Bunları duyacağıma dağda çoban olsaydım

Bunları duyacağıma dağda çoban olsaydım

Faksı Türkiye’ye getiren kişi olarak bilinen işadamı Ayhan Bermek, Fethullah Gülen’i tanımasını hayatının miladı olarak tanımlıyor. “Hizmete dair saldırıları duyacağıma dağda çoban olsaydım.” diyen Bermek, Türk işadamlarını Çin ve Japonya pazarlarına çağırıyor.

'Arkadaşım, Okan Üniversitesi’nin kurucusu Bekir Okan’la bir gün yemek yiyoruz, ailece. ‘Kaç yaşındasın Ayhan?’ dedi. ‘54’ dedim. ‘Ayhan’ dedi, ‘Zaman nasıl çabuk geçiyor? Anadolu’da çocukken sala verilir, kim öldü derdik. Aramızda bilen olurdu, ‘Ya Ali dayı öldü.’ ‘İşte Ali dayı ne iyi adamdı falan. Ali dayı kaç yaşında idi?’ ‘70.’ Amma yaşamış Ali dayı.’ Sayı saymasını yeni öğreniyorsun. Ölüm aklından geçmiyor. 70 yaş! ‘Ayhan’ dedi, ‘Ölüm Allah’ın emri de senin çok yaşamış Ali dayının yaşına ne kadar kaldı?’ dedi. 1998 yılıydı. ‘16’ dedim. Yemeğin sonu idi, kiraz yiyorduk. ‘16 kere kiraz yiyecen, 16 kere de kar görecen’ dedi. O sene Samsun’a gittim. Futbol Federasyonu’ndayım. Samsun’da açılış var. Çelengi koydum, İstiklal Marşı’nı dinliyorum. Gözümün önüne 1960’ta lise son öğrencisi Ayhan Bermek geldi… Kafamda şapka da vardı. O zaman biz şapka takardık lisede. Üniversite bitmiş, iş hayatını kurmuşsun, kızın büyümüş. Futbol Federasyonu’nda görev almışsın. Neler yapmışsın neler. Bekir bana ‘Çok yaşamış Ali dayının 70’ine 16 kaldı’ dedi. O zaman bu dünya egoların ve enaniyetin tatmin yeri değil. Allah nasip etti, çiftlik evinde oturuyorum. Benim şurada kalmış 16 kiraz mevsimim. Hemen kiraz verecek ağaçlar istedim. Bursa Kestel’den 12 yaşında ağaçları tırlara yükleyip getirdiler. 32 tane ağaç diktim. Her sene meyvesini bu düşüncedeki insanlarla yiyor ve de oradaki fakirhanelere, yurtlara gönderiyorum. Sezen Aksu, torunumu kutlamaya geldiğinde ona anlattım bu hikâyeyi. Bir şarkının nakaratına yazmış, ‘Geçti eski baharlar / Önümüzde kaç kiraz mevsimi var?’ diye.”

Tekofaks’ın kurucusu, Türkiye’ye ilk faksı getiren işadamı, aynı zamanda Futbol Federasyonu’nda üç ayrı dönemde yönetim kurulu üyeliği ve millî takımlar sorumluluğu yapmış Ayhan Bermek, bu olayın hizmet felsefesi ve duygularıyla çok örtüştüğünü söylüyor. Bir nevi hayata bakış açısı…

27 Şubat 1944’te dünyaya gelen Bermek, 1999’dan bu yana da Hizmet Hareketi’ni yakından bilen biri. İşadamı İhsan Kalkavan’ın daveti sonucu Japonya’da bir okulu ziyaretle başlamış süreç: “Gönlüm orada kaldı. Ondan sonra Japonya’nın abisi biz olduk! Çok güzel bir dünya. Tabii Hocaefendi’yi tanıdım.” Bermek’in “O benim kanaat önderim, edep hocamdır.” dediği Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yanında onar günlük iki kamp hayatı da olur zamanla: “Orada ikindi sonrası sohbetlerinde fikriyat olarak tanımak, ondan istifade etmek bulunmaz bir nimet. Sonradan görmeyim, birinin rahle-i tedrisinden geçmedim. Ama dinin nezaket, sabır, hoşgörü olduğunu, insanı mutluluktan mutluluğa uçurduğunu, öte âlem için bu dünyada yapılacak çok şeylerin olduğunu öğrendim. Tamamen kalbî, insan odaklı bir dünyanın içine düştüm. Ve hakikaten samimi söylüyorum ki arkamı dönerek yaşayabileceğim bir dünya bu Hizmet dünyası. O kadar güzel yaşıyorum ki, o kadar iyi insanlarla merhabalaşıyorum ki… Yani Hizmet nedir deyince çok şey anlatılır fakat ideal olan, sıfır diye bir şey olmaz ama, egoların törpülendiği bir dünya bu.”

