Bangladeş dilde de kardeş
Güney Asya ülkesi Bangladeş, zıtlıklarıyla öne çıkan bir yer. Yüzölçümü Türkiye'nin 5'te biri; ama nüfusu 170 milyon civarında. 3 yaşında anaokulu ile başlayan mecburi eğitim üniversiteye kadar 16 yıl sürüyor. Fakat Bangladeş okuma yazma oranı en düşük ülkelerden. Uluslararası Ümit Türk Okulları, 1996'dan beri faaliyette. Başkent Dakka, Chittagong ve Bogra şehirlerinde toplam 8 şubesi ve 1500 öğrencisi var. Uluslararası sınavlarda başarılı sonuçlar alıyor. Mezun öğrenciler, Amerika'daki MIT, İngiltere'deki London School of Commerce gibi ünlü okullara girmekte zorlanmıyor. 2005 yılından beri katıldığı Dil ve Kültür (Türkçe) Olimpiyatları'nda da adından söz ettiriyor.
Biz Türkçe konusundaki başarının peşindeyiz. Başkent Dakka'da başarının mimarlarından Türkçe öğretmeni Ahmet Makan ile birlikteyiz. Ahmet Hoca, 8 yıldır Bangladeş'te. Bugüne kadar olimpiyata katılan öğrencilerin çoğunda emeği var. Ama o, aslan payını öğrencilere ve ailelerine veriyor ve bizi onlara götürüyor. Önce geçen yıl Türkiye'deki olimpiyat programlarına katılan 8. sınıf öğrencisi Raida Zaman'ın evine misafir oluyoruz. Annesi Roksana Zarin ve kardeşi Naşra ile birlikte karşılıyor. Babası Quamnuzzaman, işi gereği Avustralya seyahatinde; ama selamını bırakmış. Kısa tanışma faslından sonra sohbetimiz başlıyor. Raida, ilkokuldan itibaren Ümit Türk Okulları'na devam ediyor. Burada Türkçe dersi 3. sınıfta müfredata giriyor. Raida'ya başta zor gelmiş; ama öğretmenlerini sevmesi ve onların çocuklarıyla yaptığı arkadaşlık farkında olmadan Türkçesine katkı yapmış. Hatta 5. sınıfa geldiğinde annesinin şaka yollu "İstersen okulunu değiştirelim!" teklifine tereddütsüz itiraz etmiş.
Olimpiyatları da ilk kez o yıl duyar. Olimpiyata katılan öğrencilerden Türkiye hatıralarını dinler, videolarını seyreder. Türkçe ve Türkiye sevdası o an düşer gönlüne. Ertesi yıl öğretmeninin "Olimpiyatlara katılmak ister misin?" teklifine düşünmeden cevap verir. Tabii ailesinin desteğini de arkasına almıştır. Roksana Hanım'a desteğin sebebini soruyoruz. Önce 'okula ve öğretmenlerine güven'i sayıyor ve "Çocukların farklı bir dil öğrenmesi, o dilin konuşulduğu ülkeyi görmesi, kültürünü tanıması büyük zenginlik." diyor. Eşi de böyle düşünmüş, hatta Türkçe bilmenin kızını daha özel kılacağını söylemiş. Bangladeş'te ilkokula gelen bir öğrenci ana dilinin yanında İngilizce de biliyor. Türkçe öğrenenler için bu en az üçüncü dil demek. Raida'nın babası, "İngilizce, Fransızca gibi dilleri bilen çok. Farklı olmak için daha az bilinen dilleri öğrenmek gerekir." diyormuş. Bu farkın mutlaka ona kazandıracağına inanıyor Raida'nın ailesi.
