Biraz da Gurbet Düştü

Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'nin uzun zamandır yanında kalıp hem ilminden hem de hâlinden istifade etmeye gayret gösteren genç arkadaşlarımızdan Mustafa Yılmaz Bey'in "Biraz da Gurbet Düştü" ismini verdiği kitabı okudum.

Üç bölümden meydana gelen kitabın birinci bölümü, Hocaefendi'nin manevî ve ruhî hayatından canlı hatıralar... Bu canlı kesitleri güzelleştiren husus, anlatımda, konuşmaların zamanca, yerinin ve vesilenin de verilmesi... İkinci bölümde, şiir tahlilleri var. Üçüncü bölümde Hocaefendi'nin üzerinde çokça durduğu mevzular mevcut...

Birinci bölümden bazı kesitleri aktarmak istiyorum:

"Akşam namazının vaktinin girmesine yaklaşık bir saat vardı. (H.E'nin) duruşundan, bakışlarından anlaşılabildiği kadar, odasına geçmeyi çok istemiyor, yorgun ve bitkin de olsa arkadaşlarının arasında oturmayı tercih ediyordu. Salonda bir müddet sessizlik oldu; kısa süren bir sessizlikti bu ve ardından sükût murâkabesi yine onun şu cümleleriyle bozuldu: 'Öğleden sonra içeri odaya geçtiğimde, azıcık içim geçmiş; o esnada da bir rüya görüyormuşum...' Merak etmişti herkes; hepsinin ısrarla ondan rüyasını anlatmasını ister gibi bir halleri vardı. Aslında değişik mülâhazalara binâen gördüğü rüyaları çok defa anlatmazdı. O odadaki küçük dünyasında yaşadıkları hep birer sır olarak muhafaza edilmeliydi; edilirdi de. Nasılsa bu rüyayı paylaşmak istemişti. 'Namaz kıldırıyormuşum. Saflar arasında babamı da görüyordum; başka tanıdığım bir-iki zat daha vardı. Namazda da Fîl Sûresi'ni okuyordum.' dedi. Sonra bir-iki arkadaş rüyanın tabirine baktılar. Ansiklopedi şunları yazıyordu: 'Rüyada Fil Sûresi'ni veya ondan bir parçayı okuduğunu görmek, düşmanlık besleyenlerin def edilip giderilmesine, zafere ve hacca gitmeye işarettir. Rüyada babasını gören kimse muradına erişir. İnsanın gördüğü en hayırlı rüya, anası, babası, dedesi ve akrabalarını gördüğü rüyadır."

"O gün de odasından çıktı. Salonun kıble tarafındaki duvarına baktığında saatin üçü on geçtiğini fark etti. Yavaş adımlarla salona geçti; zaten salon enine boyuna beş altı adımlık bir mekândı. Salonun kapısını açtığında, tam karşısındaki pencereye yaslanmış 'evrad ve ezkâr koltuğu'nda genç bir arkadaş kısık sesle Kur'an-ı Kerim okuyordu. Sesi zor duyuyordu; ama galiba Fetih Sûresi'ni okuyordu. (...) İki üç kişi vardı odada. (...) Sohbet yavaş yavaş daha derin mecralara doğru akarken, yakın arkadaşlarından birisi 'Efendim, Güneydoğu Asya'da Endonezya civarında şiddetli bir zelzele olmuş. Tsunami diye bir şeyden bahsediyorlar. Galiba çok büyük dalgalar kıyıdan çok içerilere kadar girmiş. Çok ölen olduğunu söylüyorlar.' dedi. (...) Deprem haberini alınca zelzelenin merkez üssü ayaklarının altındaymış gibi önce bir sarsıldı, sonra da kendini toparlamaya çalıştı yavaş yavaş. Fakat yüzünün rengi değişmişti. Hâdisenin şokuyla sadece 'Öyle mi?' diyebildi. (...) Hâliyle bir anda hazmetmek, yutkunabilmek zordu. Birkaç dakika geçmişti ki, sükûtun konuşması şu kelimelerle bozuldu: 'Ben o mağdur insanların perişan, ayaklar altında, sefil hallerini düşününce kendi dertlerimin hepsini unutuyorum; onların yanında benim bütün hastalıklarım çok hafif kalıyor.' Zaten onun hastalıkları 'cihansomatik, dünyasomatik' rahatsızlıklardı. Evet, dünyanın derdi neyse onun derdi de oydu. Dünya kadar derdi vardı onun. (...) 'Keşke insanlar kendilerinin tembih edildiğini fark edip, bu İlâhî ikazı olsun doğru anlasalar' dedi ve odasına doğru yürümeye başladı."

İşte bunun gibi Fethullah Gülen Hocamızın hatıra, söz ve yorumları ile süslü bu kitabı, çok az ve kısa aktarmalarla sizlere bir nebze tanıtmaya çalıştım...