Çiçek Bahçesi Gibi

Budapeşte'de benim en çok dikkatimi çeken, Türkiye'den gelip burada eğitim hizmeti veren öğretmenlerin, işadamlarının ve hanımefendilerin kurdukları vakıflara ve açtıkları müesseselere verdikleri çiçek isimleri oldu.

Bir "Gülbaba Vakfı" var. Vakıf binasını, sahibi "güzellik salonu" olarak dizayn etmiş. Bir Osmanlı köşkü gibi... İçerisi gül kokuyor. Tertemiz. Kubbemsi şekli, asılı bayrağımız, içindeki eşyalar, hep bizden... Salonun içi huzur verici...

Türk kolejinin ismi "Orkide". Önce bir devlet okulunun bir katı bizim için tahsis edilmiş. Şimdi ise okul başka yere taşınarak bütün bina veriliyor. Geniş bahçesi, geniş salonları ile eğitime elverişli bir yer. Ayrıca on bir metrekarelik bir yer alınmış altyapı hazırlıkları yapılıyor... Orada da bir okul inşaatına başlanacak ve inşaallah yatılı olacak... Şu anda bir gelincik tarlası... İdareciler bu okula "Lotüs" ismini vermeyi düşünüyorlar. Bilindiği gibi lotüs bizim "nilüfer" çiçeğimizdir...

Türk yemeklerini, Türk kültürünü tanımak için büyük gayret gösteren hanım ablalar "Gülbaba Vakfı"nın şemsiyesi altında "Lale Hanımlar Platformu"nu kurmuşlar. Gerçekten Türk el sanatları kermesi çok alaka çekici... Onların yemek yarışma programları da var... Lale Hanımlar Platformu'nun, "Hz. Fâtıma" ve "Hz. Meryem Programı" diye iki çalışması daha var. "Hz. Fâtıma Programı" ile Türklerle görüşmeleri, "Hz. Meryem Programı" ile de Macarlarla diyaloğu düşünüyorlar. Gerçekten Hz. Fâtıma annemizin hayatının çok iyi bilinmesi lazım. Hanımlar için çok faydalı bilgilerin ortaya çıkacağı kanaatını taşıyorum. Bu hususta Avukat Sibel Eraslan Hanımefendi'nin de bir kitap çalışması olduğunu biliyorum. Ondan istifade edilebilir kanaatını taşıyorum. Seyyid ve şeriflerimizin annesi Fâtımâtü'z-Zehrâ validemizin mübarek hayatları inşaallah bizlere örnek olur.

Şimdi böyle gül, lale, orkide, lotüs isimleriyle kurulan vakıf, platform ve müesseseler Budapeşte ve Macaristanı adeta bir çiçek bahçesine çevirmiş... Tabii bu isimlerin temel dinamiği maneviyat kaynağımız Gülbaba'dan geliyor. Zaten ilk baştan atalarımız işin besmelesini öyle çekmişler...

Macaristan ovaları ziraata ve hayvancılığa çok elverişli... Bazı esnafımız bu işleri yapabilirler. Arazi çok ve ucuz...

Bol miktarda mısır, ayçiçeği tarlalarına ve cevize rastlıyorsunuz. Cevizlerini meyvelerini pek toplama âdetleri yok. Zaten bütün Avrupa'da da öyle... Bahçelerinde elmalar ve diğer meyveler yerlere dökülür, koparıp almazlar. Onun yerine manava gidip para ile oradan alırlar.

Şimdi bolca lahana da yetiştrirmeye başlamışlar.

Pek fazla bir yemek kültürleri yok. Osmanlı'dan kalma ve güzel yaptıkları bir "kulaç" yani "kul aşı" çorbaları var. Patatesli, havuçlu, baharatlı güzel bir çorba... Bir de balık çorbaları var. Bizim gibi bir aile yaşayışları olmadığı için olsa gerek çoğu kere dışarıdan aldıkları ile veya ekmek arası şeylerle idare ediyorlar...

İnşaallah temel itibarıyla bize benzeyen bu millete, bizler aile hayatı ile ilgili ve yemek kültürünün yerleşmesinde çok faydalı örnekler sunarak aralarında bulunmanın hakkını vereceğiz. Zaten sıcak kanlı ve mütevazı yapıları, diğer Avrupalılardan daha çok onları bize yakın gösteriyor.