Adım adım kirli tezgâh

Kurgu belgelerle 28 Şubat taktiği

Medyaya darbe operasyonunda ortada silah yok, şiddet eylemi yokken niye tutuklamalar gerçekleşti? Savcılar ortada suç yokken niye tutuklamaya sevk eder ve hakim de tutuklar? Bunun cevabı son birkaç yıldaki siyasi gelişmeler, siyasi irade açıklamaları ile ayan beyan ortaya çıkıyor. Bu yargı sürecinin bir proje olduğu açıkça görülüyor.

14 Aralık operasyonu, Türkiye’de medyaya yönelik en ciddi saldırılardan biri oldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla gazeteciler Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın aralarında bulunduğu 31 kişi gözaltına alındı. Kanunlara ve teamüllere aykırı gözaltı ve ifade işlemlerinin ardından Dumanlı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılırken, Karaca terör örgütü yöneticiliğinden tutuklandı. Dumanlı, bir haber ve iki yazı ile suçlandı, Karaca ise bir dizideki replikten tutuklandı. Dumanlı ve Karaca ile avukatları, hakim Bekir Altun’a ‘haklarındaki delillerin bunlar mı olduğu’nu sorunca ‘Budur’ cevabını aldılar. Altun, tutuklama gerekçesinde bugüne kadar cebir ya da şiddet eylemi tespit edilemediğini de belirtti. Peki ortada silah yok, cebir ya da şiddet eylemi yokken niye tutuklamalar gerçekleşti? Savcılar niye ortada suç yokken tutuklamaya sevk eder ve niye hakim de tutuklar? Bunun cevabı son birkaç yıldaki siyasi gelişmeler, siyasi irade açıklamaları ile ayan beyan ortaya çıkıyor. Bu yargı sürecinin bir proje olduğu açıkça görülüyor.

Tayyip Erdoğan iktidarı ile Hizmet’in karşı karşıya gelmesi, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının ortaya çıkmasıyla olmadı. Erdoğan iktidarının daha eskiden Camia’ya ilişkin bir mücadeleye giriştiği anlaşılıyor. Dershanelerin kapatılması hamlesinden önce kamuda ‘cemaatçi’ denilerek yapılan fişlemeler ve tasfiyeler 2012’den beri konuşuluyor. Bugün ise geçmişte yapılan fişlemelerin devamı olarak bir yargı projesinin hayata geçirilmesi. Peki bu proje nasıl hayata geçirildi? Bu projenin işaret fişeği, Erdoğan’ın Aralık 2013’teki Ordu mitinginde ‘İnlerine gireceğiz, didik didik edeceğiz’ diyerek atıldı. İlk adım olarak da kanunlar izin vermediği için hukuk dışı girişimler oldu. İdari tasarrufla emniyette, TÜBİTAK’ta görevden almalar oldu. Devamında ise yeni bir sistem inşa edildi. Şubat 2014’te HSYK’nın yapısı değiştirildi. Hemen devamında MİT mensuplarına koruma zırhı olan düzenlemeler yapıldı, vatandaşları fişleme yetkileri tanındı. HSYK Kanunu, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilse de MİT Kanunu hâlâ yürürlükte.

Erdoğan: Proje geliştiriyoruz, binlerce dava açılacak

Yargıyı, yürütmenin emrine veren yasal değişiklikler bu şekilde yapılırken Erdoğan da açıklamaları ile sürece birinci ağızdan destek verdi. Erdoğan, hukuk devletinin yerle bir olmasının ilanı olması açısından tarihe geçecek bir açıklama yaptı. 22 Haziran 2014’te Fransa ve Avusturya ziyaretinden dönerken gazetecilere “Yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanı’nın önünde. Bir proje geliştiriyoruz. Bu işin altyapısını oluşturuyoruz.” dedi. Daha da ibret verici olan ise “İnlerine kadar gireceğiz diyorsunuz, girmeye başladınız mı?” sorusuna Erdoğan’ın verdiği şu cevaptı: “Yürütmenin adımlarını paralel yargı köstekliyor. Şimdi yaptığımız bazı yasal düzenlemeler Cumhurbaşkanı’nın önünde. Onun tarafından onaylanınca hızlı adımlar atılacak.” Erdoğan, “Soruşturmalar bitince, tüm dosyalar veya davalar, tek bir mahkemede toplanabilir mi?” sorusu üzerine de “Kırmızı bültenler yayınlamaktan dava açmaya kadar her şey olacak. Onlar nasıl bize yüzlerce dava açtı, biz de onlara yüzlerce, binlerce dava açacağız.” diyerek hukuksuz projeyi ilan etmiş oldu.