Elbette böylesi bir destek yeterli olmuyor, olimpiyat vizesi için. Hazırlanan çok sayıda öğrenci var, o yüzden çok çalışmak gerekiyor. O da öyle yapar ve geçen yılki Bangladeş olimpiyat finalinde başarılı olur. Ama Türkiye'deki elemelerde takılınca finalde yarışamaz. Olimpiyat heyeti onu Türkiye turnesinde değerlendirir. Farklı şehirlerde Türkçe ve Bengalce şarkılar söyler. 'Başarısızlığın' onun açısından bir açıklaması var elbette: "Türk şarkıları ile Bengal şarkılarındaki vurgular çok farklı. Ses ayarı yapmak, şarkıya uydurmak zor." Raida, Türkçe şarkılar için o kadar çok ses çalışması yapmış ki, zaman zaman sesini Bengalce şarkılara uydurmakta güçlük çekmiş. Bu yılki olimpiyatlara da yine şarkı dalında hazırlanıyor. Funda Arar'ın 'Benim için üzülme' ve 'Senden öğrendim' şarkılarını söylüyor. Derslerden vakit buldukça çalıştığını söylüyor ama annesinin dediğine bakılırsa 'vakit buldukça' ifadesi hemen her güne karşılık geliyor: "Raida günlük ödevlerini yapmak için odasına çekilir; ama bir süre sonra şarkı sesi gelmeye başlar."
Ahmet Hoca, aslında her şeyin bir plan dâhilinde yürüdüğünü vurguluyor. Haftada bir iki günle başlayan çalışmalar sona yaklaştıkça 5-6'ya çıkıyor. Zaman zaman yatılı kampa alınıyor öğrenciler. Bu, Türkçe pratiğini geliştirmek açısından son derece önemli, çünkü günün büyük bölümü yurttaki belletmenlerle geçiyor.
Kelimelere 'duygu' verenler
Gerçekten Türkçe öğretmenlerinin en büyük yardımcıları belletmenler. Duygu Bostancı ve Filiz Köse, Bangladeş'te hem üniversite okuyor hem de Türk okulunda belletmenlik yapıyor. Onlar kendi dersleri kadar olimpiyatlara hazırlanan öğrencilere de vakit ayırıyor. Dolayısıyla yatılı öğrenciler olimpiyata katılma noktasından daha şanslı. Zaten bu yıl olimpiyat elemelerini geçenlerin çoğu yatılı. Bostancı ve Köse öğrencilerin çabuk algıladıklarını ve çok arzulu olduklarını söylüyorlar: "Bazen yoruluyoruz, biraz dinlenmek istiyoruz; ama onlar devam etmek için bizi zorluyor." Şiirlerin, şarkıların anlamını derinlemesine öğrenmek, duygusunu anlayabilmek onların yardımıyla oluyor. Hatta öğrenciler diğer 'duygularını' da onlarla paylaşıyormuş, elbette Türkçe konuşmak şartıyla. Yatılı okulda öğrenciler için belletmenin üç anlamı var; anne, arkadaş, öğretmen. Bu kadar yük, çiçeği burnunda üniversite öğrencisi için fazla değil mi? Yükün farkında olsalar ağır gelir mi bilinmez; ama onlar meseleye bambaşka bir açıdan bakıyor. Bangladeş gibi uzak ve imkânları kısıtlı bir ülkede bu işin içinde yer aldıkları için kendilerini talihli sayıyorlar.
Dil yapısı ve alfabe farkından dolayı epey zorlandıkları kelimeler, harfler olmuş: "I harfini çıkaramıyorlar mesela, i'ye dönüşüyor, u, o aynı şekilde. 'Kıyında' kelimesini doğru telaffuz etmek iki haftamızı aldı, y harfi çıkmıyor. 'Yolunda' aynı şekilde bir aya yakın sürdü. 'Gözyaşıyla' kelimesinde çok zorlandık. Y harfini yutuyorlardı; fakat 'közyaşı' deyince oluyordu. Biz de ikisini tekerleme olarak söylete söylete öğrettik, üç haftada." Duygu Bostancı, Türkiye'de olimpiyatları izlerken hep 'Nasıl bu kadar güzel yetişiyorlar?' diye merak ediyormuş. Peki, şimdi anlayabilmiş mi? Henüz değil, belki hiç anlamayacak dediğine göre: "Biz bir şey yapmıyoruz, sadece arkadaşlık ediyoruz onlarla. Öğrenciler zaten zeki ve azimli, asıl işi öğretmenlerimiz yapıyor." Filiz Köse de önceden çocukları profesyonel hocaların çalıştırdığını düşünürmüş. O sebeple sene başında tereddüt etmiş, tek kelime Türkçe bilmeyen öğrencilerin karşısında. Şimdi tereddüt yerine ümit ve heyecan var; "Eminim Türkiye'de biz çocuklardan çok daha heyecanlı olacağız."
