Alexander Frellesen: 'Gönül' sadece sizde var

Türk taksici tiplemesi ile herkesin ilgisini çeken Alman Alexander Frellesen, ‘gönül’ kelimesine tutulmuş: "Onu hiçbir dilde bulamazsınız ve yerine de başka kelime koyamazsınız."

Bu sene 10’uncusu düzenlenen Uluslararası Türkçe Olimpiyatları’na katılmak için Türkiye’ye gelen ve yetenek dalında Türk taksici karakterini canlandıran Alman Alexander Frellesen, sahnedeki rahat tavırları ve sempatikliği ile herkesin takdirini kazandı. Skecinde, İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Üsküdar’a giden taksicinin hareketlerini canlandıran Alman öğrenci, bununla da kalmayıp Üsküdar sahilinde bulunan taksicilerle sohbet etmeyi ve yaptığı gösteriyi onlara izletmeyi ihmal etmedi. Yetenek bölümünde sergilediği stand-up gösterisinin madalya alamadığına üzüldüğünü ama bunu pek de kafasına takmadığını söyleyen Alexander Frellesen, “Birinci olsam belki havalara girerdim ve daha kötü olurdu. İyi ki birinci olmamışım.” diyor.

-Türkçe ile nasıl tanıştın, biraz bahseder misin?

Anlatmak istemiyorum aslında. Alman okullarında okurken problemim vardı, biraz tembellik yapıyordum. Anne ve babam Türk okullarını duymuş. Üç-dört tane okul da beni almayınca Türk okuluna yazıldım. Yeterlilik sınavına girdim ve okula girdim. Türk okuluna yazılınca gerçekten çalışmaya başladım, notlarım şu an çok iyi. Dersleri çok rahat yapıyor öğretmenlerim. Daha fazla bilgi veriyor öğretmenler.

-Türklerle hiç muhabbetin var mıydı Almanya’da?

Vardı tabii, çok Türk arkadaşlarım vardı. Ama Türkçe konuşamıyordum. İki yıldır Türkçe öğreniyorum ve şimdi oradaki Türklerle çok iyi arkadaşlığımız ve muhabbetimiz var.

-Almanya’daki Türk gençliğini nasıl görüyorsun?

Bazı Türkler orada hem Türkçeyi iyi konuşamıyor hem Almancayı... Arada kalmış gibiler. Onlara üzülüyorum biraz. Sizin dünyanız sizin diliniz kadardır. İki dil, iki dünyadır. Ben Fransızca, Almanca, İngilizce ve Türkçe biliyorum.

-Rüyaları hangi dil görüyorsun? Alt yazı geçiyor mu?

Nasıl yani? Yok öyle bir şey. Rüya görüyorum ama hangi dili kullandığımı bilmiyorum rüyada.

-Türkçede neler zor?

Ekleri çok zor, ezberi zor onların. Ama bunlar her dilde var. Fransızcadansa Türkçeyi tercih ederim.

-Sahnede stand-up yaparken Karadeniz ve Doğu şivesinde de başarılısın. Şive farklılıklarını nasıl ayırıyorsun?

Onları ben arkadaşlarımla çalıştım. Bazıları Karadenizli, bazıları Doğulu. Onlardan çok yardım aldım. Dil yuvarlamasını yapabiliyorum yani.

-Senin dil kabiliyetin mi var yoksa stand-up mı?

Kendi düşüncemi söyleyeyim. Benim dil kabiliyetim var, tembel olduğum için o kabiliyetimi çok kullanmıyorum. Stand-upçı aklına geldiği gibi, içine doğduğu şekliyle konuşur. Bir şeyi unutursam bile duraklamam ya da o sırada başka bir konuya geçerek insanları güldürmem yeterli oluyor.

-Almanca ile stand-up yapmış mıydın hiç?

Hayır, bu ilk stand-up’ımdı. Ata Demirer, Cem Yılmaz’ı izledim, takip ettim. İnek Şaban filmlerini de izledim. O stand-upçı değil ama komik birisi. Ata Demirer’i daha çok seviyorum, onun mimiklerini beğeniyorum. Hiç sahneye çıkmamıştım.

-Heyecanlanmadın mı yani?

Almanya finalinde çok fazla acayip bir heyecanım vardı. Bir arkadaşım bana “İnsanlar sana gülmez. Senin üzerine gülemez. Seyircilerden korkmayacaksın, sen ne verirsen seyirci onu alır. Sahneye çıkman bile cesurca.” diyordu. Sahneye çıktığımda heyecandan bacaklarım titriyordu. Sahnede olmayı çok sevdim ve 1200 kişinin önünde oyunumu sergiledim.

-Peki, Türkiye’de binlerce kişinin karşısında ne hissettin?

Daha çok seyirci istemeye başladım. 100 bin kişi bile benim için az artık. İzmir’de 100 binden fazla insan karşısında olmak harikaydı. İstersem 1 milyon kişiye bile yapabilirim. 1 kişi ile 1 milyon kişi arasında fark yok benim için. Seyircilerin alkışından çok zevk alıyorum.