Nitekim bu konuşmada belirtildiği gibi, altyapı hazırlandıktan sonra 18 Temmuz’da HSYK, ‘doğal hâkimlik ilkesi’ni yok sayarak 6 sulh ceza hâkimi atadı. Atananlar arasında 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturması zanlılarını serbest bırakan, Başbakan hayranlığını sosyal medyada açıkça beyan eden hâkim de bulunuyordu. İlginç bir nokta da, iş yükü daha fazla olan İstanbul Adliyesi’nde 6 sulh ceza hakimi görevlendirilirken, daha az olan Ankara’da 8 hakim görevlendirilmesi. 18 Temmuz’da sulh ceza hakimleri atandı, 22 Temmuz’da da yolsuzluk ve terör soruşturmalarını yürüten polislere operasyon yapıldı.

Makul şüphe yasası çıktı, medyaya darbe operasyonu geldi

Bu yargı projesinde bir gelenek halini aldı. Önce kanun yapılıyor, sonra buna göre atama yapılıyordu. Ve ardından da operasyon yapılıyordu. 14 Aralık medyaya darbe soruşturması da ‘makul şüphe’ yasası Erdoğan’ın onayından geçtikten hemen sonra başladı. Aradan sadece bir gün geçmişti. 12 Aralık 2014’te saat 16.30’da gözaltına alma için ‘makul şüphe’ şartı ve soruşturma dosyalarında avukatlara belge, delilleri görme kısıtlaması getiren yasa, Erdoğan tarafından onaylandı. Hemen ertesi gün Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca’nın aralarında bulunduğu 31 kişi hakkında ‘terör örgütü’ suçlaması ile soruşturma açıldı. 14 Aralık’ta da operasyon yapılarak gözaltına alındılar.

Erdoğan: İnlerine girdik

Bütün bunlar yaşanırken, 15 Aralık’ta Erdoğan’dan ‘süreci aydınlatan’ yeni bir açıklama daha geldi. TÜBİTAK toplantısında hukuksuz ve kanunsuz yargı projesine değinen Erdoğan, “Bir yıl boyunca biz yetkimiz dahilinde bunların inlerine girdik. Bütün delilleri ortaya koymamıza rağmen yargı bu ihanetin üzerine gitmiyor, gidemiyordu. Yargıyı da bu tehdit ve şantajdan kurtardık. İşte şu anda yargı da bu değişim dönüşümle birlikte bir normalleşme sürecinin içerisine girecektir.” dedi. Bu ifadeler, intikam ve yok etme amaçlı yargı projesinin üstüne döndürülmüş bir projektör oldu adeta. “İnlerine girdik” lafı, bağımsız yargıyı aradan çıkarıp, topyekün bir Camia’yı hedef almanın tarifi.

Öyle ki, bu yargı projesinde görev alan savcılar, gözaltına aldırdıkları şüpheliler hakkında tutuklama talep ederken skandal bir hata yaptı. Anayasa Mahkemesi kararı ile 2011’de yürürlükten kaldırılmış TCK’nın 267/7’de düzenlenen ‘iftira’ suçundan tutuklama talep etti. Hakim de, bu suçun 2011’de Anayasa Mahkemesi kararı ile yürürlükten kaldırıldığını belirterek talebi reddetti. Bu da şunu gösteriyor, ya yargı mensupları kanunlara bakarak soruşturma yapmıyor ya da savcılar dışında hukukçu olmayan, hukuk bilmeyen birileri dosyaları hazırlayıp savcıya teslim ediyor. Yoksa, savcı kendi yürüttüğü bir soruşturmada yürürlükte olmayan bir maddeden niye tutuklama talep etsin. İşte bunlar hep ‘proje yargı’ delilleri. Nitekim 14 Aralık medyaya darbe operasyonu bahane edilerek Fethullah Gülen Hocaefendi hedef alındı. Oysa Yargıtay Ceza Genel Kurulu, Haziran 2008’de 28 Şubat darbesinin ürünü ‘terör suçlaması’ hakkında kararını vererek Gülen’i beraat ettirmişti. Gülen hakkında yakalama kararı çıkarılarak da ‘kırmızı bülten’in yolu açılmış oldu. Bu da ‘Erdoğan talimatlı bir proje mahkemeler ve yargı süreci’ işlediğinin en net göstergesi.