Türk okulları Abdülhamid’in hayalini gerçekleştiriyor
Dünyanın 160 ülkesine yayılan Türk okulları projesini ilk Sultan II. Abdülhamid başlatmış. 130 yıl önce temeli atılan bir proje bugün dünyanın her yerinde meyvelerini veriyor. Ancak Abdülhamid’in rüyası kâbusa dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya.
Son dönemde konuşmalarını nefret söylemi üzerine kurgulayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim akşamı yaptığı balkon konuşmasında da üslubunu değiştirmedi. Rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra seçim vaadi olarak meydanlarda dile getirdiği “İnlerine gireceğiz!” sözünü tekrarladı. Bu ifadelere bakılırsa Erdoğan, Anadolu insanının yüz yıllık birikiminin yansıması olan Hizmet Hareketi’ni hedef almaya devam edecek. Bu konudaki somut adımlarını yurtdışındaki Türk okulları üzerinden atacağının işaretini de büyükelçilere verdiği talimatla göstermişti. Büyükelçilere “Gittiğiniz ülkelerde bu okulları anlatın.” diyen Erdoğan, kapatılması için ellerinden geleni yapmalarını ima ediyordu. Devlet adamları dâhil herkesin takdirini kazanan Türk okullarının hukuksuz tanımlama ve saldırılarla kapanacağına elbette kimse inanmak istemiyor. Çünkü yapılmak istenen şey, hem hukuksuz hem insan hak ve hürriyetlerine aykırı hem de ülke menfaatlerine, geleneklerine ters. Seçim reklamında bayrağı propaganda aracı hâline getiren bir hükümetin 160 ülkede Türk bayrağını dalgalandıran bir harekete savaş açması zaten büyük bir çelişki olarak değerlendiriliyor.
Türk okulları, dünya ile yarışacak kalitedeki eğitimiyle bulundukları ülkede belirgin bir farklılık oluşturdu. Çeşitli dallarda kazandırdıkları derecelerle devlet büyüklerinin çocukları için tercih sebebi oldu. Okullarda evrensel ahlak kuralları ölçüsünde öğrenciye verilen değerler, kimlik ve kişilik kazanımları da velilerin gözünden kaçmadı. Bu değişikliklerde rolü olan öğretmenlerden dolayı Türk ve Müslüman kimliğine karşı güven giderek arttı. İnsanlığa ve dünya barışına hizmet niyetiyle çıkılan yolda Türkiye’nin dünya ülkeleri üzerindeki saygınlığı artarken bu saygınlık çeşitli kazanımları beraberinde getirdi.
Osmanlı arşivlerinde yapılan araştırmalar ise Türk okulları konusunda ilginç bir gerçeği ortaya çıkardı. Yurtdışında okul açma projesi ilk olarak Sultan II. Abdülhamid tarafından hayata geçirilmiş. Padişah, Çin, Sri Lanka, Güney Afrika, Hindistan ve İngiltere’de mektep açılmasına önayak olmuş. Araştırmacı yazar Hakan Yılmaz, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde Sultan Abdülhamid’in sınır dışı okul projelerine ait ipuçlarına ulaştı. Osmanlı büyükelçilerinin Sultan’a yazdığı mektuplardan oluşan belgeler, Abdülhamid’e yöneltilen okul açma talebini ve gerekçelerini içeriyor.
16 Aralık 1307 tarihli, Liverpool (İngiltere) Başşehbenderi (Başkonsolosu) İsmail Lütfi tarafından gönderilen mektupta Padişah’ın yardımıyla açılacak okuldan söz ediliyor. ‘Medrese-i İslâmiye’ ismi verilecek okulda İngilizce ve Türkçenin de içinde olduğu birçok yabancı dil ve kaliteli eğitim amaçlandığı görülüyor. Mektupta ilginç bilgiler yer alıyor. ‘Mektepte okutulmak üzere İngiliz müstemlekelerinden talebelerin getirilmesi’ bunlardan biri. Sömürge altındaki ülkelerden öğrenci seçme gerekçesinin ileride ülkelerinin kaderine etki edecek gençlerin yetiştirilmek istenmesi olduğu anlaşılıyor. Söz konusu hedeflerin, bugün Türk okullarının yakaladığı başarı ve kalite ile örtüştüğünü görmek mümkün. Türk okullarında yetişen gençlerin artık kendi ülkelerinin yönetim kademelerinde söz sahibi olduğu düşünüldüğünde Sultan Abdülhamid’in hayallerinin hayata geçtiği de görülüyor.
