"Süvarilerin Dönüşü" Romanı Üzerine Bir Makalenin Özeti

"Bu roman, "vedâ etme"nin bir ünvânı, vasiyet mektubu, bülbülün son nağmesi, geriye emanet bırakılacak en önemli sermaye, dahası her bir Müslümanın imanının gereği olan kadere rıza ve boynunu takdîr-i ilahinin önüne uzatmanın bir tezahürü olarak görülebilir." değerlendirmesiyle makaleye başlanmakta, daha sonra romanın hususiyeti şöyle ifa edilmektedir: "Roman, İstanbul ve Fas/Miknes arasında bir köprüdür. Haddizatında roman, her ne kadar insanları Allah'a çağıran, onları Rabbileriyle buluşturmayı hedefleyen ve aradaki engelleri bertaraf etmeye kendini adamış Muhterem Hocaefendi'nin hayatını konu edinmekte ise de, beri taraftan bilinen bir gerçek var ki, kişi sevdiğinin hayaliyle yaşar; ruh, faziletli bulduğu evsâfı, bu özelliklerle tanınan şahsiyetlerin destanını dillendirmek suretiyle soluklanır."

"Ensarî hoca, romanında bazen maddi bir hasta veya manevî bir alîl gibi şahsını temsil ederken, bazen de -kitabını İslam dünyası gençlerine ithafından da anlaşıldığı üzere- derbeder İslam dünyası şahsiyetine bürünmektedir. Kimi yerde kendi durumunu ve ihtiyaç duyduğu iksiri seslendirmekte, yer yer de siperinde can vermiş, yeniden dirilmesi için âb-ı hayat sunacak ve kendisine kol kanat gerecek kurtarıcısını bekleyen perişan ümmetin durumunu resmetmektedir."

Ensarî hocanın, roman boyunca iki kimlik taşıdığına dikkatleri çeken yazar, onun şahsı itibariyle taşıdığı kimliği şu şekilde değerlendirir:

Şahsî Kimlik

Ensârî hoca, beden ve ruhunun hastalıklarına şifa arama ümidiyle İstanbul'a, ihtişamlı mâzinin haziresine çadırını kurar ve "fâtih"lerin ruhundan istimdatta bulunur. O, hem hakikî hem de mecazî ilacı aramakta.. Bazen bedenî rahatsızlıklarına çalacak ilaç araştırmakta, bazen de Ümmetin mânevî yaralarına süreceği merhemin peşine düşmektedir. Kitabın başından sonuna kadar bir "himaye edilme" peşinde koştuğunu görmekteyiz. Kâh minare ve kubbelere sığınmakta, kâh başka rükn-i şedidlere.. Ancak inkıtasız bir "şefaat dileme" duygusunun süregeldiği söylenebilir.

Ensârî hoca, "sâhibüz-zaman"ın izlerini sürmekte ve onun yolunu tutanların ilklerinden olma hülyası içindedir. Zira ona göre "gerçek hayat"ın iksiri, işte o serhatlerdedir. Nitekim Mü'min, hedefine doğru ilerlerken yolunu kesen ölümden korkmaz.. Onun korktuğu ölüm, burnu doğrultusunda hayat sürdüğü ve cenk meydanı dışında karşı karşıya kaldığı ölümdür.

Denebilir ki, kader, işaretleri ufkumuzda belirmeye başlamış "ikinci viladet"in mihmandarlığını Hocaefendi'ye verdiği ve onu matlubuna erdirdiği gibi; Ensârî hoca da, ülkesine hem ruhen hem de bedenen afiyette ve matlubunu bulmuş bir vaziyette dönmeye dair ümidini korumaktadır. Hocaefendi ile olan rûhî seyahati itibariyle, tıpkı Hz. Mûsâ'nın fetâsına benzer.. Ensârî hoca bu yolculuğunda, ruhen ve bedenen yenilenme safhası yaşama, müfrezeye kabul almış bir er payesine ermeyi hedeflemektedir. Dahası o, bedenî hastalıklarına çâre arama gölgesinde, ruhunun yaralarına merhem olacak Hocaefendi gibi keramet ehli kimselerin şefaatini taleb etmektedir.

Ensârî hocanın, Hocaefendi'nin hayatını kaleme alması, müzmin hastalığının elemlerini hafifletme, şifa kâsesinden kana kana içme, mahiyetindeki güzellikleri keşfetmeye çalışma, henüz çatlama ve boy atma zamanı gelmemiş tohum ve rüşeymlerin bir araya gelmesi adına gayret gösterme.. manalarını taşır. O, kitaba başlarken, nasıl bir şey ortaya çıkacağından, kendisi de emin değildir. Başka bir deyişle romana, onu başkası için kurgulayarak kaleme aldığı bir çalışmadan ziyade, kendisinin ruhî yolculuğunun sayfalara yansımış bir şekli nazarıyla bakılabilir. Dolayısıyla, eserde, yer yer serd metodu, iltifat üslubu gibi yollarla, ruh dünyasında kendi doğumunun sancısını resmetmekte ve ufkuna doğan hakikatlere işaretlerde bulunmaktadır.

