"Ben" Dedikçe 'Biz'i Kaybediyoruz

Her nimet aynı zamanda bir imtihan vesilesi. Allah'ın büyüklüğünü anlamaya bir kapı aralayan benlik nimeti de doğru yola kanalize edilmediği takdirde, 'küçük firavunlar'ın oluşmasına sebep oluyor.

Şeytan henüz can verilmemiş bir haldeyken takılmaya başlar Hazreti Adem'e. Yanından geçerken "Ben bunu mağlup ederim. Bunda çok boşluklar var." diyerek kendisinin ondan üstün olduğunu düşünür. Cenâb-ı Hakk'ın meleklere "Adem'e secde edin." emri gelince içindeki kaymayı yansıtır. "Adem'e secde etmem! Ben ondan üstünüm!" diyerek ilahî emre karşı gelir. "Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan." sözüyle kendince farklılığını ifade eder. İçindeki 'benlik duygusu' tek amacı Allah'a hizmet olan İblis'i bile yoldan çıkarır. Lanetlenir ve huzurdan kovulur.

Kimi tehlikeler vardır; içki, kumar ve hırsızlık gibi. Görünür ve toplum hayatında yansımaları olduğu için tasvip edilmez, sevilmez. Kimi hatalar da vardır ki, insanın birçok latifesinin sönmesine, ayağının kaymasına sebep olur. Bediüzzaman Said Nursî işte o hatalardan ve şeytanın tuzaklarından bahsederken bilhassa 'enaniyet'e dikkat çeker. Enenin Hz. Adem zamanında günümüze kadar gelen nuranî bir Tuba-i Cennet ve aynı zamanda müthiş bir Zakkum-u Cehennem çekirdeği taşıdığını söyler. Zira enaniyet, kulluğun şuuruna vardıran ve Allah'a ulaştıran bir kapı da olabiliyor... Bu duygu ile O'nun (cc) isim ve sıfatları bir derece biliniyor. Kendi sınırlarının farkına varan insan Yaratıcısı'nın sınırsızlığını anlıyor. Öte yandan aynı enaniyet, kendisini Yaratıcı'ya eşitlemeye çalışan, gurur ve kibirle "her şeyi ben yaptım, ben yarattım" düşüncesiyle şirke de götürebiliyor...

Enaniyet, ben manasına gelen eneden türemiş bir kelime. Allah'ın insanın mahiyetine yerleştirdiği duygulardan birisi. Ve her nimet gibi aynı zamanda bir imtihan unsuru. Egoizm adı da verilen bu duygu ile hayatımızın her safhasında karşılaşırız. Kendini düşünme, şahsına düşkün olma, her işte bir çıkar gütme, bencillik düşüncesi taşıma, kıskanma, gurur yapma enaniyete götüren yollardan birkaçı. Bu his kimi zaman öyle güçlenir ki; kendini mutlak üstün görme ve ben merkezli bir dünya kurmaya kadar götürür. Hadiseler dar perspektiften ele alınır. İçinde egonun olmadığı olaylar anlamsızlaşır. İnsan narsizm adı verilen hastalıklı bir ruh haline bürünür. Artık nefis tapılacak bir öğe olmuştur. Nasıl ki iyilik duygusu yapıldıkça gelişir. Aynı şekilde egoizm de nefsi şişirdikçe şişirir ve ufak şeylerle yetinmez olur. İşte o zaman insan, Cenâb-ı Hakk'ı gerçekten sevenler kadar kendini sever. Zirve noktasına gelince de Allah'ın yarattığı ağızdan bir Firavun gibi "Ben sizin en yüce Rabb'inizim." (Nâziat Sûresi, 79/24) cümlesi dökülür.

Günümüzde bilhassa 'özgüven', 'benliğin sırları', 'objektivizm' gibi fikirler had safhada. Artık tevhid akidesine ters olan "Ben yarattım.", "Ben yaptım.", "Ben başarılı oldum." gibi ifadeler sıradan hale geldi. Hâlbuki "Ben yaptım." cümlesi, küçük bir muhasebe ile çöküntüye uğrar. Mesela "Yemek yedim." ifadesini düşünelim. Ortada bir yemek ve onu yiyen biz varız. Öncesinde ise toprağı, ekmeği yaptığımız buğdayı, toprakla buğday arasında ilişkiyi yaratan Allah. Buğdayın yetişmesi için hazırlanan ortam ve güneş de O'nun eseri. Biz sadece lokmayı kendi irademizle ağzımıza alırız. Ardından o lokma çiğnenip öğütülüyor. Sonra mideye gidiyor, hazmediliyor. Yararlı kısımlar alınıyor vücuda dağıtılıyor. Diğerleri dışarı atılıyor. Bu aşamaların hangisinden haberimiz oluyor? Ağzımıza koyduğumuz lokmanın vücudumuzdaki seyri, bütünüyle kendi irademiz dışında gerçekleşmiyor mu? Ne mideye almada, ne ayrıştırmada ne de faydalıları dağıtıp, yararsız olanları dışarı atmada bir dâhilimiz oluyor. Buna rağmen, yemek yeme eylemine sahip çıkıp "Ben yedim." demek de görüldüğü üzere gayet mantıksız hale geliyor.

Şeytanın huzurdan kovulmasını netice veren şey, elbette insanın huzura kabulüne sebep olmaz. Nitekim Bediüzzaman da "Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz, sizi enaniyetle vurmasınlar, onunla sizi avlamasınlar. Hem biliniz ki, şu asırda ehl-i dalâlet eneye binmiş, dalâlet vadilerinde koşuyor." diyerek bu şeytanî sıfata karşı bizi tetikte olmaya çağırır. Bu sebeple bencillikten kurtulmak ve Üstad'ın ifadesiyle 'ene'yi 'nahnü'ye, 'biz'e dönüştürmek gerekir. Yani bir iş, bir eser, bir çaba varsa bunda tek tek fertler ve nefisler yerine şahsı manevî ortaya çıkarılırsa bir anlamı olur. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin ifadesiyle de bütün hakikatin gerçek sebebi Hüve'ye yani Allah'a bağlanırsa eneden sıyrılmak mümkün hale gelir. Hazreti Mevlânâ "Kul oldum, kul oldum, kul oldum! Ben Sana hizmette iki büklüm oldum. Kullar âzad olunca şâd olur; ben Sana kul olduğumdan dolayı şâd oldum." der. Bu şekilde kulluğun benlik ve enaniyet cihetiyle yol almadıkça Hakk'a ulaşmanın imkânsızlığından bahseder. İnsanın gerçek büyüklüğü, enaniyetten sıyrılmakla mümkün. Yani egoizmin ilacı tevazu ve mahviyette gizli. Nitekim Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de azamet ve izzetine rağmen 'biz' diyerek kullarına edebin ölçüsünü gösterir.

Bize "Beni ve davranışlarımı da yaratan Allah'tır." demek kalır. Zira ne kadar büyüklensek ne kadar "Ben yaptım, ben ettim." desek de bakî kalacak olan sadece Allah değil mi? "Yeryüzünde ve kâinatta bulunan her şey fenâ bulacak, sadece Zât-ı Ulûhiyet'tir ki bâki kalacak." (Rahmân sûresi, 55/26-27)