Bermek, tanışmasına vesile olduğu için İhsan Kalkavan’a da ayrıca müteşekkir bu konuda. Hayatı ve çevresi de değişmiş bu süreçte: “Aşağı yukarı son iki-üç sene içinde kendimin de isteğiyle arkadaş çevrem tamamen değişti. Hizmet ile daha çok beraber olmaktan mutlu oluyorum.”

Bermek, röportaj sırasında “Yetişme tarzından ve bir de Fethullah Gülen’in hitabet şeklinden, onun yüzüne bakabilmem için kelimeleri çok dikkatli seçmem gerekiyor.” diyerek ağzından çıkan ifadeleri tartarak konuşuyor. Onun için Hizmet’e yönelik suçlamalara aynı tarzda cevap vermiyor. “Çünkü biz duadan, sevaptan, hizmet etmekten başka bir iş bilmeyiz.” diyor. Dolayısıyla kendisinde kem söz, kızgınlık gibi şeylerin kalmadığını anlatıyor: “Hizmet’i tanımak, hayatımda milat gibi. Evet, iyi bir adam olmaya çalışıyordum, inançlarım, ailemi yetiştirme tarzım… Ama Hizmet’teki öğretmenleri, özellikle yurtdışındakileri görüp tanıdıkça ben bunlar gibi olmak için on fırın ekmek yemem lazım dedim.”

Son dönemlerde Hizmet ile ilgili en yüksek siyasi makamlarca söylenenlere bir türlü anlam veremiyor. Veremediği gibi sindiremiyor ve kabullenemiyor. Mesela Başbakan’ın ‘İnlerine gireceğiz, inlerine!’ ifadesi karşısında tepkisiz kalamıyor: “Biz inlerde değil, evlerde oturuyoruz. Evimizin kapısı da herkese açıktır, gelsinler çay, kahve ikram ederiz.”

Birtakım büyükelçilere yurtdışındaki okulların kapatılması ile ilgili söylenenlere de sessiz kalamıyor: “Bu her yönüyle vahim bir olay. İslamiyet için çok vahim, Türkiye’nin gelişmesi için çok vahim, öncü insanların emeklerinin zayi olması açısından vahim. En önemlisi de dinlerarası diyalog ve dünya barışına atılmış adımlar için vahim.” Bunca hakaretin havada uçuştuğu ortamda Bermek, duyduklarına inanmak istemediği için şunu da düşünmüş: “Keşke işadamı olmayıp olayların içinde olan biteni bu kadar görmese ve hissetmese idim. Dağ başında bir çiftçi, bir çoban olsaydım da mutlu yaşasaydım.”

Hocaefendi’yi vefasızlık üzdü

Ayhan Bermek, bütün bunlara rağmen aleyhteki bu çalışmaların beyhude olduğunu da söylemeden edemiyor. Zira Hizmet Hareketi’nin şikâyet edildiği ABD’de Başkan Obama’nın yakın lobisinde 4 Türk bulunuyor. Ayrıca Amerika’da bu okullarda okuyan çocukların hem başarıları hem ailelerine karşı tutum ve davranışları da takdir görüyor: “O zenci çocukları ile anne babaları iftihar ediyor. Amerikalılar neredeyse bütün okulları bize devredecekler. Amerika’da çığ gibi büyüyor mesela. Bir okul ister Afrika’da ister Sovyetler’de ister Japonya’da açılmış olsun. Hacı Kemal Abi’lerin Azerbaycan’da, Türkmenistan’da başlattıkları bu dünya hareketi bugün bu seviyeye geldi. Maalesef Türkiye bunun farkında değil. Seçim meydanlarında oy şeyi olarak kullanılıyor bunlar.”