Anika, sunucu olarak geliyor
İkinci misafirliğimiz yine bir başka tecrübeli olimpiyat öğrencisine, Tasnia Naim Anika'ya. Babası Naim Nesim ve annesi Nazima Akhar ile karşılıyor bizi. Anika, daha önce iki kez katılmış olimpiyatlara. Mülakatı baştan sona Türkçe yapıyoruz. İki yıl önce sempatik tavırlarıyla 'Zeytinyağlı yiyemem aman' türküsünü yorumlamış, grubunda gümüş madalya almıştı. Evin duvarlarına baktığınızda Türkiye ile ilişkisi hemen dikkat çekiyor. Diyarbakır tablosu, çini işlemeli duvar saati, kaligrafiyle yazılmış isimlikler... Maraş dondurmasının tadı hâlâ damağında. Geçen yıl Türkiye'ye ikinci kez gelmiş Anika ama yarışmak için değil; çünkü olimpiyatlarda bir kez derece alan tekrar yarışamıyor. Türkiye turnesine dâhil edilmiş ve söylediği türkülerle herkesin gönlünü kazanmış. Bu yıl ise çok farklı bir görevi olacak, şehir programlarında sunuculuk yapacak. Evet, 140 ülkeden seçilen 20 sunucudan biri o. Türkçesi bunun üstesinden gelecek seviyede ama kusursuz bir sunum için çalışmalarına devam ediyor.
Türkiye ve olimpiyat hatıraları aklından çıkmıyormuş Anika'nın. Aklına ilk gelen, Türkiye'den ayrılırken akıttığı gözyaşları. Çünkü kendi ifadesiyle 'bir rüyadan uyanıyordu'. Rüya diye özetlediği günlerin içinde neler yok ki! Önceki yıl derece aldıktan sonra yaşadıkları, kendisine gösterilen ilgi, alkışlar, imza istekleri, sevgi gösterileri, dünyanın her yerinden arkadaşlar ve ortak bir dil... Geçen yılki turne kapsamında gezdiği 9 ili bir çırpıda sayıyor. Her yerde ilgi odağı olmuş, herkes evinde misafir etmek istemiş. En çok şarkıları nasıl öğrendiklerini, Türkiye'yi, şehirlerini nasıl bulduklarını sormuşlar. O dili döndüğünce anlatmış, soranlar can kulağı ile dinlemiş. Kızılcahamam'daki hazırlık günlerini, Altınpark'taki kültür şölenini, Maraş, Diyarbakır, Hakkâri, Erzurum'u, gördüğü misafirperverliği, insanların bağrına basmasını, hediyeleri, anne-babalarını ve ülkelerini uzun uzun sormalarını unutamıyor.
Anika'nın Türkçe Olimpiyatları'nda tanışığı ve arkadaşlığını devam ettirdiği 20'den fazla yabancı öğrenci var. En fazla görüştüğü Tayland'dan Nicole ile Pakistan'dan Herzık. Facebook ve mail üzerinden sürekli haberleştiklerini, Türkiye günlerini yâd ettiklerini söylüyor. Bu sene bazılarıyla görüşme ihtimali onun en büyük mutluluk kaynağı. Geçen yıl daha önce tanıştığı arkadaşlarıyla, hatta başka ülkelere giden eski öğretmenleriyle görüşmüşler. Romanya'dan gelen Yakup Hoca'yla karşılaşması için "Hayatımın en güzel sürpriziydi." diyor.