Abdülhamid’in kamu diplomasisi
Bugün uluslararası ilişkilerde öne çıkan kavramlardan biri ‘yumuşak güç’ de denilen kamu diplomasisi. Sivil toplum örgütleri eliyle kültür, eğitim veya sanatla ülke lehine lobi faaliyeti yürütme, yani kamuoyu ve siyasi karar alıcıları etkileme veya karar sürecini yönlendirme faaliyeti anlamına geliyor. Dolayısıyla kamu diplomasisi, bir toplumun kaderini değiştirecek bir kararın lehte ya da aleyhte verilmesinde doğrudan etkileme gücüne sahip. Türk aydını, sosyal ve siyasal kurumlarıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme döneminden günümüze kadar etkin bir lobicilik faaliyeti yürütememenin sıkıntısını hep yaşadı. Haklı olduğu kesin olan davalarda bile kendini anlatmakta yetersiz olduğu için hak etmediği muamelelere maruz kaldı. 33 yılık padişahlık hayatı boyunca en azılı düşmanlarına bile idam cezası vermeyen II. Abdülhamid’in, Ermeni lobisinin faaliyetleri sonrasında Batılılar tarafından ‘Kızıl Sultan’ diye tanınmasının bir sebebi buydu.
Hâlbuki Sultan Abdülhamid, doğrudan diplomatik ilişkilerin yanı sıra kamu diplomasisi konusunda da girişimlerde bulunmuştu. Osmanlı devletinin yabancı devlet ve milletler nezdinde doğru ve olumlu tanınması için çalışmalar yapmıştı. Örneğin, Hindistan ve civarındaki ülkelerde açılacak Osmanlı mekteplerinin Müslümanların Osmanlı’ya bağlılığını artıracağını düşünüyordu. 8 Mart 1305’te Bombay Başşehbenderi (Başkonsolosu) Mehmet Kadri’nin Padişah’a yazdığı mektupta bu önem dile getiriliyor. Sultan’dan Hindistan’da okul açması talebinde bulunan başkonsolos, oradaki Müslüman halkın 10 okul açacak güçte olduğunu belirtiyor. Ancak hemen arkasından okulların Osmanlı İmparatorluğu tarafından açılmasının stratejik açıdan önemli olacağı düşüncesini vurguluyor.
Sultan Abdülhamid’in kamu diplomasisi çalışmalarının Müslümanların yoğun olduğu coğrafyalarla sınırlı olduğunu düşünmek yanlış. Öngörüsü ve stratejik zekâsı herkesçe bilinen Sultan, İngiltere’de Abdullah Gulyam Efendi’nin girişimiyle açılan Liverpool İslam Enstitüsü’yle yakından ilgileniyor, enstitünün faaliyetleri konusunda bilgi alıyor ve destek veriyor.
İngiltere başkonsolosu tarafından gönderilen mektupta Hz. İsa’nın doğum günü münasebetiyle geleneksel olarak düzenlenen yortulara halkın verdiği ehemmiyet dile getiriliyor. Buna binaen Liverpool İslam Cemiyeti tarafından yoksul çocuklara yemek veriliyor. Mektuptan anlaşıldığı üzere bu yardım Padişah’ın emriyle yapılıyor. Padişah tarafından ülke sınırları dışındaki gayrimüslim çocuklara bu tarz faaliyetlerde bulunulması farklı dinlere hoşgörünün o gün de önemsendiğinin önemli göstergesi oluyor.
Sultan Abdülhamid Ermeni meselesine karşı uluslararası arenada lobicilik faaliyetlerini ilk başlatan kişi olan Muhammed Alexander Webb isimli gazeteciyi de İstanbul’a davet ediyor. Hatta onu, Mecidi ve Liyakat Nişanı hediye ettikten sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun New York Başkonsolosu olarak atıyor. Padişah’ın desteğini alan Webb, Amerika’da yaşayan Müslümanları bir çatı altında toplamak için American Moslem Brotherhood’u (Amerikan Müslüman Kardeşliği) kuruyor. Ülkede İslam’ı anlatmak için kurulan ilk dergi olma özelliği de taşıyan The Moslem World’ü yayımlıyor.