Bermek, yapılanlara karşı Gülen’in, kendisinin de bulunduğu bir sohbette söylediklerini hatırlamadan edemiyor: “Gazetedeki röportajında da var. ‘İman çok önemli din açısından, ikincide vefa gelir’ dedi.”

Kendisini ‘zaman şahidi’ olarak ifade eden Bermek, bunu da pek çok şeyi görüp geçirmekle açıklıyor. 70 yıllık hayatında tek parti döneminden günümüze, iş dünyası tecrübesinden askerî hayata dair pek çok hatıra var.

Samsun Çarşamba doğumlu Bermek’in ailesi aslen Bulgaristan Kırcaali’den gelme. Dedesi Seyit Ağa, aşçılık yaptığı için Aşçı Seydaga diye bilinirmiş orada. Daha sonra Edirne’ye yerleşip aynı işi devam ettirmiş. Fakat aileden Türkiye’ye ilk gelen babası Nuri Bermek. Takriben 1934’te okumak için gelmiş ve Bursa Orman Okulu’ndan mezun olmuş. Nuri Bey, burada kendisi gibi bir memur çocuğu olan ve bankada veznedarlık yapan Ragıp Bey’in Trabzon Maçka’da görevli iken dünyaya gelmiş kızı Aliye Hanım’la birleştirmiş hayatını. Nuri Bey, memur olarak uzun yıllar Samsun ve ilçelerinde mühendis muavini ve Orman Bölge Şefliği yapmış. Ve üç çocuğu da Çarşamba’da görevli iken dünyaya gelmiş. Ayhan’dan 5 yaş küçük olan ve hukuk eğitimi almış ancak hiç avukatlık yapmayıp ağabeyinin yanında bulunmuş, bugün işadamı olarak bilinen Haluk ve Mesut Parlak’ın İstanbul Üniversitesi Rektörü olduğu dönemde rektör yardımcılığı görevinde bulunmuş, diş hekimliği fakültesinde öğretim görevlisi olan Çiğdem Hanım da burada büyümüş. Dolayısıyla Bermek ailesi artık Çarşambalı bilinir olmuş: “Biz de benimsedik. Nerelisin denince Çarşambalı diyoruz. Şimdi yaş 71’e gelince geriye bakıyorsun Allah’ına hamdederek bir zaman şahidi görüyorsun kendini. O kadar çok şey görmüşsün ki… Türkiye’nin en hareketli zamanı… Dünyada da değişimin en çok yaşandığı zaman.”

Babası da sürülmüş!

Nuri Bey, çok kısa bir süre İstanbul Üsküdar ve Unkapanı’nda şeflik yapmanın ve Demokrat Parti döneminde yine kısa süreliğine Ankara’ya sürülmenin yanında burada geçirmiş memuriyetini: “Bugün gördüğümüz ayrımcılığın kaynağı daha biz demokrasiye geçtik dediğimiz ikinci partinin kurulması ile 1940’larda başladı. İkinci parti kuruldu, demokrasi kurduk dedik. Demokrasinin ruhunu, hukukun üstünlüğünü, adaleti getirememiş ki. Onlar aynı partinin içinde idi zaten… 50’den sonra Vatan Cephesi’ni kurdular. Bu ne demekti? Babam ormancı olarak kaçak odun kesen birini yakaladı veyahut işini doğru yapıyor. O Vatan Cephesi’nden biri ‘bunu sürün’ diye partinin gayriresmî militanlarına, milletvekiline söyleyip onu oradan sürdürürdü. Ben buna şahit oldum. Bugünkü 10 bin polisin, 2 bin hâkimin sağdan sola savrulmasını düşünüyorum. Memurun bir hurcu vardır. Askerler daha iyi bilirler. Yatağı, yorganı onun içine koyar, otobüsle, trenle yallah gidersin. Uyar mı uymaz mı, çocukların okulu ne olur? Hatırlıyorum çocukluğumda. O zaman bizim evde cenaze çıkmış gibi ağlama oldu. Babamı tayin ettiler Beypazarı’na.” Fakat bir süre sonra ihbarı yapan utanır ki Nuri Bermek’i geri çekerler Samsun’a.

