Anlatmak Lazım

Herhalde bizim Ziya Bey yine birileriyle tartışma yapmıştı. Hızını alamamış bu durumu çevresindekilere anlatıyordu:

"Biz de bu vatanı karşılıksız sevdik. Üstelik, canımızı malımızı verdik, vatanımızı sevdirmek için diyar diyar ülkelere gittik. Mustafa Hoca kan kanseri olmuştu görev yaptığı ülkede, o ülkeye vatanını sevdirmek, Türk bayrağını sevdirmek, İstiklal Marşı'nı öğretmek için gitmişti. Aylardır süren tedavisi sonuç vermedi ve Mustafa Hoca'yı boynu bükük iki yavru, bir bacı, bir ana, bir baba bırakarak geçen hafta Hacı Bayram Camii'nde namazını kılıp Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verdik. Orhan Hoca'mız da öğrencisi boğulurken suya atladı, öğrencisini kurtardı, kendisi boğuldu. Bu yazıyı kaleme alırken bir mesaj geldi; Afrika'dan İlyas Hoca'mın kızı Betül, Bünyamin Hoca'mın oğlu Yusuf, Nil Nehri'ne düşüp boğulmuşlardı. Afganistan'da bir öğretmenimiz, mayın tarlasında ayağı kopan öğrencisini kurtarmak için mayın tarlasına dalmıştı. Annesi babası giremiyordu, Ramazan Hoca girdi ve çocuğu çıkardı. Nadir Hoca'mız da trafik kazasında vefat etmişti. Neydi bu insanları yurtdışına götüren? Mallarını, canlarını verdiren vatan sevgisi, başka ne olabilirdi?" "Okulların genel müdürlüğünü yapmış çok fedakâr bir kardeşimiz vardı. Bir gün akşam telefon etti 'Ziya abi, ben çok hastayım.' dedi. 'Yarın sabah Ankara'da ol!' dedim. Geldi, 'Abi ben çok ileri derecede Hepatit C oldum.' dedi. 'Merak etme, Allah büyüktür. Ölüm hariç en zor işin kırk tane kolayı vardır.' dedim. Atatürk Hastanesi, Numune Hastanesi, İbni Sina Hastanesi derken hocanın bir yıllık ağır bir ilaç tedavisine tabi tutulacağı ortaya çıktı. İlaçları yazıldı ve hoca memleketine gitti. Arada bir arayıp hal hatır soruyordum, ilaçların çok ağır geldiğini söylüyordu. İğne yapılınca on iki saat yerinden kalkamadığını söylüyordu. Az bir müddet geçmişti, yine hoca arıyordu telefonda 'Ziya abi sana çok yük olduk; ama şimdi de hanım hasta.' dedi. 'Merak etme yarın sabah Ankara'da ol.' dedim. Hoca, fedakâr bacımı aldı ertesi sabah Ankara'ya geldi. Tahlil tetkik derken üroloji bölümü ameliyata karar verdi. Hocanın eşine en iyi annesi bakacağı için Tekirdağ'a gitmesi gerekiyordu. Ankara şehirlerarası otobüs terminali AŞTİ'ye geldik. Hocayı sevenler de uğurlamaya gelmişlerdi. Sohbet ediyorduk altı-yedi kişi. Dört-beş metre uzağımızda bir beyefendi dikkatli dikkatli bizlere bakıyordu. Arkadaşlar da o beyefendinin dikkatli baktığını fark etmişlerdi. Bir ara 'Beyefendi! Beyefendi!' diye seslendim. Beyefendi de bakınca 'Gelin de beraber sohbet edelim.' dedim. Geldi hepimize sarıldı. 'Ben sizin bizim anlayıştan olduğunuzu zaten anlamıştım.' dedi. Bizim arkadaşlar da şaşırdı. Ne yapıyorsun ne ediyorsunuz, ne iş yapıyorsunuz derken. 'Hangi ocağa bağlısınız?' diye sordu. Biz de 'Hocaefendi'nin ocağındanız!' dedik. 'Ben de milletvekiliyim. Ama siz Fethullahçısınız.' dedi. Biz de 'Öyle bir şey yok abi. Biz hepimiz vatanımızı Allah'ımızı severiz.' dedik. 'Yok siz Kürtçüsünüz.' dedi. Biz de anladık ki bu sene vatansever temiz insanlarımızı aldatmak için bize atılan iftira buymuş. Çünkü her sene değişik bir iftira atıyorlar bize. Giderken adresini istedim. Bir kart verdi, sadece cep telefonu yazıyordu. Milletvekiline otobüs kalkarken partisinin işaretini yaptım. Otobüsü durdurdu, indi ve adresini verdi. Kendisi ile telefonla konuştuk. Yine aynı iddialarda bulunuyordu. Çok gezdiği için bana verdiği Balıkesir'deki adresinde ne zaman olacağını sordum ve o adrese, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde başımdan geçen ve gazetelerde çıkan hatıralarımdan gönderdim. Yazıları okuyunca çok memnun olduğunu söyledi. 'Yahu kardeşim sen bizden de fazla Türk dünyasına hizmet etmişsin.' dedi. 'Abi ben bu işte zurnanın son deliği bile değilim.' dedim. Daha sonra Çekoslovakya'ya gitti, ordaki arkadaşlar ilgilenmişler, çok memnun olmuş. Yenge hanım da çok memnun olmuş ve şimdi bayiden her gün Zaman gazetesi alıp oradaki yazıları okuyup bazı beğenmediği yerleri arayıp bana söylüyor. Keşke onun anladığı gibi herkes bu işi anlasa..."

Ne dersiniz Ziya Bey doğru söylemiyor mu?