Hoşgörü Değil Katlanmak Var

Genel korkumuz, Türkiye'de laikliğin elde gideceği, 70 yıllık Cumhuriyet'in yıkılacağı, yerine bir şeriat devletinin kurulacağı, Türkiye'nin bir İran ya da Cezayir, hatta Afganistan olacağı.

Bu korku, çeşitli yayınlar ve kulaktan kulağa yayılan propagandalarla bir "paranoya" haline dönüşüyor.

Tahrikler sonucu paniğe kapılan kitlelere ne anlatsanız faya etmiyor. At gözlüğü takılmış gibi "Ama Refah" diyorlar.

Bu Refah gökten zembille inmedi ki. Refah devlete "iktidar ortağı" olduğu günden beri sızmıyor ki, laiklik Erbakan'ın Başbakan olmasından bu yana tehlikede değil ki.

Refah zihniyeti taaa 1950'li yıllardan bu yana devletin içine sızmış, önemli kaleleri fethetmiş durumda zaten.

Kanlı pazarları, yeşil bayrak açılan cenazeleri, Cuma namazı sonrası toplu yürüyüşleri, şeriat özlemlerinin dile getirildiği mitingleri ne çabuk unutuyoruz.

Çifte Standart

Şeriat özlemleri ve hatta tehlikesi uzun süredir başımızın derdi olmasına rağmen bunun şimdi bir paranoya haline getirilmesi ilginç geliyor bana. Tabii "Ama Refah hiç iktidar olmamıştı, şimdi iktidarda, bu açıdan bakınca tehlikenin büyüklüğü görünebilir" diye düşünebilirsiniz.

Bu doru bir yaklaşım belki, ama bu sefer de anlamadığım bir başka durumla karşı karşıya kalıyoruz.

Bir yandan "şeriat" korkusu altında paniğe kapılırken, diğer yandan da Fethullah Gülen'in toplantılarına koşa koşa gitmek de neyin nesi oluyor?

Fethullah Gülen, Türkiye'yi İslami kurallarla yönetmek isteyen, bunun için yıllardır mücadele veren bir tarikat lideri.

Ancak, diğerlerinden farkı şu:

Fethullah Gülen şeriat yönteminin 70 milyonluk nüfusu, 1000 yıllık tarihi ve kültürü, bilimi, sanatı, beğenmesek de demokrasisi, çağdaş kurumları olan bir Türkiye'de kurulamayacağını farketmiş.

O halde "şeriat" diye tutturmak yerine, Türkiye'yi daha modern görünümlü ama özünde İslam'a dayalı bir modele doğru itmek "en iyi" çözüm.

Hoşgörü Nedir?

Fethullah Gülen, toplumdaki "şeriat korkusunu" aşmak için "güleryüzlü, akıllı, mantıklı bir islam" söylemiyle ortaya çıkıyor.

Bugüne kadar sadece bu ülkenin nimetlerinde yararlanmış, boş zamanı olduğu için bol bol ahkâm kesmiş olan "yarı aydın" zümre de "Refah'a karşı emniyet subabı" olarak gördüğü Fethullah Gülen'in yanına koşuyor.

Neden? Çünkü Fethullah Gülen "hoşgörü'den söz ediyor. Diyor ki "Diyalog kuralım, birbirimizi anlamaya çalışalım, hoşgörü toplumu yaratalım."

Şimdi gelelim bu hoşgörü sözüne.

Son yıların sihirli sözcüğü oldu bu. Herkes kullanıyor, üstelik çok da prim yapıyor.

Oysa "hoşgörü" gerçekten hoş bir kelime mi, ben pek emin değilim.

Bu noktaya şuradan geliyorum, hoşgörü içinde "böbürlenmeyi" ya da "üstün olduğunu kanıtlamayı" da beraberinde getiriyor.

Yeni biri size diyor ki "Ben seni hoşgörüyorum". Tercümesi şöyle olabilir: "Sana inanmıyorum, sana güvenmiyorum, senin önemli olduğuna da inanmıyorum, ama seni hoşgörüyorum."

Hoşgörü, fikirler, ideolojiler, düşünceler üzerine olamaz. Hoşgörü büyüklerden küçüklerden küçüklere karşı olabilir.

Benim düşüncemi hoş göremezsiniz, katlanırsınız, anlamaya çalışırsınız, tahammül edersiniz.

Çocuğunuz bir yaramazlık yaptığında hoş görebilirsiniz. Yanınızda çalışan birinin natasını hoş görebilirsiniz.

Ama düşünceyi hoş görmek olabilir mi?

Kim kim oluyor da kendini daha üstte görüp "hoşgörü" lafını edebiliyor:

Fethullah Gülen ve yandaşları bu sakıncayı bildikleri için "Biz sizi hoşgörüyoruz, siz de bizi hoşgörün" diyerek "şeriat tehlikesi" karşısında şaşırmış yarı aydınların kafalarını karıştırıyorlar.

Bu Yazının Sonu

Fethullah Gülen'in "İslami yönetime yumuşak geçiş" tezini gizliden gizliye kabul ettirmek istediğini daha önce de yazmaya çalışmıştım.

Geçen hafta Lütfi Kırdar salonunda düzenlenen geceye katılanların listesini görünce bu yöntemin iyiden iyiye tutmaya başladığını düşünmeye başladım.

Gülen, sözde hoşgörü adına özünde toplumun dinamiği olması gereken büyük bir kesimi pasifize etmeyi başarıyor.

Manasını derinine düşünmeden sloganlara sarılan ve böylelikle "şeriatı önleyeceklerini" sananlar ile sanıyorum içten içe dalga da geçiyordur.

Gülen önemli bir işi başarıyor. Bugüne kadar "bar sohbetlerinden" ya da "tatlısı demokratlığının kolaylıkla yapıldığı kokteyllerden" aldıkları bilgilerle "şeriata hayır" diyenler şimdi enazından "şeriat olacaksa bari böyle çağdaş olsun" oportünistliğine itilmiş oluyor.