Hoşgörü Ödülleri Üzerine

Vakıf kurulduğu günden beri diyalog eksenli hareket ediyor. Bu ısrarın sebebi nedir?

Ülke mozaiğini teşkil eden millî, dinî, kültürel gruplar aslında bir zenginlik iken bu mozaik parçaları arasında farklı anlaşılmalarından dolayı arzulanan diyalog ve ahenk kurulamıyor. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'na göre mozaiğin güzelliği parçalı ve renkli oluşundadır. Bu parçaları birleştiren unsur ise diyalog, ufuk ve ideal birliğidir. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın diyalog ve hoşgörüdeki ısrarının sebebi budur.

Vakıf üç yılı geride bıraktı. Aradan geçen zaman sizde nasıl bir izlenim bıraktı?

Bu üç yıl içinde yaptığı faaliyetler ve sürdürdüğü temaslarla şu sonuca varmıştır ki; ülkemizin kalkınma ve gelişmesi, insanımızın yitirdiği onurunu yeniden kazanabilmesi için yeni paradigmalar, yeni teoriler üretmek gerekiyor. İnsanımız kendilerini konumlandırdıkları kamplar açısından, fikrî üretimler yapan kişi ve gruplar aslında yekdiğerleriyle diyalog ve uzlaşma isteği içindeler. Ne var ki on yıllar boyunca inşa edilen duvarlar, (aslında buna varsayılan yapay zihni duvarlar demek daha doğru olur) tabular engel olmaktadır. Hemen her kesimden onlarca entelektüel yazar, çizer ve sanatçıdan bunun çok bariz ipuçlarını gördük. Bu ip uçları gelecek için çok anlam ifade ediyor. Fakat işimiz kolay değil. Çünkü hâlâ bizi anlamaktan kaçınan kişiler de var.

'Kolay değil bu iş' dediniz. Peki zorluğu neresinde?

Diyalogun önünde engeller var. Bir de zatında diyalog, hoşgörü gibi kavramlar çok soyut. Birebir ilişkide somutlaştırmak çok kolay; fakat büyük ölçekli toplumda bu soyut kavramları somut hale dönüştürmek oldukça güç. Diyalogun önünde engel olarak gördüğümüz, suni duvarları yıkmak, gerçek duvarları yıkmaktan daha zor. Çünkü soyut ve tartılabilir bir nesne değil bunlar. Bizim öncelikli hedefimiz toplum kesimlerinin siyasal, etnik, dinî ve kültürel tercihleri ne olursa olsun birbirlerini kendi ağızlarından, aracı kullanmaksızın tanıtmalarını sağlamak. Bunda 'bilgilendirme' vardır. Kesinlikle yönlendirme ve telkin söz konusu değildir. Bilgilenmenin arkasından gelişmenin doğal seyri içerisinde alış-veriş ve sentez gelecektir. Bu da ülkemiz adına yeni kazanımlar demektir. Biz bunu belli ölçülerde başardık ki, toplumsal bir akım haline geldi. Şimdi vakfımızın sürekli altını çizdiği ve vurgu yaptığı bu kavramlar her kesim tarafından konuşuluyor ve içi doldurulmaya çalışılıyor.

Türkiye diyalog ve hoşgörünün neresinde?

Özellikle 80 öncesini hatırlayın; kan gövdeyi götürüyor, kardeş kardeşi vuruyordu bu ülkede. Bize göre koca bir hiç uğruna yapılıyordu bu kavga. Türkiye çok sayıda insan, imkan ve zaman kaybetti geçmişte. Kamplaşmalar, kutuplaşmalar, çarpışmalar ilerlemenin, üretimin ve demokrasinin bir toplumdan kovulması anlamına geliyordu ki, bunu gürdük. Şimdi Türk insanının ekseriyeti demokrasi ve anayasal düzenin korunup gelişmesi için diyalog ve hoşgörünün gücüne inanıyor. Cehaletin bir tanımı da, aynı toplumda yaşayan birey ve grupların birbirlerinden haberdar olmamaları sonucu edindikleri önyargılarla içine düştükleri yanılgılar olarak karşımıza çıkıyor. Artık cehalet ve önyargılar eskisi kadar yaygın değil. Hatta bu durumu marjinallikle ifade edilebiliriz. İletişim kanalları açıldıkça tanışıklık ve birbirini olduğu gibi kabullenme olgusu zemin genişletiyor kendine. Bunun bir gün toplumsal bir paradigmaya dönüşeceğine inanıyorum.

Nasıl?

