Ali Ünal’ın yeni kitabı çıktı: Köprüden önce son çıkış

Ali Ünal’ın yeni kitabı çıktı: Köprüden önce son çıkış

Ali Ünal’ın yeni kitabı Köprüden Önce Son Çıkış geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Ünal kitapta 17 Aralık sürecinin tüm detaylarını bilgi ve belgeleriyle anlatıyor.

Gazeteci yazar Ali Ünal, Köprüden Önce Son Çıkış’ta öncesi ve sonrasıyla 17 Aralık sürecini mercek altına alıyor. Ünal, bu süreçte yaşananlarla birlikte AKP ile Cemaat’in nasıl ve hangi nedenlerle karşı karşıya kaldığı üzerinde de duruyor. Fethullah Gülen’in kim olduğu, beddua diye dillendirilen mübahale ve muhavelesine bir kez daha açıklık getiriyor ve “Hizmet ve benzeri hareketlerin her zaman düşmanları olmuştur ve olur” diyor.

Operasyon nasıl başladı?

Yazar kitabında, sözü geçen operasyonun başlangıcı olarak 12 Şubat.2007 tarihini gösteriyor. Operasyonu o tarihte Edirne Kapıkule Sınır Kapısı’ndan yurtdışına çıkış yapmak isteyen bir TIR’da 202 kg eroinin ele geçirilmesine dayandırıyor ve şöyle devam ediyor: “Bu tarihte ne Cemaat-AKP kavgası vardı ne de dershanelerin kapatılması teşebbüsü. Hadise, bütünüyle adlî bir hadisedir; yeni başlamamıştır. (…) Ayrıca, hadisenin başlangıcı 12 Eylül 2010 Referandumu’ndan 3 yıl, 7 ay öncesine dayanmakta, yani, söz konusu referandum çerçevesinde bazılarının iddia ettiği yargıda bir Cemaat hakimiyet ve yapılanmasının hiç söz konusu olmadığı bir döneme uzanmaktadır. Kaldı ki, soruşturmaya konu suçlarla ilgili haberler ulusal basında, hatta tamamen iktidar yanlısı yayın yapan Yeni Şafak ve Akşam gazetelerinde yer almıştır. Öte yandan, yukarıda izah edildiği üzere, farz-ı muhal soruşturma ve operasyonlar iktidara darbe için yapılmış olsa, yine farz-ı muhal, iktidarın dershaneleri kapatma teşebbüsüne cevap da olsa, bu, işlenen onca yolsuzluk, irtikap ve zimmet suçlarının, rüşvet alıp-verme suçlarının mahiyetine dokunur mu? İkinci olarak, bir arızaya, bir hastalığa, geç kalmış veya başka bir sebeple de olsa girişilen tedavi teşebbüsü, geç kaldı veya başka sebeple oldu diye ret ve tenkit edilir mi?” Kısacası, Ali Ünal kitabında pek çok soruyu yanıtladığı gibi yeni sorular da soruyor. Aşağıda bu sorular ve yanıtlardan bazılarını sizler için derledik. Kuşkusuz daha fazlasını kitapta bulacaksınız.

Muhalif olanlar işinden oldu

Muhalif olan sesler, Gezi Parkı olayları ve akabinde 17 Aralık ile ya işten atıldı veya mecburî izne çıkarıldı ya da istifaya mecbur bırakıldı. Hükümet baskısı, sadece kendi medyasında değil, diğer gazetelerde de gazetecilerin kabusu oldu. Gezi’den bu yana atılan, çıkarılan, istifa edenler listesinde 90’dan fazla isim var. İşte onlardan bazıları:

Nazlı Ilıcak, Hasan Cemal, Mehmet Altan, Yavuz Baydar, Derya Sazak, Doğan Ertuğrul, Can Dündar, Osman Özsoy, Fikri Akyüz, Nur Batur, Nuray Mert, Mirgün Cabas, Deniz Ülke Arıboğan, Ece Temelkuran, İsmail Küçükkaya, Nilay Örnek, Murat Aksoy, Süleyman Yaşar, Mustafa Akyol, Sedat Laçiner. (sf.367)

Fethullah Gülen Hocaefendi kötülüklerden vazgeçirmek için uğraştı

Fethullah Gülen Hocaefendi, yukarıda da arz edildiği üzere, AKP’nin fırsat ve imkân bulduğunda hem Cemaat’i, hem de daha başka bazı Müslüman cemaatleri bitirme teşebbüsüne geçeceğinden de her zaman olabildiğince endişeliydi. Başbakan’ın karakterini de yakından bildiği için, onun öfkeyle böyle bir yola girmesine sebep olabilecek bir davranıştan son derece çekiniyordu. (…) İnsan, başkalarını kendisi nasılsa öyle bilir.

Hocaefendi de Başbakan’ı mü’min, dolayısıyla kerim bildiğinden, kendisine iyilikte bulunarak yapmayı planladığı kötülüklerden vazgeçirilebilir mi diye referandumda ve seçimlerde AKP’ye destek vermiştir. Fakat heyhat! (sf.469-470)

6 ayda 4 bin yalan haber

17 Aralık’tan bu yana Sabah, Star, Yeni Şafak, Akşam, Takvim, Akit, Güneş, Türkiye gazetelerine bakıldığında her gün birinci sayfada manşetle beraber “paralel yapı, paralel devlet, Fethullah Gülen, Hizmet, Cemaat” adı altında iki-üç haber yer alıyor. Kullanılan dil ise, haber dilinden ziyade, karalayan, çatışmacı, ayrıştıran bir nefret dili. Hattâ sokak ağzından bile ağır ve bayağı bir dil bu. Basit bir hesaplamayla, anılan gazetelerden sadece birinde 6 ayda 500, 8 gazetenin toplamında ise 4 bin civarında yalan haber demek.(sf.367-68)