Anika, ülkesine dönüşü 'rüyadan uyanmaya' benzetmişti ya, sonrasını babası Nesim Bey'e soruyoruz. Onun aklına ilk gelen, kızının Türkiye'den telefonla arayıp "Burada kalabilir miyim?" diye sorması. Gülümseyerek, vizenin 30 günlük olduğunu hatırlatıp, "Türkiye vizeni uzatırsa kal!" dediğini aktarıyor. Anika, ilk yemekte de, "Bu yemeklerde Türk tadı yok!" diyerek annesine takılmış. Nesim Bey, kızında olumlu gelişmeler gözlediğini ifade ediyor ve "Bu zaten beklediğim bir şeydi." diyor. Nesim Bey, bir tekstil firmasında yönetici. Türk tekstil firmaları Bangladeş'te üretim yaptırdığı için ülkemizi biraz tanıyor. Zaten Türk okulunu bu yüzden tercih etmiş. Okul hayatı boyunca kızının sürekli kendini geliştirmesi, olimpiyatlarda başarılar elde etmesi onu fazlasıyla memnun etmiş. Anika'nın üniversiteyi Türkiye'de okuma düşüncesi olduğunu ve kendisinin buna itiraz etmeyeceğini söylüyor.
Hem Naim Nesim Bey hem de Roksana Zarin Hanım için çocukları olimpiyatlara katılmakla sadece yarışmış, farklı bir heyecan yaşamış olmuyor. Daha derin anlamları var bu organizasyonun; farklı ülkeleri, kültürleri, dilleri tanımak çocukların ufkunu açıyor, özgüvenlerini artırıyor, sosyalleşmelerini sağlıyor. Dünyayı tanıyorlar, kalıcı arkadaşlar, dostlar buluyorlar. Bu dostluklar geleceğin dünyasını imar etmede ve onu güzelleştirmede rol oynayabilir.
Mesut Önal (Türkçe Öğretmeni): Ütopya kitaplarında yazanları yaşıyoruz
Bizim için hazırlıklar olimpiyat bittiği andan itibaren başlıyor. Olimpiyat süresince, gün gün not alıyoruz, diğer ülkelerin stantları, çocukları, performansları hepsine bakıyoruz. Nasıl çalışmışlar, hangi metotları kullanmışlar hepsini not alıyoruz. Sonra da kendi performansımızı değerlendiriyoruz. Olimpiyat bittiği anda elimizde bir rapor oluyor, gelecek seneye bu rapor doğrultusunda hazırlanıyoruz.
Her yıl olimpiyata katılan öğrencilerin ödüllerini ve madalyalarını okulda törenle takıyoruz. Dolayısıyla olimpiyatlardan herkesin haberi oluyor. Ayrıca Türkiye'ye yaz ve kış gezileri düzenliyoruz. Katılan öğrencilerimiz Türkiye'yi çok seviyor, dili ve kültürü öğrenmek istiyor.
Biz olimpiyatta sürekli fotoğraf çekiyoruz, gezdiğimiz yerler, aldığımız ödüller... Sene içinde bunları gösteriyoruz, fotoğraflar çocukları motive ediyor. Öğrenciler olimpiyatlara ABD'den, Fransa'dan gelen var mı diye merak ediyor. Onlarla aynı ortamda bulunmayı, fotoğraf çektirmeyi hayal ediyorlar. Zengin ve fakir ülke öğrencileri arasında bir kast, ayrımcılık olur diye düşünüyordum. Geçen yıl kapanışta stattan ayrılırken Afrikalısı, Amerikalısı, doğulusu, güneylisiyle çocukları ayıramadık birbirinden. Kızılcahamam'da yemekte aynı sıraya girmek zorundalar; ama hepsi birbirlerine o kadar saygılı, şefkatli ki, bu tabloyu daha önce hayal edemiyordum. Olimpiyat süresince sıkıntı yaşamıyoruz, ütopya kitaplarında olur ve inanmakta zorlanırız ya, işte biz onu yaşıyoruz. 15 gün boyunca 1500 çocuk bu şekilde yaşıyor ve ayrılırken de ağlıyor...