Dünya bir kaos yaşıyor. Dinginlik ve denge bozuldu. Kimine göre artık anarşi ve kaos hakim olacak. Kimine göre de, liberal tipi demokratik düzenler Batılıların ilerlemiş demokrasilerine uygun olarak artık hakimiyetlerini kabul ettirmişler. Bu modernleşmeye uymayanlar ise kayığı terk edeceklerdir. Huntington'un tezi ise bu tablodan 'medeniyetler anası çatışma çıkması' yolunda. Yani artık devletler değil, medeniyetler çatışacak. Jeokültürel kamplaşmalar söz konusu. Bunu determinist bir anlayış içinde ele alıyorlar. Bize göre ise, evet dünya yeni bir arayış sürecinde. Burada diyalog ve hoşgörü çatışma yerine, medeniyetler arası ve özellikle kültürel alanlarda işbirliği getirecek. Ortak paydalara, yani ortak menfaatlere vurgu yapan yeni değerler ortaya çıkacak. Bu bir anlamda demokrasinin yeniden tanımını gündeme getiriyor. Senden farklı olana davranış biçimin artık tartışılacak. Tüm bunlar, içini doldurabildiğimiz zaman, çatışmacı ve güvensiz topluma, en geniş zeminde yeni bir paradigma sunuyor olacak.

Vakıf, bundan önce 'Medeniyetle rarası Diyalog' sempozyumunu düzenlemişti. Şimdi ise Hoşgörü ödüllerinin üçüncüsünü 'Ulusal uzlaşma Teşvik Ödülleri' başlığında dağıttı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı 'diyalog ve hoşgörü' çerçevesinde kendisini sınırladı mı?

Hayır elbette ki kendimizi sınırlandırmadık. Böyle algılanmasının sebebi ilk çıkışın çok görkemli ve farklılıkları bünyesinde barındırıyor olmasından kaynaklanıyor. Her kesime ve her türlü düşünceye, kavga etmemek şartıyla oturup konuşma kapılarını ardına kadar açtığı için öyle bilinir olduk. Bir de medya öyle lanse etti ya da hep o tarafımıza vurgu yaptı. Bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum. Vakfın 'hoşgörü ve diyalog' kavramlarıyla birlikte zikredilmesi bir anlamda çok olumlu bir şey. Çünkü çok kısa bir sürede vakıf toplumda yer bulmuş ve önemli bir görev yüklenmişse, bu da önemli bir toplumsal talebe cevap veriyor demektir.

Ödül törenlerinin haricinde ne tür programlarınız var?

Vakfın nihai amacı farklı düşünce dünyalarına mensup değerlerin bir platformda buluşarak, özelde Türk insanının, genelde ise tüm insanlığın barışı ve mutluluğu. Bunun için yine fikir ve yeni oluşumların gerçekleşmesine katkıda bulunmak çabasındadır. Şimdiye kadar yapageldiklerimiz bir zemin hazırlama sayılabilir. Yıllar yılı zihnî ve fikrî çoraklığa itilmiş, fakat aslında mümbit olan beyin tarlalarını ekime hazır hale getirme yolunda gayret sarf ediyoruz. Bu bağlamda Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın merkez binasında haftalık 'Diyalog Platformu' ve 'Edebiyat Sohbetleri' çerçevesinde iki ayrı gurupta toplantılar devam etmektedir. Toplumun her kesimine mensup, entelektüel birikimi olan bireyler bu organizasyona katılmakta ve aralarında verimli bir kültür alış verişi gerçekleşmektedir. Ayrıca 'Medeniyetler arası diyalog' kongresine benzer bir muhteva da, bu kere 'Küresel barış, küresel ahlak ve İlahî mesaj' üçlemesi etrafında uluslararası bir toplantının hazırlıklarını yürütmekteyiz. Vakfımız, yayın alanına da girme amacıyla bir dizi proje etrafında çalışmaktadır. Geleneksel ödül törenlerimize önümüzdeki yıl 'Türk dünyası kaynaşma ödülleri'ni de katmak istiyoruz.

Ulusal uzlaşma teşvik ödülleri' hangi kriterlere göre dağıtıldı?

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana sosyal dokumuzu zedelemeye ve parçalamaya yönelik sıkıntılar yaşanmaktadır. İçtimai kimliğimizin zenginliğini oluşturan kültürel katmanlardan güç odaklarına kadar tüm farklılıklar, sivil toplum ve resmi mekanizmanın unsurlarının bütünü bu bölünmenin bir tarafı olmaya zorlanmaktadır. Toplumsal gerginliğin bertaraf edilmesine giden yolda, sıkıntıların temelini nazara veren tespitler ışığında çok ince, nazik ve meşakkatli bir kucaklaşmaya, aklıselime bir çağrı; 'anlaşma' dan çok 'uzlaşma' hemzemin geçidimizi paylaşmaya ve çözümü birlikte üretmeye giden sürece katkı olarak düzenledik. Tabii ki bu alanda ödül alacak binlerce insan var bu ülkede. Fakat biz sadece bir kısmına ödül verebildik bu yıl.

Ödülle neye vurgu yaptınız?

Vatanımızın bölünmez bütünlüğü ile varlık nedenlerimizi oluşturan hassasiyetlerin yanı sıra, Cumhuriyetimizin 'milli mücadele' ruhu istikametinde ulusal dokumuzun kucaklayıcı vasfını ön planda tutarak, ülkemizin zenginliğini oluşturan farklı kültürel renkleri ve düşünce biçimlerini demokratik ahlak sistemi içerisinde medeni bir uzlaşmaya dönüştüren katkıları teşvikle birlikte yaygınlaştırmaktı.

