‘Paralel devlet’in uzun ince hikâyesi

‘Paralel devlet’in uzun ince hikâyesi

17 Aralık Operasyonu’ndan itibaren Başbakan ve Hükümet medyası ‘paralel devlet’ söylemiyle yatıp kalkıyor. Oysa, Camia’ya yöneltilen bu iddianın mucidi, Abdullah Öcalan’dan başkası değil.

‘Paralel Devlet’ söylemi, son yılların en ilginç, moda tabirle söyleyecek olursak ‘en çılgın’ icadı sayılabilir. Çünkü icat çalışırsa birinin yaptığı bütün kötü işlerin sorumluluğu bir başkasına yüklenebilecek. En azından onun için bulundu ve çalışması için de var gücünü harcayanlar var. Daha açık ifadesiyle; icada göre, 12 yıllık AKP iktidarı, ne kadar kötü ve kanunsuz iş yaptıysa hepsinin sorumluluğu ‘Paralel Devlet’ diye tanımlanan hayali örgüt mensuplarına ait olacak. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve yandaş medyası böyle olması için 2 aydır geceli gündüzlü çalışıyor. Ama olmuyor, buldukları icat bir türlü çalışmıyor. Değil bütün kötülükleri, saydıklarından birini bile ‘paralellerin’ işlediğine dair tek delil gösteremiyorlar. Bundan sonra gösterebileceklerine dair de en ufak bir işaret yok. Dolayısıyla bu icat için peşin peşin, ‘İkinci Erke Dönergeci’ diyebiliriz. Çünkü o da 2006 yılında büyük bir reklam kampanyasıyla, hem de bol yıldızlı askerlerin desteğiyle ‘çağın icadı’ olarak tanıtılmış ve müthiş bir beklenti oluşturulmuştu. Ancak kısa sürede Erke’nin ‘Con Ahmet’in devr-i daim makinesi’ne benzer bir vaka olduğu anlaşılmış ve bütün umutlar suya düşmüştü. Zaten bilim tarihi, düşünülmeden, aceleye getirilmiş ve test edilmemiş icatlar çöplüğüdür bir bakıma.

‘Paralel Devlet’ icadı da böyle, çalışır mı çalışmaz mı diye hiç bakılmadan piyasaya sürüldü. Üstelik burada bir intihal durumu var. Hem de bir dönem kanlı bıçaklı olunan, şimdi ise kapalı kapılar ardından çözüm müzakereleri adı altında çeşitli tavizler verilen örgütten. Ne dediğimiz, bugün önümüze konulan paralel ipin ucundan tutup sonuna kadar gittiğimizde daha iyi anlaşılacak.

Başbakan Erdoğan ve hükümet medyasının paralel yapı söylemi Kasım 2013’te dershanelerin kapatılması tartışmalarıyla birlikte başladı. Güya dershaneler devletin okullarına paralel olarak kurulmuş eğitim yuvalarıydı ve ‘para tuzağı’ olduğu için kapatılması gerekiyordu… 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının ardından paralel devlet iddiası da patladı. Bu kez soruşturmayı yürüten emniyet ve yargı mensupları paralel yapının parçasıydı. Yani bu işleri yapanlar güya Camia ile gönül bağı olan devlet memurları idi. Günler geçtikçe paralel yapının çerçevesi genişletildi; TRT, Anadolu Ajansı, Maliye, Millî Eğitim dâhil bütün devlet kurumlarına yayıldı. Bu kurumlarda ‘Cemaat’e yakın’ diye fişlenen ne kadar personel varsa hepsi kıyımdan geçirildi.

18 Aralık’ta keşfettiler!

Başbakan Erdoğan, ‘paralel devlet’ iddiasını 18 Aralık 2013’ten itibaren hemen her gün katıldığı toplantılarında, medya mülakatlarında, mitinglerde aklına gelen her yerde kullanıyor. Bundan cesaret alan milletvekilleri işi bir adım ileri götürüyor ve asıl Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurumlarına paralel yapılar kurup kendi kural ve kanunlarını uygulayan KCK terör örgütüyle eşdeğer tutuyor.

Bunlardan biri AKP Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak’tı. 30 Ocak 2014’te memleketindeki aday tanıtım toplantısında konuşurken şu akıl almaz yorumu yaptı: “Paralel devlet dediğin zaman KCK da böyle bir paralel devlettir. Devlete karşı kurulan bu paralel yapılar, KCK neyse, farklı isimleri ne olursa olsun aynı kefededirler. Birbirlerinden hiç farkları yoktur.”

Benzer bir çıkışı daha önce, ortada yolsuzluk soruşturması bile yokken TBMM Millî Eğitim Komisyonu üyesi olan bir kişi yapmıştı. AKP Ardahan Milletvekili Prof. Dr. Orhan Atalay, Taraf gazetesine verdiği demeçte (27 Kasım 2013) Camia’nın dershaneleri savunmasını eleştirirken, “Nasıl ki devlet içinde KCK bir paralel yapılanmadır. Dershaneler de öyle oldu. Bir tür paralel yapılanma hâline geldi” demişti.