Ensarî hoca, romanının birden fazla yerinde tekrar ettiği, kendisinin peşinden koştuğu ve okuyucuya da hedef olarak gösterdiği "sır"ra sık sık dikkatleri çekmektedir. O, bu yerlerde Hocaefendi'nin makamına işaret etmekte, onun "hülyalarımızdaki yarınlar"a doğru köprü bina eden, salih zatların "tâc"ının vârisi, onların son halkası olan mübarek ruh, olarak takdim etmektedir.

Romanı kaleme alan Ensârî hoca ile, hayat serencâmesi bu esere konu olan zatın şahsiyetleri arasındaki ruhî bağ ve manevi irtibat dikkatleri çekmektedir. Tarikatlar diyarı ve seyr-i süluk erbabının memleketinden olan Ensârî hoca, el vereceği bir mürşid aramakta iken, "Nur"un dalgalanan bayrakları dikkatlerini çeker. Devesini oraya çöktürür ve zikir meclislerine iştirak eder. Hocaefendi'de "aradığı imam"ını, peygamber verasetine nail anahtar şahsiyeti bulmuştur artık..

Eser boyunca, Ensârî hocanın yanmalarını kanmalar, kanmalarını yanmalar takib ettiğine şahit olmaktayız. Vicdânî heyecanı, tıpkı derin bir deniz gibi iç akıntılar ve derinden gelen dalgalarla sürekli kaynamaktadır. İşte bu şekilde, "hasta" yazarın, daha ilk andan itibaren tarih ile gergin yüzleşme ve hesaplaşma faslı başlamaktadır. Üç tarihi hâdise sürekli zihninde yankılanmaktadır: Endülüs'ün elden gitmesi, Hilafetin kaldırılması ve Mescid-i Aksâ'nın derdest edilmesi.. Bu noktada Ensârî hocanın maddi ile mânevi hastalıkları birbirine karışmaktadır.

Ensarî hoca, Hocaefendi'nin hayat ve ruhunda kendinden bir şeyler bulmakta ve farklı seviyelerdeki evsaflarının benzeştiği görülmektedir. Her ikisinin de "ağlama yolculuğu" ile hayatları kesişmektedir. Bir taraftan asırlık musibetlere ağlayan Hocaefendi, beri taraftan benliğini ve bedenini saran musibetlere ağlayan Ensârî hoca... Hayatı boyunca hep ağlamış olan Hocaefendi, adanmışlık ruhu ve sürekli vermeye kilitlenmesiyle âdetâ mücessem bir ayna mesabesindedir. Hocaefendi, tıpkı Üstad Bediüzzaman hazretleri gibi Ehlullah'tan temayüz etmiş kimselerin kervanından bir zat.. Bu ayardaki zatlar, bütün hayatlarını sıyam ve kıyamda geçirdiler; yaşatmak için yaşadılar; Yeryüzü halifesi insanın, ruh heykelini yeniden ikameye yönelik olmayan hiçbir işe ayıracak zamanlarının olmadığını haykırdılar.

Ensari hoca ile Hocaefendi, ikisi de gurbet içre gurbet yaşamaktaydılar. Ensari hoca yurdundan yuvasından ve sevdiklerinden uzakta, Hocaefendi ise daha katmerli bir gurbet içinde.. Ensari hocanın, günümüzde yaşayan en önemli simalardan biri olarak gördüğü Hocaefendi'nin de, benzerleriyle aynı kaderi paylaştığını, bunların başında da "garib" olmaları geldiğini şu cümleyle ifade etmektedir: "Kişiye, kendi zamanından önce yaşamaktan ve onunla aynı ufku paylaşmayan kimselerin muaşeretinden daha çetin bir durum var mı ki?!"

Ensarî hoca, gönül bağladığı Hazret-i İmam Hocafendi'nin ruh aynasında kendinden bir şeyler buluyordu. O, Hocaefendi'nin ufku yüceliğindeki dertlerini okurken, kendi dertlerini unutturuyor, yer yer yarasına merhem çalmış oluyor ve teselli buluyordu. Ensârî hocanın Hocaefendi'yle ruhî irtibatı, müridin şeyhine hasr-ı himmeti, askerin komutanına itaat ve inkıyadı, çocuğun babasına karşı medyuniyet ve tekeffüfü mesabesindedir.

Ensârî hocayı Hocaefendi'ye cezbeden bir diğer nokta, her ikisinin de -seviyelerine göre- ihraz ettikleri konum itibariyleydi. Bu konum, manâ âleminin er meydanında muhalif hususlara mukavemet etme ve cengi gâlip bitirme şeklindeydi. Ancak Ensârî hoca için öncelik, bedenî rahatsızlıklara galip gelme ve ruh ufkunda doğma olarak kendini gösteriyordu. Yürüdükleri yol itibariyle de -kendi çapında- benzeşmeler vardı. Yaşadığı çetin imtihanda, şeyhinin izinden yürümenin, bu yolun gereklerinden biri olarak görüyor, ayakta kalmaya, mâsivâdan tecerrüd etmeye ve hastalıklara karşı yücelmeye çalışıyor.. Zira "örnek şahsiyet" ve "kudve insan"lara uyma; onların, musibetler oklarını nasıl gülerek karşıladıkları, ızdırap yüklü müjdeler ve müjde televvünlü ızdırapları nasıl bağırlarına bastıklarını öğrenmeyi gerektirir.