-Ne okumak istiyorsun?

Tarih okumak istiyorum. Hayranım tarihe. Türk tarihi de ilgimi çekmeye başladı. Özellikle Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetme hikâyesini çok sevdim. Kanuni Sultan Süleyman’ı filan da okuyorum.

-Şive seç deseler hangi şive ile stand-up yapardın?

Ben her şive ile yaparım aslında. Ben bu stand-up’ımı geç aldım ve bunu bir haftada öğrendim. Sürekli buna çalıştım, gece gündüz. Buraya gelince taksicileri de izledim. Taksiye binince hemen muhabbete başlıyorlar. Almanya’da böyle bir şey yok. Onlar iş icabı bir soru sorup susarlar ama Türkler muhabbet açmak istiyor. Türklerin muhabbetine bayıldım. Anlattığım gibiydi. Misafirperverliği çok sevdim. “Oğlum bunu ye, bunu ye!” diye sürekli ısrar ediyorlardı. Bunu anlattığımda seyirciler bunu hap gibi yuttular. Stand-up yaparken kendimi çok bambaşka bir insan gibi hissediyorum. Çok acayip bir zevk alıyorum. Sanki içimde başka biri konuşuyor.

-Türkiye’ye yerleşmek ister misin?

Elbette. İstanbul ya da Karadeniz olabilir.

-Döneri biliyorsundur da diğer yemeklerden neyi sevdin?

Döneri boş verin. Pilav, kuru fasulye ve yanına da soğan süper oluyor.  Mıhlama, hamsi ve pideyi de çok sevdim.

-Almanya’daki Türklere bakışın değişti mi peki Türkleri yakından tanıyınca?

Eskiden de çok iyi aram vardı Türklerle ama şimdi çok daha iyi oldu. Daha fazla sevdim Türkleri ya. Bir farkım kalmadı. Almanya’daki Alman arkadaşlarıma tamamını Almancaya çevirerek anlattım, onlar da çok güldüler. Onların garibine gitti.

-Almanya’ya döndüğünde Almanlara turist gözüyle bakma da!

Belli olmaz, olabilir yani. Kız kardeşim de seneye şarkı dalında yarışmaya katılabilir. O da öğrendi iyice.

-Türkçeyi çok iyi konuşuyorsun. Neden konuşma, şarkı ya da şiiri seçmedin de skeci tercih ettin?

Çünkü benim ezber problemim var. Doğal olarak, aklıma geleni konuşmak daha hoşuma gidiyor. Diğer dallarda ezber var. Hata yapma şansınız yok. Ama stand-up’ta yanlış yapsan bile bu espri olarak algılanır. Şiiri denedim ama ezberleyemiyorum. Ama en zor bölümü ben seçmişim. Benim stand-up’ımın bir kopyası yok. Seyirciyi güldürmek kolay bir şey değil.

-Taksicilerle de bir araya geldin Üsküdar’da. Anlattığını beğendi mi taksiciler?

Bizi çözmüşsün, aynen anlattığın gibi dediler. Bütün taksiciler öyle değil elbette ama çoğunluk öyle. Yolların kurdu taksiciler.

-Beklediğin sonuç muydu peki?

Ben finale varırım diye düşünüyordum ama olmadı. Olsun. En çok televizyonlara çıkan ben oldum, çok ilgi gördüm. Üzüldüm ama o geçti artık, alacağımı aldım. Birinci olsam belki havalara girerdim ve daha kötü olurdu. İyi ki birinci olmamışım. Ben sahneye çıkmaya ve seyircilere hayranım yani.

-135 ülkeden çocuklarla bir arada olmak nasıl bir şey?

Acayip güzel bir şey. Çok farklı kültür ve insanla tanıştım. Her dilin bir melodisi var. Rusça sert bir dil, Almanca gibi. Ama Türkçe ve Arapça şiir gibi diller. 70 ülkeden çocukla tanıştım, Facebook üzerinden haberleşeceğiz onlarla. Dünyayı fethetmiş gibiyim yani. Çok güzel bir anı oldu benim için olimpiyatlar.

-Nedir bu dili farklı kılan?

Mesela sizde ‘gönül’ diye bir kelime var. Onu hiçbir dilde bulamazsınız. O sadece Türkçe bir kelimedir ve hiçbir dilde bunun yerine bir kelime bulamazsınız. Bunu anlayamazsınız, anlatabilirsiniz ama sadece hissetmekle anlaşılır. Almanca çok objektif, nesnel bir dil. Kalıp hâlinde. Türkçe çok melodik bir dil ve onu söyleyince gerçekten hissederek söylüyorsunuz. Dil kalpten çıkıyor. Avrupa’da bütün şehirler hep bir planla, dümdüz çizilmiştir. Ama Türkler bulunduğu yere kafalarına göre bina yapabiliyorlar ve hepsi farklı. Bu güzel bir şey ve rahatlıklarını yansıtıyor.

-Türk olmak ister miydin?

Evet, tabii ki! Kendimi şu an hem Türk hem Alman olarak hissediyorum. (H. Salih Zengin)