşük olmasını, en güçlü örgütler aracılığı ile sürdürülen terör hareketlerinin marjinal seviyede kalmasını dahi biz cemaat terbiyesine, cemaat ahlakına, cemaatin kendi mensubuna sunduğu anlam haritasına, kısaca cemaat hayatına borçluyuz."