Mâna erlerini saklar Ahlat
Süphan Dağı'nın gölgesinde lacivert bir göze benzer Van Gölü. Bu gözün siyah kaşını andıran saklı bir belde var: Ahlat. Müslüman Türk tarihinin gözbebeği Ahlat'ın sukûnet sahibi yerli halkı, nezaketle karşılıyor misafirlerini. Çünkü bu tarihi topraklar Anadolu'nun en eski ev sahibi. Bu yüzden bu güzide mekanda dokunduğunuz her taşın ayrı bir hikâyesi var. Ahlat, tarihî zenginlikleriyle açılmamış bir gelin duvağı gibi öylece duruyor. Yüzyıllardır güzelliğine, tarihi değerlerine el değmemiş. Burayı özel kılan sebeplerden biri Kayı Boyu'nun Anadolu'daki ilk yerleşim yeri olması. Zira Osmanlı'nın kurucusu Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi Ahlat'ta doğar. Ayrıca Alparslan'ın da garnizonudur bu topraklar.
Yörenin tarihi, M.Ö. 15. yüzyıla uzanıyor. Kimler geçmemiş ki Ahlat'tan: Saltuklar, Oğuzlar, Bizans, Selçuklular, Urartular... Birçok devletin sahip olmak istediği bu tarih kokulu yerleşim, değişik dönemlerde İslâm kültür ve medeniyetine beşiklik yapar. Birçok devletin mücadelesiyle el değiştirir durur. Ahlat, Türk-İslâm tarihinin de başlangıcıdır. Aynı zamanda doğudan İç Anadolu ve batıya geçişte köprü vazifesi görür.
Ahlat isminin ise enteresan bir hikâyesi var. Van Gölü'nün Ahlat kıyısında hüküm süren Urartu Kralı Lat, Medlerin saldırısı sonucu şehir düşünce, ağır yaralanır. Bunun üzerine kralın kızı, babasının yanı başında "Ah Lat" diyerek ağlar. Kral kızının bu feryatları üzerine bundan sonra yöre 'Ahlat' adıyla anılır.
Gelelim Ahlat'ın fetih serencamına. Hz. Ömer, halifelik dönemi olan 639–640 yılları arasında Ahlat'a Halit Bin Velid komutasındaki askerî güçleri gönderir. Kent, fethedilir fakat Abbasilerin idaresi zayıflayınca tekrar Bizanslıların eline geçer. 1040 yılında ise tarih sahnesinde Ahlat'ta Selçuk Bey'in torunları Tuğrul Bey ve İbrahim Yınal görülür. Daha sonra Güneydoğu Anadolu'da beylik kuran Mervaniler devreye girer. 1061 yılındaysa kendilerine yeni bir yurt arayan Türkler, Asya'dan Anadolu'ya göç ederken bu şehri ele geçirir. Türklerin, Anadolu'da günden güne ilerlemesi, Doğu Roma İmparatorluğu'nu rahatsız eder. 1071 yılında Ahlat'tan yola çıkan Selçuklu kuvvetleriyle onları Malazgirt ovasında bekleyen Doğu Roma (Bizans) ordusu çarpışır. Selçukluların galibiyeti ile sonuçlanan savaşta Ahlat, artık Müslüman Türklerin kalesi olur. Kent, Ortaçağ İslâm dünyasında 'Kubbetü'l-İslâm' olarak bilinen üç önemli şehirden (Belh, Buraha, Ahlat) biri olarak anılmaya başlanır.
Efendimiz'in soyundan gelenlerin, Bitlis, Emevi ve Abbasi zulmünden kaçarak Arap Yarımadası'nı terk edip Bitlis'e kadar gelmeleri de şehrin nice seyyidleri bağrında taşımasına sebep olur. Bediüzzaman, Abdülkadir Geylani ve daha birçok âlim buradan zuhur eder. Yerleştiği bu karlı dağlarda her biri çiçek olup açan seyyidler, tohumlarını gönderir dünyanın dört bir yanına. Türk boyları, bu güzide coğrafyadan geçerken işte bu çiçeklerin kokusuyla boyanır. Türkler, İslâm adına yapacakları fetihlerde, maddî-manevî güce bu sayede ulaşır. İslâm bütün Anadolu'ya Ahlat'tan yayılır.
İki deryanın birleştiği yer
Aslen Ahlatlı olan Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bu tarihî beldeyle ilgili söyledikleriyse yörenin muhtevasını özetliyor: "Esas devletteki gücü temsil eden Türk boyları ile İslâmî ruhu bütün hakikatıyla temsil eden mânâ ve hakikat erleri sâdât birleşerek bir derya meydana getirmişler. Ve fizikî olarak bu deryayı Van Gölü temsil etmektedir. Anadolu'ya giren Türk boyları için tarihindeki geçmiş dirilişlerinin yanında İslâm'la yeniden dirilişe erme, İslâm'ın en yakını sayılan Ehl-i Beyt'le olmuştur. Sanki Bitlis ve özellikle Ahlat, o aşılmaz dağ ve vadilerini, Ehl-i Beyt düşmanlarına karşı bir silah gibi kullanmış; ve zulümden kaçan veya İslâm'la bütünleşen bütün mânâ erlerine de bağrını, sinesini alabildiğine açmış ve onları koruma altına almıştır. Bitlis ve yöresi, mânâ adına öyle münbit bir toprağa sahiptir ki, Anadolu'yu ışık hüzmeleriyle yönlendirecek bütün seçkin insanlar burada yetişmiş, boy atmış ve dal-budak salmıştır."
Ahlat Müzesi, doğu ve batı sentezi
Ahlat bugün birçok döneme ait antik eseri bağrında saklıyor. Bu sebeple Selçuklu ve Osmanlı'nın yanı sıra Roma ve Antik dönemden hatta milattan önce iki binli yıllardan kalma eserlerle dolu Ahlat Müzesi. Müzedeki eserlerin çoğu, 1960'lı yıllarda yörede yapılmış arkeolojik çalışmalarda bulunmuş. Burada sergilenen Urartuların kalesi, çift ejderha başlı bilezikleri, kemerleri, elbise iğneleri, saç tokaları sizi geçmişte bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Ahlat çeşitli devletlerin elinde tarih boyunca el değiştirip dursa da kentin gözbebeğinde Müslüman Türk'ün tarihi ve bu tarihin simgesi durumundaki mimarîsi hâlâ gözleri kamaştırıyor. Özellikle Selçukluların mezar, kümbet, kale gibi eserlere kazıdığı Türk işaretleri, Ahlat'ın yüzyıllardır bir Türk toprağı olduğunu kanıtlıyor. Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı ve Kanunî Sultan Süleyman tarafından genişletilen Osmanlı Kalesi, Emir Bayındır Türbesi, Çifte Kümbet, Usta Şagirt Kümbeti, Abdurrahman Gazi Türbesi ise beldedeki Osmanlı izlerinden sadece birkaçı. (Ayşe Tosun)
- tarihinde hazırlandı.