Eski zamanlar, eski çocukluklar bugünkü gibi tüketim alışkanlıklarının olmadığı asude zamanlardı Bermek’e göre. Tutumlu bir anne, bir memur geliriyle geçirilen kanaatkâr çocukluk devresi… Böyle bir dönemde Yeşilırmak İlkokulu’na başlıyor Ayhan Bermek. Mezun olduğu okul da Samsun Atatürk İlkokulu. Sonra Samsun 19 Mayıs Lisesi ve Kavak Ortaokulu’nda orta eğitim hayatı… Baba memur olduğu için ilçeler arasında taşınıp durmuş aile. 1960 darbesine az bir zaman kala Ayhan Bermek lise son sınıf öğrencisidir. Ama o yıl dersler biraz uzar ve 61’de bitirebilir okulu. Bu arada çalışmaya başlar. 1962’de ise İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazanır. Üniversite eğitimi de epey uzun sürer, 1968’de mezun olabilir. Memur çocuğu olarak ticareti kafasına koymuştur ki üniversitede iken elektrik malzemeleri, kablo vesaire satışı yapan kendi firmasını kurar Karaköy’de. Okulda da aktif bir öğrencidir. Kardeşin kardeşe kırdırıldığı dönemlerin şahidi olur. Bozkurt Nuhoğlu, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının dönemidir o dönem: “Herkes arkadaşımdı. Kantinde toplanırdık. Kimseye hangi memlekettensin dahi demedim. Ne bölgecilik ne mezhepçilik… Bunlar yoktu. İşte o devirlerde başladı kaynamaya.”

Okuduğu fakültedeki öğrenci teşkilatının başkanlığını yapar. ‘Marksist olmamakla ve milliyetçi duyguları ağır basmakla beraber ortanın soluna’ ait hisseder kendisini: “Çünkü o hep içimde haykırır. Hizmet’in içinde de diyorum ya 160 ülkeye gitmişiz. Bayrakları bayrak yapan kandır, toprak uğrunda ölen varsa vatandır. Bu duyguyu benim elimden kimse alamaz. Solu hâlâ sosyalizm olarak almam, sol biraz hayat üslubudur; yeşili seven, gelir dağılımındaki adaleti arayan…”

Bermek, okul ve çalışma hayatının yanında futbol da oynamaktadır üniversite yıllarında. Önce Vefa’da, ardından da Beyoğluspor’da kalecilik yapar. Arkadaşları arasında, daha sonra Beşiktaş’a geçen Merkez Hakem Kurulu Başkanı Zekeriya Alp ve Sabri Çelik ile F.Bahçe’ye transfer olan başka isimler de vardır. Bermek için üniversite bitince futbol hayatı da sona erer: “İyi bir futbolcu değildim.”

Bermek, futbol dünyasına bir daha 1986’da dönecektir; önce Erdenay Oflas, sonra Halim Çorbalı federasyonlarında yönetim kurulu üyesi ve asbaşkan, devamında da Şenes Erzik federasyonlarında Millî Takımlar Sorumlusu olarak... Bermek, 2005 ve 2008’de Federasyon Başkanlığı için adaylığını koyar ama nasip değildir bu sefer.

Ayhan Bermek, okulu bitirir bitirmez, 1968’de de evlenir. Sınıf arkadaşı Reyah (Uzun) Hanım’la askere gitmeden yuvasını kurar. Sonrasında Tuzla Piyade Okulu’nda yedek subay olarak başlar askerliğine. Burada 97. Piyade Alayı’na kura çektiğinde önce şaşırır. Fakat alayın İstanbul’a çok yakın, Kandıra’da olduğunu öğrenince rahatlar. Bu arada, bugün sanatçı Murat Başoğlu ile evli olan Hande Hanım dünyaya gelir. Bermek’in hayattaki tek pişmanlığı, o zamanlar ikinci çocuğu düşünmemiş olmasıdır.