Bütünleşmeyi sağlayan hastalıkların benzeşmesi, matlubların benzeşmesi vb.nin yanında mekân itibariyle de aynı kaderin benzeşmesi de söz konusuydu. Nitekim İstanbul, hilafetin hal'iyle tacını kaptırmış, Endülüs ise tamamen yitirilmişti. Maruz kalınan bu durum, yeni bir sayfa açan İstanbul ile Mağrib arasında bir yakınlaşma hissi meydana getiriyordu. Bu bağ, kıtalar arası yakınlaşmaların başladığı müjdesinin ufkumuzda belirdiği, Yüce ve ebedî mesajın bütün âleme duyurmanın zamanının hülul ettiğini göstermesi açısından önemlidir.

Ensari hoca, "medrese-i Eyyübiye" olan hastanenin misafiridir. Acılarla kıvrandığı böyle bir durumda Hocaefendi'nin ruh dünyasına seyahat etmesi ve tecrübelerini kağıda dökmesi, Hocaefendi'nin büyük çapta medrese-i Eyyübiyenin güzide misafirlerinden olması ve çok daha ağır, daha ciddi, daha müzmin mukaddes ızdıraplarla iki büklüm olmasındandır.

Gökyüzü ile irtibatlı "Sema" hastanesinde, eşya ve hadiselerin okuyan, mekânın rumuzlarını ve boyutlarını çözmeye çalışan, etrafındaki eşyalarla ünsiyet kesbeden Ensari hoca, bütün ufuklardan kendine gelecek rahmeti intizar ediyor.

Ümmet Kimliği

Buraya kadar Ensari hocanın "şahıs olarak" portresinin izini süren yazar, onun bir ferd kimliğini yansıtmasının yanında "ümmet" kimliğini de yansıttığını şu cümlelerle özetler:

Ensârî hocanın şahsı, -kitabın siyakından da anlaşıldığı üzere- geçen asırda, künde künde üstüne yaşayan ümmetin durumunu resmetmektedir. Böyle bir durumda olan İslam dünyası, yaşadığı hezimetler karşısında, elinden tutar ümidiyle ağabeyi Osmanlı'ya elini uzatmış; imdadına yetişsin, kendini Haçlıların tasallutundan kurtarsın diye beklenti içerisinde olmuştur. Aynı ümmetin bugünkü durumu, dününden farksızdır. Bugün hâla kendini bağrına basacak, ağyârdan koruyacak, ona kefil olacak, izzetini ve mukavemet ruhunu bahşedecek büyük bir ağabeye ihtiyaç duymaktadır. Türkiye, İslam ruhunu ve medeniyetini tekrar ihyâ eder, Osmanlının temayüz ettiği millî ruh ve duyguları yeniden diriltir, maddi ve manevi dinamiklerini harekete geçirir, aynı anadan doğma kardeşleri mesabesindeki İslam dünyasının bölük pörçük evlatlarına nasıl yaklaşacağını iyi hesaplar ve üslupta hata yapmazsa, dün olduğu gibi bu gün de ümmet üzerinde kanatlarını germe, bu işe ehliyetini bir kere daha ispat etme, derbeder İslam dünyası ile yeni ihtişam dönemine doğru kanatlanıp birlikte âlemşumül bir tarih yazma fırsatı yakalayabilir.

Netice itibariyle denebilir ki; remiz ve işaretlerle konuşma, muayyen bir yol tutma ve halkaya dahil olma manasına gelir. Ensari hoca, dünyadaki muvakkat hayat maratonunu Hocaefendi'nin hayatını konu edinen "Avdetu'l-Fursan - Süvarilerin Dönüşü" ile noktalamak istemesi, haddizatında rûhen ve fikren; İmam, Ârif-i billah, Allah'ın kullarına hizmete kendini adamış ve onlara saadet-i dâreyni sağlama peşinde olan yüce kâmet Hocaefendi'nin, öncü birliklerinden biri olmaya azmettiğinin ve buna kabul aldığının en güzel göstergesidir.

"Ferid el-Ensârî ve Kaleme Aldığı Son Roman "Süvarilerin Dönüşü": Yeniden Doğuşun Destanı ve Veda Konuşması" başlığıyla Cezayir Vahrân Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Aşrâtî tarafından kaleme alınan burada bir tahlili yayınlanan yazının orijinaline http://www.hiramagazine.com/archives_show.php?ID=369&ISSUE=18 adresinden ulaşılabilir.