Hocam Siz Türk müsünüz?

Kırgızistan'da bir Türk kolejini gezerken öğrencilerin yapıp duvarlara astıkları resimler dikkatimi çekti. Ev yerine hep Kırgız çadırlarını ve parçalarının resimlerini özene bezene çizmişler... Modern binalar içinde de olsalar, içlerinde hep çadır sevgisinin yattığını anladım...

Kırgızlar umumiyetle Lenin'e karşı iyi niyet besliyorlar. Bunu, şurada burada hâlâ gözümüze çarpan Lenin heykellerinden anlıyoruz. Ama Stalin'i sevmiyorlar. Çar döneminin gadir ve zulümlerinden sonra Lenin'in verdiği bazı hakların bunda rolü olduğu gibi, Stalin'in ise fitnekâr tavırlarının rolü olmuş. Çünkü Stalin bütün Orta Asya milletlerini birbirine problem teşkil edecek şekilde katıp karıştırmıştır. Sınırları, hiç olmayacak şekilde ve yerde çizerek Özbek'i Kırgız'a, Kırgız'ı Özbek'e düşman etmiş. Kırım Tatarlarını, Ahıskalıları yurtlarından yuvalarından edip diğer milletlerin içlerine yerleştirmiş ve kendiliğinden fitne ve fesat kazanı kaynayıp durmuş. Bazı Avrupalıların Ortadoğu'da yaptıkları gibi...

Bir önceki yazımda her ne kadar Kırgızistan'daki olaylarla ilgilenmek istemediğimi söylesem de olayların bir ucu da bize dayandı. Çünkü bu siyasi değişiklik yüzünden Bişkek Havaalanı kapandı. Uçaklar gelemedi, biz de ortada kaldık. Bu bekleyiş içinde ister istemez televizyon kanallarına ve halk içindeki konuşmalara kulak verdik. Maalesef seyrettiğim bazı Türk kanalları olayları doğru anlatmıyorlar, adeta birilerinin borazanlığını yapıyor ve bazı olayları çok abartıyorlardı. Mesela Bişkek'te perşembe günü sokağa çıkma yasağı olduğunu söylüyorlardı. Gece vakti bile herkes sokaktaydı. Zaten yasağı uygulayacak ortada polis ve asker de yoktu. Biz de uçak problemimizi nasıl çözeceğiz diye yine onların arasında dolaşıyorduk. Çapul ve yağmayı Bişkek'e başka bölgelerden gelenlerle hapishaneden salıverenlerin yaptığı söyleniyordu. Asker ve polis o gece çekildiği için çapulcu ve yağmacı takımı meydanı boş bulmuş, en başta Akayev'in oğlu Haydar'ın yerlerine saldırıyordu. Sonra da hiç engel görmeyince önlerine gelen her yere saldırmaya başladılar.

Biz dönüş için Kazakistan'a gitmekten başka çarenin olmadığını gördük; ama sınırların da kapandığı bildiriliyordu. Bişkek'e en yakın bir gümrük kapısına gidip şansımızı denemek istedik. Baktık geçenler var. Ama Kırgızlara izin vermiyorlar. Hem Kırgızistan tarafı engelliyor hem de arada bir geçenler Kazak polisi tarafından hemen geri çevriliyor. Bizim gibilere, mesele izah edildikten sonra, makul gerekçelere göre izin veriyorlar. Biz böylece geçtik. Geçtik ama saat Kırgızistan'a göre tam gece 12.00, Kazakistan'a göre bir saat ileri olarak tam 01.00... Yeni bir günün ilk saatini doldurmuş oluyor. "Sabah 07.20'de kalkacak uçağa nasıl yetişeceğiz? Sabah namazını nasıl ve nerede kılacağız?" Bu düşüncelerle yola koyulduk.

Yollar yer yer çok güzel. Yeni inşa edilen yerlerden sonra çok kötü yerler karşımıza çıkıyor. Bir de bu sene çok yağan karın neticesi iyice bozulan yerler oldukça sıkıntı veriyor. Yeni yerlerin bazılarını Türk şirketlerinin yaptığını söylüyorlar. Doğrusu hoşumuza gidiyor...

Almatı'ya girdik. Bir Türk kolejine uğrayacağız; ama yerini tam bilmiyoruz. Şehrin o geniş geniş caddelerinde dolaşırken sabahın dördünde bir köşede üç genç gördük. Öğrenciye benziyorlar. Bir arkadaşımız, "Buralarda bir Kazak-Türk koleji var mı?" diyeceğine, "Bir Kırgız-Türk koleji var mı?" diye sordu. Gençler güldüler. İçlerinden birisi arabamıza yaklaşarak tam bizim söyleyişimizle, "Hocam siz Türk müsünüz?" diyerek sordu. Bizden 'evet' cevabını alınca okulun yerini tarif etti. Belli ki, o kendisini eğitime adamış Anadolu öğretmenin öğrencisiydi ve dar bir vakitte sıkıntılı bir anımızda bize yani o öğretmenlerine benzettiği bizlere gayri ihtiyari yani ne iş yaptığımızı bilmeden "Hocam" diye hitap etmişti...