Türkçeleri su gibi!
Bu yıl ilk kez olimpiyatlara hazırlanan öğrencilerle de konuştuk. Öğretmen ve belletmenlerinin dediği gibi hepsi zeki, çalışkan ve saygılı. Türkçeleri de gayet iyi; tercümansız bütün sorulara cevap verdiler. Bazısı belki bu yıl Türkiye'ye gelemeyecek ama bir gün mutlaka yollarının düşeceğine inanıyorlar. Üniversite eğitimi için gelemeseler bile dilini- kültürünü öğrendikleri ülkeyi er ya da geç ziyaret etmeyi düşünüyorlar. Onlara, olimpiyatın ne ifade ettiğini sorduk.
1. Ayesha Abrar Nawshin (9. Sınıf): Ülkemi iyi temsil etmek ve yabancılara tanıtmak istiyorum. Böylelikle Bangladeş hakkındaki yanlış anlamaları düzeltebilirim. Yabancılar Bengalce konuşunca ben çok seviniyorum. Türkçe konuşmamız da Türkiye'de insanları çok sevindirir, bize ilgi gösterirler. Şimdiden kendi hayatımı anlatan kitap yazmak istiyorum. Türkçe Olimpiyatları da bu kitapta yer alacak.
2. Afroza Tamanna (9. Sınıf): Uluslararası bir yarışmaya katılmak önemli, iyi bir tecrübe olur. Sadece kendi ülkemi değil, başka ülkeleri de tanımak istiyorum. 140 ülkeden insanlarla tanışacağız. İnsanlık için yeni bir dünya kurabiliriz. Türkiye'ye gidersem mutlaka derece almak ve okulumun başarısını göstermek istiyorum.
3. Lazin Haque Oishee (8. Sınıf): Birçok ülkeden öğrenci geliyor, onlarla tanışmak itiyorum. Bu çok ilginç bir deneyim ve büyük bir fırsat. Geçen yıl iki arkadaşım gitti, onlardan çok güzel şeyler duydum ve Türkiye'yi çok merak ettim. Gelecek senelerde tekrar Türkiye'ye gitmek isterim.
4. Nowrose Nower Nafi (8. Sınıf): Türkçeyi ve Türkiye'yi daha çok öğrenmek istiyorum. Yabancı ülkelerden insanlarla tanışma fırsatı var. Onlara kendi ülkemi anlatacağım. Bir iş yapıyorsak en iyisini yapmalıyız. Türkçeyi iyi öğrenmek için olimpiyatlar iyi bir fırsat. Bir şeyi çok öğrenirsek daha çok severiz. Türkiye'yi seversek ilişkilerimiz daha çok gelişir.
5. Alifnura Sarker Promi (8. Sınıf): Başka ülke insanlarını ve kültürlerini tanımak ayrıca kendi ülkemizde neler olduğunu anlatmak istiyorum. Çok farklı bir tecrübe edinmiş olacağım. Ülkemin adını duyurmak istiyorum.
6. Sadia Afrun Adra (7. Sınıf): Olimpiyat şarkısında 'İnsanlık el ele' diyor ya, Türkiye'ye gidersem şarkıdaki gibi farklı insanlarla el ele tutabiliriz. Yeni arkadaşlar bulur, kültürlerini öğrenebiliriz. Biz de kendi kültürümüzü anlatabiliriz. İnsanlık olmazsa bu dünyada yaşamanın bir anlamı kalmaz. Türkçenin bir gün işime çok yarayacağına inanıyorum.
- tarihinde hazırlandı.