Türkiye her on yılda kaotik süreçlerden geçmeye o yıllardan alışmıştır. 12 Mart 1971 muhtırası verildiğinde İzmit Orduevi’ne tayin edilir. Ona kalırsa, biraz da asker ruhlu olduğundan kıtayı tercih eder ama nafiledir. Muhtıra öncesi sokaklar yine karışıktır: “Kardeşi kardeşe hakikaten kırdırdılar. Bir gün İzmit’in mi kurtuluşu idi neydi, bilmiyorum. Çağırdılar, kurmay başkanı. ‘Bermek’ dedi ‘gidip gitmemekte serbestsin. Aldığımız bir istihbarata göre İstanbul’dan gelen trende Necmi var.’ Deniz’lerin etrafındaki çocuklardan. Sınıf arkadaşım. O zaman her şey İktisat’ta oluyordu. Oradan dönerdi işler. ‘Onu sen tanıyor musun?’ dedikten sonra devam etti: Tren durmadan buraya gelecek, bu istasyonda duracak. Ön kapıdan gireceksiniz, seni de arkadan koruyacaklar.”

-Ne yapacaksınız?

Çaka çak yapacaklar. Ben tanıyorum. Hiç olmazsa kurtarırım diye gidiyorum.

-Siz hedefi göstereceksiniz…

Tren geldi, durdu, bindik. Sivilim. Mermiyi ağzına vermişim. Ama Necmi yok. Necmi gözleri yeşil. Gözümün önüne geliyor. İşte kardeş kardeşi vurma bu.

-Karşılaşsanız…

Ne olur bilemezsin. Fakat aylarca kâbus gördüm. Sanki karşılaşmışız gibi, Necmi’yi görüyorum, görmemezlikten geliyorum. Necmi şaşırıyor, panik yapıyor, kalkıyor. Silah çekiyor. Ben ona ateş ediyorum. Yani Türkiye bunları atlattı. Rabbim bunları bir daha göstermesin.”

Ve askerlik böylece biter. Dönüşte iş aramaya başlar. Koç Grubu’na başvurur. Grubun Genel Müdürü Basri Ekşioğlu tarafından beğenilir, fakat Beko onu Anadolu’ya göndermek isteyince iş gerçekleşmez. O da dönemin büyük firmalarından, inşaat malzemesi satan Erdoğanlar’a girer. 1973’te ise Koçtaş’a geçer. O zamanlar yeri Karaköy’dedir: “Semahat Arsel, evine bir şeyler alacak, gitmiş Erdoğanlar’a. Dönmüş Koçtaş’a, ‘Bizim mağazalar böyle olacak’ demiş. Ondan sonra beni aldılar. İktisat fakültesinden ağabeyimdi Doğan Büyükfırat, ‘Ayhan gel’ dedi.”

Bermek, Koç’un efsane kadrosuyla birlikte çalışır. Orada çalışmasının avantajlarını daha sonra kendi işini kurarken de görür. Önce plan yapmayı öğrenir. Çünkü Koç’taki felsefeye göre ‘plansız bir şirket pusulasız denize açılan bir gemi gibidir.’ Ayhan Bermek, buradan da genel müdür yardımcısı olarak Koç’un Merkez Ticaret’ine tayin olur. Şirketin Ankara olan merkezi İstanbul’a taşınacak, Koçtaş da perakendeci olarak yoluna devam edecektir. Bu süreçte rol oynar. Ve 1978’de de kendi işini kurmak için Koç’tan ayrılır. Tempaş’ı hayata geçirir. İnşaat malzemeleri ile işe girer ama orada kalmaya niyeti yoktur. Teleks, faks gibi iletişim araçları henüz iş hayatına girmemiştir. Onun için sermayesinin büyük bölümünü bir telekse verir: “550 bin lira mı ne verdim buna. İnşaat malzemesi alacak param yok ama… Kredibilitem varmış ki döndük. Yani ben rekor kırdım Türkiye’de, stokların dönüş hızı ile alacakların dönüş hızı açısından.”