Bu söylem AKP’lilerden önce KCK/PKK terör örgütünün siyasi kanadı Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) yöneticilerinin dilindeydi. Partinin eş başkanı Selahattin Demirtaş, 19 Eylül 2013’te Özgür Gündem gazetesine bir açıklama yapmış ve Abdullah Öcalan’ın paralel devlet konusunda AKP’yi uyardığını ifade etmişti. Demirtaş’ın ifadesine göre, Öcalan şunları söylemişti: “Bu paralel devlet yapılanması Kürt sorununda çözüme gitmenin önünde en büyük engeldir. ” Her görüşmelerinde Öcalan’ın bu konunun altını çizdiğini hatırlatan Demirtaş da “Hükümet paralel devlet faaliyetlerini önlemelidir” çağrısını yapmıştı.

Öcalan, Şubat 2013’te İmralı Cezaevi’nde ilk BDP heyetiyle görüştü. Görüşmenin zabıtları daha sonra Milliyet gazetesinde yayımlandı. Tarafların doğruluğunu teyit ettiği zabıtlara göre Öcalan, paralel devlet söylemini net şekilde dillendiriyor: “Türkiye’de 3 koldan paralel devlet çalışması var. Sıradan lobiler değil. ABD’de Yahudi, Ermeni ve Rum lobileri stratejik ve taktik müdahale ediyorlar. Her 3’ü de Anadolu çıkışlıdır. Sözde bir hükümet var, sözde bir parlamento var. CHP ve MHP paralel devletin izdüşümleridir, basit aletleridir; AKP’ye de, medya ve işadamlarına da sızmışlar. Sadece MİT kalmış, hedeflenen bizim geliştirdiğimiz diyalogdur. MİT Müsteşarı düşürülmek isteniyor…”

Ancak bunun da öncesi var. Bir yıl önce, 13 Şubat 2012’de Hürriyet gazetesinden Şükrü Küçükşahin, ‘Hakan Fidan’ın ana görevi’ başlıklı bir yazı yazdı. Küçükşahin, paralel örgütlenme konusunda ilginç bir bilgi paylaştı: “Hakan Fidan, MİT Müsteşarı olunca (25 Mayıs 2010) ziyaret ettiği önemli bir ismin, ‘Gülen cemaati devlette örgütleniyor iddiaları var.’ sözüne şu kısa cevabı veriyor: Paralel bir örgütlenmeye devlet içinde izin vermemek ana görevimiz.”

İddiaya göre, Fidan’ın ‘ziyaret ettiği önemli isim’ Öcalan. Fidan, PKK yöneticileri ile 2009-2010 yıllarında gerçekleşen Oslo görüşmelerini Başbakan’ın özel temsilcisi sıfatıyla yürütüyordu. Öcalan’la bir araya geldiğini, o görüşmelerin internete yansıyan ses kayıtlarında kendisi ifade ediyordu. Oslo’daki müzakerelerinin tarihiyle Fidan’ın “Paralel yapılanmaya izin vermeyiz” cümlesini kullandığı tarih de örtüşüyor.

Görüldüğü üzere Hizmet Hareketi’ne yönelik operasyonun altyapısını oluşturmak amacıyla kullanılan ‘Paralel Devlet’ söyleminin arkasından Öcalan/PKK çıkıyor. Bu, psikolojideki ‘yansıtma (kusurunu başkasına atma)’ denen savunma mekanizmasının tipik bir örneği. Zaten PKK, öteden beri dağa çıkışı engellediği gerekçesiyle Hizmet’in eğitim faaliyetlerinden hep rahatsız oldu. Okul, dershane, okuma salonu ve yurtlara düzenli olarak molotoflu, bombalı saldırılar gerçekleştirdi.

PKK’nın paralel vergileri

Öcalan’ın yansıtma yaparak Hizmet’in üzerine attığı paralel iddiasını aslında kendi örgütü yıllardır uyguluyor. PKK’nın üst organı KCK, Güneydoğu ve Doğu illerinde hatta İstanbul’un belli semtlerinde, mahkeme kurup yargılama yapıyor, ceza kesiyor, vergi topluyor. ‘Devrim ve Halk mahkemeleri’ dedikleri paralel yargı organı Doğu ve Güneydoğu illerinde uzun süredir faaliyet yürütüyor. Bu mahkemelerde BDP’liler bile sorguya çekiliyor, savunma veriyor. İl ve ilçelerde yargılananlar çıkan karara itiraz edebiliyor. Bunun için Kato Dağı’nda kurulan ‘temyiz mahkemesi’ne başvuruluyor.

Ayrıca ‘KCK vatandaşı’ olarak tanımlanan insanlardan aylık, yıllık vergiler toplanıyor. KCK sözleşmesinde yer alan ‘Yerel kaynakların yerinde kullanılması’ ilkesine göre vatandaş gelirinin yüzde 10’unu KCK yönetimine vermekle mükellef. BDP milletvekilleri, belediye başkanları ve çalışanları maaşlarının yüzde 10’unu KCK’ya veriyor. Aynı şekilde çalışan ve tarımla uğraşan her vatandaş, kazancının yüzde 10’unu örgüte yatırıyor. Hayvancılık yapanlardan küçükbaşta 10’da 1, büyükbaşta ise 20’de 1 vergi alınıyor. Durumu iyi olmayan aileler ise bir çocuğunu (istenildiği takdirde) örgüte ‘asker’ olarak göndermek zorunda.

Tablo bu, karar milletin; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kanun ve kurallarına göre çalışan, üstelik bizzat hükümetin atadığı savcı ve polisin hukuk çerçevesinde gerçekleştirdiği soruşturmalar mı paralel, yoksa KCK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına kendi koyduğu dağ kanunlarıyla muamele etmesi mi?