Abdülhamid’in çalışmalarına rağmen Osmanlı dağılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulunca ABD’deki Müslümanlar ile Anadolu’nun bağı büyük ölçüde koptu. 1915 Ermeni Göç Kanunu sebebiyle ABD’ye sığınan Ermenilerin lobicilik faaliyetine başlamasından sonra ABD kamuoyu Türkleri ‘Ermenileri katletmiş, soykırıma tabi tutmuş millet’ olarak andı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, birçok konuda olduğu gibi Ermeni Soykırımı iddialarını çürütmek ve kendi haklılığını anlatmak için etkin bir faaliyet yürütemedi. ABD’nin 41 eyaletinde Ermeni Soykırım iddialarının kabul edilmiş olması bu yetersizliğin açık göstergesi. Birçok uluslararası organizasyonda da benzer hezimeti görmek mümkün. Mesela, Türkiye, 2020 Olimpiyatları’nın ev sahipliğini almak için Japonya ile yarıştı. Japonlar, deprem, tsunami, nükleer santral sızıntısı ve çevre felaketi riski gibi dezavantajlara rağmen ipi göğüslemeyi başardı. Benzer durum EXPO 2020’ye aday olan İzmir için de görüldü. Başarısızlıklar sadece altyapı ve hazırlık aşamasındaki eksikliklerden kaynaklanmadı. En az onun kadar Türkiye’nin oy veren ülkeler nezdindeki itibarının da payı vardı.
Olumsuz örneklere bakılınca, kamu diplomasisi ile sonuç almak için sürekli ve istikrarlı bir çalışmanın şart olduğu gözüküyor. Uluslararası siyaset uzmanları, son 10 yılda Türk lobisinin ABD’de büyük güç kazandığını tespit ediyor. Bunda Türk okullarının katkısını özellikle vurguluyorlar. Türk okullarında dili, dini, ırkı farklı insanlar; barış, dostluk ve kardeşlik duygularıyla yetiştikten sonra sosyal hayata atılıyor. Dünyanın barış ve kardeşlik sayesinde daha yaşanabilir hâle geleceğine inanan bu insanlar pozitif anlamda lobi faaliyeti yürütebilecek sivil toplum kuruluşları oluşturuyor.
Ülkemizin tanıtımında okulların rolü
ABD’de Türklerin açtığı 130 civarındaki okulda 45 bin öğrenci eğitim görüyor. Bu okullar genellikle eğitim ve gelir seviyesi düşük bölgelerde kurulmuş ve devlet denetiminde bulunuyor. Tüm gelişmiş ülkeler gibi ABD’de de fırsat eşitliğini sağlamak adına eğitim kurumlarına geniş imkânlar veriliyor. Asayişin bozuk, uyuşturucu, alkol ve sigara kullanımının yüksek olduğu bölgelerde, bu okullar sayesinde bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı nesiller yetiştiriliyor. Aynı zamanda bu nesiller Türkiye’ye dost oluyor. Başbakan Erdoğan’ın büyükelçilere, ‘Gittiğiniz ülkelerde bu okulları anlatın’ söylemiyle hedef tahtasına koyduğu okulların lobi etkisi olmasa bugün ABD’deki Türk algısı çok farklı olabilirdi. Nitekim ABD’deki en etkili sivil Türk kuruluşlarından olan Pasifik Enstitüsü düzenlediği etkinliklere Ermenileri davet ediyor, yüzyıllık düşmanlığı ortadan kaldırmaya dönük çalışmalar yapıyor.
Başbakan’ın bugün sadece hükümetin başarısı olarak pazarladığı ihracat rakamlarında dünyanın 160 ülkesindeki Türk okullarının rolünü de unutmamak gerekir. İstatistiklere göre, Türkiye’nin resmî bir temsilciliği olmayan ülkelere yapılan ihracat oranlarının Türk okulu açılmasıyla artmaya başladığı görülüyor. TUSKON’un organizasyonları vasıtası ile başta Afrika ülkeleri, dünyanın dört bir yanına ürün ve hizmet akışı hız kazanmış. İhracatın arttığı ülkeler incelendiğinde hepsinin ortak özelliği Türk okulu açılması. Örneğin TÜİK verilerine göre Uganda’ya ihracat 2005 yılına kadar sıfır veya yüzde 1 seviyelerinde seyretmiş. TUSKON’un kurulduğu 2005 yılından itibaren ihracat 4 milyon dolardan 23 milyon dolara ulaşmış.
- tarihinde hazırlandı.