Kâinatın Tercüman'ı İnsanı Anlatıyor
İnsan hangi çağda dünyaya gelirse gelsin hep aynı soruların cevabını arar. Ben kimim? Nereden geldim ve nereye gidiyorum? Beni bu aleme gönderen kim ve benden ne istiyor? Peki bu sorularla boğuşan insan, kendini muhatap alan bir kitapla karşılaşıp aradığı cevapları bulursa?... "Andolsun ki, Biz Âdemoğullarını mükerrem (değerli) yarattık. Onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel yiyecekler ihsan ettik ve yarattıklarımızın pek çoğundan daha üstün kıldık. Bütün insan topluluklarını kendi önderleriyle birlikte huzura çağıracağımız gün amel defteri sağından verilenler, kitaplarını gönül rahatlığı içinde okuyacaklar ve kıl kadar haksızlığa uğramayacaklar." (İsrâ Suresi, 17/70-71) Şüphesiz böylesi bir hitaba kayıtsız kalamayacaktır.
Cenâb-ı Hak insanı kâinatın yaratılışından itibaren kendine muhatap almış. Farklı zaman ve mekânlarda peygamberlere ihtiyaçlarımıza göre bazen 'sahife(ler)' bazen de 'kitap' göndermiş. Çünkü soyut aklımız ile kâinatın hal diliyle verdiği mesajları anlamaktan aciziz. Bu âlemin diline hakim olan bir rehbere muhtacız. Üstad Bediüzzaman Hazretleri Kur'an'ı "Şu kitab-ı kebir-i bir tercüme-i ezeliyesi ve âyât-ı tekvineyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedisi" olarak tanımlar. Nitekim vahyin yardımı olmadan bu alemi idrak etmekte güçlük çekeceğimiz aşikar. Kur'an'da hadiseler bir bütün olarak ele alınır. Yaratılmış hiçbir varlık onun ilgi sahasının dışında kalmaz. Hatta göklerin ve yerin yaradılışı anlatılırken, evrendeki canlılardan bahsedilirken veya insanlık tarihinden kesitler aktarılırken bile hep aynı gaye gözetilir. Bütün hayatımızı kuşatan Ezeli Kelam'da ferdî, ailevi, içtimaî, ahlâkî, îktisadî vs. konulara dair hüküm(ler) var. İnsanın maddi hayatını tanzim ettiği gibi vicdanına ve ruhuna da hitap ediyor. Zira insanın sadece bir kısım isteklerini karşılasaydı, bir yönümüz eksik kalacaktı. Kâinatı bir bütün olarak gören Kur'an insanı da aynı şekilde ele alır. Fethullah Gülen Hocaefendi 'Kur'an'ın Altın İkliminde' adlı eserinde tam da bu noktaya işaret eder: "İnsanı, kalbi, sırrı, duyguları ve bugüne kadar henüz keşfedilmemiş latife ve hisleriyle bir bütünlük içinde tahlile tabi tutma, kritik etme sadece Kur'an'a nasip olmuştur." Çünkü İlahî Kelam, insanı bütün derinlikleriyle bilir. Dolayısıyla bizlerin hissiyatına hitap ederek duygularımızı uyandırır. Onu dinleyen ve okuyanlar, ayetlerinde kendi ruh haletini bulur. Bazen kibrinin açtığı yaraya merhem olur bazen de merhametinin yansımasını görür onda. Başına gelen musibetlerin bir imtihan, sabrın ise ilaç olduğunu yine ondan öğrenir. Allah yarattığı kulunun fıtratını ve meyillerini bilir. Aslında böylece onu adım adım hak ve hakikate hazırlar. Hatta kimi ayetlerde bazı şahıslar yer yer zikredilerek, ibretlik hikâyeler anlatılır. Hz. Eyüp'ün (as) hikâyesini bilmeyenimiz yoktur. Ciddi bir hastalığa yakalanmış, ancak hiçbir zaman isyan etmemiş; sabrı ve Allah'a olan güveni ile mü'minlere örnek olmuş bir kul, peygamber olarak zikredilir: "... Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi." (Sa'd Sûresi, 44) Kur'an tüm bunları bize anlatırken kendine has bir ifade tarzıyla sunar. Okuyan kişi onun tüm hissiyatına seslendiğini görmekle birlikte imanî meseleleri ele aldığını, ahlâkî bir yol çizdiğini, kanunlar koyduğunu, insanları İslam'a çağırdığını, inanmayanları uyardığını, inananlara müjdeler verdiğini ve bunların hepsinin bir ahenk içinde sunulduğunu görür. "Onlar; ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken hep Allah'ı anarlar..." (Âl-i İmran Sûresi, 191) ayeti gereğince böylesi bir kitabı hayatımızın tek bir karesinden bile soyutlamak mümkün olmaz. Kişi her haliyle Kelam-ı İlahi ile meşgul olabilir. Sahabe neslinin Kur'an'a duyduğu iştiyak, onu anlama ve hayatlarına geçirme gayretleri bu noktada bizlere güzel bir örnek. Hasan-ı Basri Hazretleri Hz. Osman'ın (ra) "Gönüllerimiz temiz olsaydı Rabb'imizin kelamına doymazdık. Kur'an'a bakıp okumadığım bir günün üzerimden geçmesini çirkin görürdüm. Seven kişi sevgilisinin sözüne nasıl doyar ki? Çünkü onun arzusu zaten budur." dediğini nakleder. Gece kıldığı iki rekât namaz boyunca bütün Kur'an'ı hatmeden, meleklerin hayâ ettiği o büyük insanın kanı da kendi okuduğu Kur'an'ın üzerinde bir şahadet mührü gibi hâlâ durur. Son nefesini Rabb'imizin Yüce Beyan'ı ile hemhal olmuşken vermek ancak Hz. Osman gibi düşünen ve hareket edenlere nasip olsa gerek. Onlarla Kur'an arasında böyle bir muhabbet vardı. Zira sahabe efendilerimiz Kur'an okumayı bir ibadet ve Allah (cc) ile konuşma olarak telakki ederlerdi. Kur'an'ı okurken ve anlamaya çalışırken, iç dünyamıza yönelip nefis muhasebesi yaparak ruhumuzun sesine de kulak verirsek ancak o zaman nefsimizin kötülüklerinden kurtularak onu hakkıyla anlayabiliriz. Allah hepimize 'Sonsuzun kelime ve harfler dünyasındaki ışığı' ile aydınlanmayı ve onu hakkıyla anlamayı nasip etsin! Amin. (Buket Davulcu)
- tarihinde hazırlandı.