Koç’ta öğrendiği bir şey daha hayatına yön verir bu dönemde. Vehbi Koç, yöneticilerin fuarlara gitmesini neredeyse zorunlu tutar. O da fuarlara gitme alışkanlığı edinmiştir çalıştığı dönemde. 1981’de Hannover Fuarı’nda faks makinesini görür. Devasa boyutta, üstelik Türkiye’de de henüz bilinmemektedir. Araştırır, en iyisinin Japon Panasonic olduğunu öğrenir. Böylece o grupla 2009’a kadar sürecek birlikteliği başlar. Bu firma ile Türkiye pazarında önemli işlere de imza atar. Dolayısıyla Ayhan Bermek’in hayatına yön veren iki kişi de bu sahadan çıkar. Biri Vehbi Koç, diğeri de Panasonic’in kurucusu Konosuke Matsushita’dır.

Bu süreçte 12 Eylül 1980 darbesiyle başbakan olan Bülent Ulusu’nun yardımcısı Turgut Özal’dır. Özal, 1983 seçimleri ile iktidara gelince, Türk iş dünyası hızlı bir değişim geçirir. PTT’ye yapılan yatırımlar, kambiyo rejiminin değişmesi, Özal’ın iş dünyasına yön göstericiliği birleşince 1984’te faks piyasası Türkiye’de patlama yapar: “Özal bir başöğretmen gibi iki-üç seyahatte ihracatı öğretti bize. İran’a mal satarak öğrendik biz. Sadece ben değil, Türkiye’de ne kadar büyük firma varsa hepsi... Rahmetli Adnan Kahveci, Ekrem Pakdemirli, taş gibi bir ekip vardı o dönemde. Özal sabahleyin irtibatını kurar, akşamleyin gelir otelin lobisinde ‘Bugün şunu yaptım, bunu yaptım, şuraya dikkat edin’ derdi. Özal müthiş bir piyasa adamıydı.”

Paranı kaybedeceksin ama...

2009 yılından sonra Panasonic ile ortaklığı biten Tekofaks’ın patronu Ayhan Bermek, şimdilerde, 10 yıl kadar önce yöneldiği Çin ve Japonya pazarlarıyla moral buluyor. Türkiye’den ayçiçeği yağı, makarna, incir, zeytinyağı, meyve suyu gibi gıda maddeleri ile Uzakdoğu piyasasına yönelen Bermek, helal sertifika ile üretilecek döneri de Japonlara sevdirmektedir bugünlerde. Çin ve Japonya pazarlarını da herkese tavsiye ediyor: “Bakın 1986 senesinde rahmetli Turgut Özal Hong Kong’a ilk uçağı kaldırdı. Ben işadamıyım. Dedim ki Özal yine fantezi yapıyor. Kim gider Çin’e, ne iş yaparız? İşte gittik. Bugün Şangay’da bürom var. İşte vizyon bu. Allah selamet versin Fethullah Gülen Hocam, 1991 yılında oraya talebe göndermeye başladı. Bugün de ‘Okullar görevlerini yaptılar. Artık sıra esnafa geldi.’ diyen hocamın bir genel vizyonu var. Ben devletin yerinde olsam ilgili bakanlıkların yüzde 35’ini Pekin’e, Şangay’a taşırım. Şangay dediğin yer 28 milyon nüfuslu. Avrupa’da Hollanda ile Yunanistan’ı topla, bir tek o şehirde çalış yetiyor. Sadece Guangzhou denilen fuarlar şehrinde 120 milyon insan yaşıyor.” Göstergeler de gelecekte dünya ticaretinin kalbinin buralarda atacağını gösteriyor zaten.

AK Parti’nin kuruluş aşamasında ayaküstü de olsa teklif alan, Fenerbahçe Divan Kurulu Üyesi olan, güzel olan her tür müziği sevmesine rağmen rahmetli eşiyle hatırası olduğundan ‘Yusuf Nalkesen’in ‘O ağacın altı’ şarkısı ile Sezen Aksu’nun ‘Sen ağlama, dayanamam’ şarkılarına gönlünde özel yer açan, insan sevgisini çok önemseyen Ayhan Bermek, iş hayatına dair de prensibini şöyle özetliyor: “İş hayatında problem olur, türbülansa girersin, işte bak Japonya’da efsane yazmaya kalkarsın ama asla itibarını kaybetmeyeceksin. Paranı kaybedeceksin.”