Sartre, Fethullah Gülen'e Ne Derdi?

Elimde bir kitap var. Kapağında altı tane resim: Jean Paul Sartre, John Stuart Mill, Konfüçyüs, Platon, Immanuel Kant ve Fethullah Gülen. Doğrusu, çok uzun zamandır bir kitap kapağını görünce bu denli heyecanlanmamıştım. A Dialogue of Civilizations adlı bu kitabın kapağındaki resimleri birbiriyle ilişkilendirebilmek için, adını saydığım düşünürlerin hepsini; ama en çok da Fethullah Gülen'i tanımak gerekiyor. Çünkü ilk bakışta sıradan bir okura ya da felsefe meraklısına uçuk bir fikir gibi gelebilecek bu kümelendirme, Gülen'in düşünce evrenini bilenler için, düşünce tarihindeki büyük resmin tamamını görebilmek anlamını taşıyor. Yıllardır hümanistik çalışmalar ve dinler konusunda akademik düzeyde araştırmalar yapan B. Jill Carroll kitabını, Gülen'in eserleriyle söz konusu filozofların metinleri arasında bir 'karşılıklı konuşma' biçiminde kurgulamış. (Türkiye'de böyle bir işe kalkışsanız akademik unvanınızı elinizden alırlar!) Örneğin, felsefenin tarihinin kırılma noktası sayılabilecek Kant'ın ahlak metafiziğini temellendirişi ile Gülen'in (hiç kuşkusuz İslamiyet temelli) ahlak anlayışının nerede, nasıl kesişebildiğini kitapta görmek mümkün. Liberal filozof John Stuart Mill ile Fethullah Gülen'in 'özgürlük' kavramı çevresindeki değerlendirişlerini okuyoruz. Konfüçyüs ve Platon ise ideal insan ve eğitim konusundaki görüşleri üzerinden Gülen ile karşılaştırılıyor.

Bunlar uzun uzun anlatılır elbet, Kant'ın kategorik imperatifiyle Gülen'in ortaya koyduğu kulluk ahlakının ortak paydaları üzerine makaleler yazılabilir. Beni asıl heyecanlandıran, kitapta Sartre ile Gülen arasındaki metinler arası ('metinlerarası' değil!) diyalog oldu. Burada zihnimi kışkırtan şey, iki ismin 'sorumluluk' kavramını nasıl yorumladıkları değil; aynı çağda yaşamış oldukları gerçeği sanırım.

Aralarında bir kuşak farkı olsa da, Sartre'ı da Gülen'i de 20. yüzyılın ve ülkelerinin yazgısından ayrı düşünemeyiz. 1938'de, Fethullah Gülen dünyaya geldiği yıl, 33 yaşındaki Sartre sekiz yıldır hazır bekleyen en ünlü romanı Bulantı'yı yayımlamıştı. 1952'de Sartre, Heidegger'le tanışmak için Freiburg'a gidiyor; Gülen, Alvar'da Hacı Sıtkı Efendi'den ders okuyordu. Sartre'ın Nobel edebiyat ödülünü reddettiği yıl ise Fethullah Gülen, Edirne'de genç bir vaizdi. Sonunda Sartre, Fransız varoluşçuluğunun ve edebiyatının en önemli figürlerinden biri olarak sahneden çekildi. Düşünceleri, savaş sonrası Avrupa'sında, özellikle nihilizmle eğilimli genç kuşak tarafından şaşırtıcı bir ilgi gördü. (Varoluşçuluğun parlak günlerinden yarım asır sonra, bugün, Edirne'deki o genç vaizin düşüncelerinin Sartre'ınkinden çok daha büyük bir küresel etkiye sahip olduğunu görmek tuhaf değil mi?) Popülaritesi arttıkça, temel kaynaklarını okumadan varoluşçuluğu nihilizme özdeşleştirenler oldu. Bu yanlış yargıya karşın Sartre, 'kendi içinde' tutarlı görünen bir 'sorumluluk' öğretisi ortaya koymaya çalışmıştır. B. Jill Carroll da kitabında bu kavramla Gülen'in İslamî gelenekten süzdüğü 'sorumluluk' anlayışını karşılaştırıyor. Biri ateist, biri mümin olmasına karşın, hem Sartre hem Gülen, insan eksenli bir sorumluluk kavrayışı öngörüyorlar. Sartre bunu o bildiğimiz, insanın varoluşunu kendi gerçekleştireceği ilkesinden ("Varoluş özden önce gelir"!) yola çıkarak temellendirirken; Gülen, Risale-i Nur temelli cüz'i irade hakikatine dayandırıyor. Her iki anlayışta da, insanın hem kendine hem de dünyanın bütününe karşı sorumlu olduğu gerçeği var. Biri bunu akılsal olana dayandırırken, biri ilâhî olandan el alıyor. Ve Gülen'in eserlerinden aşinası olduğumuz 'yeryüzü mirasçıları'nın, 'aksiyon insanları'nın dünyaya karşı sorumlu olma bilinci, yeri geliyor Sartre'ın doktriniyle örtüşüyor. Kitabın bu bölümünün tam da bir 'karşılıklı konuşma' kurgusu içinde olduğu söylenemez. Carroll, önce Sartre'ın, ardından Gülen'in yazdıklarından örnekler veriyor.

Yakın çevresi, Fethullah Gülen'in, Sartre'ın 1943 tarihli başyapıtı Varlık ve Hiçlik'i (L'Être et Le Néant, henüz Türkçeye çevrilmedi) Fransızcasından okuduğunu bilir. Gülen'in çeşitli yazılarında varoluşçuluğa keskin eleştirileri olduğu da hatırlanırsa, Carroll'ın kitabındaki makalenin bir anlamda Gülen'in varoluşçuluğa cevabı niteliği taşıdığını da söylemek mümkün. Ne yazık ki, Sartre'ın ömrü Gülen'in fikirlerini tanımaya yetmedi. Zihnimi kışkırtan soru şu: Sartre, Gülen'e ne derdi? Cemal Süreya'nın cennetteki sofrasını düşlemek gibi olacak ama ikisi arasındaki bir konuşma ürpertici olmaz mıydı?

Fethullah Gülen, kuşkusuz bir filozof değil; İslam'ın irfan geleneğine eklemlenen bir âlim, bir yol gösterici, bir zihin yapıcı. Onun dünyasını anlamak için sosyal bilimlerin söylemi yeterli olamaz. B. Jill Carroll, hümanizmi en geniş anlamıyla kabul edip Gülen'i de bu halkaya ekleyerek ortaya bir resim koyuyor. Pırlanta Serisi'ni Batı düşüncesi ekseninde okumak konusunda yol açıcı sayılabilecek A Dialogue of Civilizations adlı kitap, Gülen'in eserine ilk elden ulaşanlara yeni bir şey söylüyor mu? Sanmıyorum. Ama düşünce tarihindeki o büyük resmin bütününü görmeyi kolaylaştırıyor. Bir de şu var: Antik çağdan bu yana filozoflar, akademik dünyanın ve konferans salonlarının dışına çıkıldığında, felsefenin bir işe yarayıp yaramayacağını merak etmişlerdir. Gülen'in eserlerine felsefî açıdan bakan kitap, içinde en çok bu sorunun cevabını saklıyor.