Hırsızlığı meşrulaştıran söylem

Son rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının ortaya çıkardığı Cumhuriyet tarihinin en büyük kirlenmişliğinden daha büyük kirlenmişlik, İslâm hassasiyetli bilinen pek çok kesim de dâhil olmak üzere, halkımızın denebilir ki büyük çoğunluğunun bu kirlenmişliği normalmiş gibi telâkki edebilmesi; “çalmışsa çalmışlar, hizmet de ediyorlar ya!” denebilmesidir. (…) Bazıları, “Bunlar çalıyorsa, çalmayan iktidar mı var?” savunması yapabiliyor. Eğer bir halk, çalan, yolsuzluk yapan her iktidarı cezalandırmaz ve yolsuzluk yapan her iktidar karşısında böyle bir tavır takınırsa, böyle bir halkın ülkesinde artık her türlü hırsızlık ve yolsuzluk meşrulaşır. Türkiye, ne yazık ki şu anda böyle bir süreci yaşıyor. (sf.325-326)

Dindarlık değil kıyamet alametleri

Hadis-i şeriflerde Kıyamet alâmetleri olarak zikredilen tamamı menfi gelişmelerin özellikle son 12 yıllık AKP iktidarında ne ölçüde arttığını her insaf sahibi kabul edecektir. 12 yıldır bazıları AKP’yi İslâm lehinde icraattan alıkoymak, bazıları da propaganda maksadıyla hep dindarlığın arttığından söz ettiler.

Oysa sık sık bu hususlarda yazmaya, dindarlığın artmadığı, yine Kıyamet alâmetlerinden olarak, köylerden şehirlere göçün neticesi şehirlerde “muhafaza kâr” nüfusun artmasının dindarlığın artması gibi algılandığı, tam tersine dindarların yozlaştığı, dünyevîleştiği konusunda ikazlarda bulunmaya çalıştım. Bütün Kıyamet alâmetlerinin, bütün menfi gelişmelerin iktidarı zamanında artış gösterdiği bir başbakan, İslâmî temelde bir veliyyü’l-emr olarak görülüp, kendisine nasıl âdeta şartsız itaat beklenip istenebilir? (sf.415)

Hedeflere din kisvesi giydiriliyor

Hal böyleyken, çağdaş İslâmî hareketlerin siyasî alanda ortaya çıkıp, devlet teorileri geliştirmeleri ve meseleye yalnızca bu açıdan yaklaşmaları, dini dünyevî veya seküler siyasetin hizmetine sunmaktan kurtaramamaktadır. Bunun da ötesinde, AKP iktidarlarında çok açık biçimde şahit olduğumuz üzere, siyasî ve dünyevî hedeflere din kisvesi giydirilmekte; yapılan büyük hatalar dinî birtakım gerekçeler altında meşru gibi takdim edilebilmekte ve devlete uzanan İslâmcılar, bütün İslâmî hedefleri arkada bırakarak, artık devletin tam savunucusu, devletten öte devletçi, devletle özdeş, zalim bir devlet haline gelebilmekte, ortada din değil, sadece dünya ve dünyevî iktidar kalmaktadır. (sf.503)

Menderes ve Özal gibi olmalı

Ülkenin değil dünyada, bölgede dahi tesiri kalmadı. Mısır ve Suriye tamamen kaybedildi. Bakanlar, Kuzey Irak’a bile İran’ın Irak merkezî yönetiminden sağladığı izinlerle gidebilir hale geldi. Zahiren kavgalı gibi olunsa da, İsrail’le ilişkiler alttan alta altın dönemini yaşıyor. Bizzat Başbakan’ın oğlu, gemileriyle İsrail’le ticarete devam etti. Türk büyükelçisi geri çekilmiş de olsa, unutulmamalıdır ki, resmî olarak Türkiye-İsrail ilişkileri 12 Eylül darbesinden sonra en alt seviyeye inmişti ve Türkiye, İsrail’de maslahatgüzar seviyesinde temsil ediliyordu. Oysa, İsrail’in askerlerle ve Türkiye’deki darbelerle ilişkileri hiç aleyhine olmamıştır. Kısaca, Erdoğan, Allah’ın nasip ettiği büyük imkânlara rağmen Menderes ve Özal gibi olamadı; ileride de nasıl ve kimlerle anılacağını zaman gösterecektir. (sf.426)

Adını siyaset bilimciler koysun!

AKP iktidarı, rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarından kurtulmak için devlet bürokrasisini, bilhassa Emniyet ve Yargı’yı hallaç pamuğu gibi attı. Demokratik bir idarenin vazgeçilmez üç temel sütunundan Yürütme zaten iktidara ait; Yasama, Meclis’te her istediği kanunu çıkarabilecek çoğunluğa sahip olduğu için yine iktidara ait; Yargı da, peş peşe çıkarılan kanunlar ve tayinlerle iktidara ait hale geldi. Böyle bir iktidara artık ne ad verileceği siyaset bilimcilerine kaldı. (sf.274)

İlk yolsuzluk uyarısı ‘içeriden’ geldi

AKP iktidarının yolsuzluklarla kirlenmeye başladığının ilk ikazlarını, hem de 2003 ortalarında, yani AKP’nin iktidara gelmesinin üzerinden daha 6 ay kadar bir zaman geçmişken, bugün Cemaat’e karşı iktidar yanında yer alan bazı kalemlerin yaptığını görüyoruz. Bunların başında da Ahmet Taşgetiren ve Akit yazarı Abdürrahman Dilipak geliyor. (sf.294)