Ulusal uzlaşma teşvik ödülleri törenindeki açılış konuşmanızda 'Biz bir aileyiz.' dediniz. Bu aile, uzlaşıdan çok kavga mı ediyorlar da, siz aile fertlerini barıştırmak istiyorsunuz?

Büyük bir aile olduğumuza inanıyorum. Her ailede bazı kırgınlıklar, ihtilaflar olabilir. Asıl konu bu aile parçalanma noktasına gelmeden onları barıştırmak, uzlaştırmak. Çünkü bu ailenin parçalanması hiçbir aile ferdinin işine yaramaz. Sadece dostlar üzülür, düşmanlar sevinir. Birlikte yaşamak farklılık ve katlanma içerir. Bu büyük ailenin fertlerinde, farklılıklara karşı tolerans, fedakarlık ve katlanma kültürünün gelişmesini arzuluyoruz. Bu konuda büyük görev ailenin büyüklerine düşmektedir. Şimdi yeniden çok hassas bir dönemden geçiyoruz. İç ve dış etkenlerden dolayı birtakım huzursuzluklar baş göstermeye başladı. Ailenin önde gelenlerini göreve çağırıyoruz. Çünkü, bu aileden hiçbir bireyi kaybetmeye gönlümüz razı değil. Bu aile tüm farklılıklarına rağmen birlikte yaşamak zorunda.

Bazı sivil toplum kuruluşları Cumhurbaşkanı Demirel'in ulusal uzlaşma teşvik gecenize katılmamaları yönünde yoğun faaliyet gösterdiler. Hatta bu amaçla Çankaya'ya birçok telgraf çektiler. Fakat sayın Demirel 'Ulusal uzlaşma şükran plaketi'ni almak üzere programa katıldı. Bu olayı nasıl yorumluyorsunuz?

Türkiye'de hâlâ birtakım marjinal gruplar diyalogun önemini kavrayamamakta ve kavgaya pirim vermektedir. Ancak bu kesimin düşünceleri ile milletin vicdanından yükselen ses birbirinden çok farklıdır. Ümit ediyoruz ki, sayıları oldukça az olan bu kesim de diyalogun önemini anlar ve Türkiye gerçeği etrafında kendilerini sorgularlar. Artık anlaşıldı ki farklılıklarımıza rağmen uzlaşı ve birlikte yaşamanın önünü almak mümkün gözükmüyor. Sayın Cumhurbaşkanı da teşrifleriyle bunun altını çizdi. Kamu vicdanına mutabık davrandı ve milletin sesine tercümanlık yaparak cumhurun reisi olduğunu bir kere daha fiilen gösterdi. 'Ülkemde yaşayan kim olursa olsun, kuzeylisi, doğulusu, batılısı hangi etnik köken, inanç ve mezhepten olursa olsun hepinizi kucaklıyorum' sözü marjinal düşüncelere bir cevap niteliği taşıyordu. Engin tecrübeleriyle huzursuzlukları aşmasını bilen Cumhurbaşkanımız uzlaşmaya devletin de taraf olduğunun altını tekrar tekrar çizmiş oldular. Cumhurbaşkanımız, 'İbret dolu, ders dolu bir geceydi. Bu plaketi ülkenin bölünmez bütünlüğüne, Türk milletinin mutluluğuna verilmiş sayıyorum. Çünkü ben Türk devletini, milletin birliğini, bütünlüğünü temsil ediyorum' sözleri özel bir anlam taşıyordu.

Demirel'e şükran plaketini Fethullah Gülen Hocaefendi'nin takdim etmesi...

Bir yerde Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanına bir ödül verilecek, bu ödül de uzlaşı ve hoşgörü eksenli olacak ve Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi de orada bulunacak. Sayın Cumhurbaşkanına başka kim takdim edebilirdi ki bu ödülü.

Katılım sizi memnun etti mi?

Gerek katılımın çokluğu ve gerekse katılımdaki nitelik ve yelpazenin renkliliği bizi fazlasıyla sevindirdi. Elbette ki biz uzlaşma ve diyalog kavramlarının bizim tekelimizde kalmasını arzulamıyoruz. Bunun tüm bireyler ve toplumsal katmanlar arasında seyir halinde bulunmasını özlüyoruz. Bu özlem ve bu yolda önemli mesafeler kat edildiğini gördük bir kere daha.

Geceden çıkan tabloyu nasıl yorumluyorsunuz?

Ortaya çıkan tablo, bizim şu kanaatimizi bir kere daha pekiştirmiş oldu: Toplumun farklı kesimlerine mensup insanlar 'kendi prensipleri ve kendi doğruları' istikametinde mücadele etse de, söz konusu olan 'ulus' ve' ulusal' ise uzlaşabileceği, barışabileceği ve kaynaşabileceği her zaman mümkündür. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın yaptığı yapılması gerekene oranla, mütevazı bir adımdır.