Kalb İbresi
Nil Yayınları, Kırık Testi'nin Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 5.5.2008-16.11.2009 tarihleri arasında yaptığı sohbetlerini "Kalb İbresi" isimli eserde toplayıp neşretti.
Bilhassa ikindi sonraları sohbet-i cânanlara en güzel örnekler olarak gönül pınarlarından çağlayan bu ifadeler başucu kitabı olmaya şâyeste... Elbette o sohbetlere bizzat katılma bahtiyarlığı büyük mazhariyet. Malum "Sohbette insibağ ve in'ikâs vardır" yani bir anda o sohbet-i cânanın boyası ile boyanıyor ve ayni akislere mazhar oluyorsunuz. "İn'îkâsat çok çeşitli..." Yani tek yönlü değil... Dinleyenlerin hüşyârlığından da konuşana bir şeyler yansıyor. Mevhibe-i İlâhiye dediğimiz güzellikler elbette en başta hitabın sâhibine ulaşıyor. Ama bazen, muhataplardan bazılarının kalplerinden doğan güzel sualler ve talepler de hatibe yansıyor ve onun içindeki harika zenginliğin sofralara saçılmasını tetikliyor. Nice ilhamlar coşuyor, nice "intak-ı bi'l Hak"lar tahakkuk ediyor! Ne mutlu o güzelliklere hüşyâr hâlis bir gönülle şâhid olanlara!..
36 seçkin sual 170 civarındaki başlıklar altında cevaplandırılıyor. İrfan pınarlarının fevvarelerinden dökülen kevserler, nice hulus-u kalbin sahibini böylece yeniden dirilterek kemâl yollarını gösteriyor.
Şahsen bu Firdevsten, bilhassa "Haşyet" meselesi beni çok düşündürdü...
Efendimiz'in (sas) "Allah'ım içimi haşyet hissi ile doldur ve beni Zât-ı Ulûhiyetine karşı hürmette kusur etmeyen bir kul eyle, tâ ki, her an Seni görüyormuş gibi olayım." duasındaki inceliklere dair izahların tekrar tekrar okunması gerektiğine inanıyorum. Evet okuyalım:
"Aslında, 'Allah'ım, duygu, düşünce, tavır, hal ve hareketlerime öyle bir haşyet boyası çal ki, her an seni görüyormuş gibi davranayım!' dileği, başta Kur'an talebeleri olmak üzere, bütün inananlar tarafından vird-i zeban (sürekli tekrarlanan dua) edinilmelidir. Çünkü hakiki müminler, her tavır ve davranışlarında O'nun tarafından görülüyor olma mülahazasıyla temkin ve teyakkuz soluklayan ve ömrünü derin bir ihsan şuuru ile hep O'nu görüyormuşçasına tir tir titreyerek geçiren insanlardır. İslâm hakikatini temsil edebilen ve beşerin ufkunu aydınlatan kahramanlar da ancak onlardır. Ciddiyetsiz ve lâûbâli kimselerin dava adamı olmaları ve başkalarına rehberlik yapmaları mümkün değildir. Zira, içte ihsan (Allah'ı görüyor gibi davranma; sen O'nu görmesen de O, seni görüyor ya) bulunmalıdır ki, dışta itkan (muhkemlik) olsun; insan, gönül âlemini ciddiyetle denetlemelidir ki, bu onun dış dünyasına da yansısın ve muhatapları üzerinde tesir bıraksın. Evet tavır ve davranışlarıyla lâûbâli olan kimseler, diğer insanlara hiçbir şey veremezler; aksine, onları kendi yollarından nefret ettirirler!.. 'Ahiret, Mahşer, Hesap, Cennet, Cemâlullah ve Rıdvan'a inanan, ebediyete uzanmış yolun yolcusu olduğunu söyleyen ve sonsuz saadet arzusunu seslendiren bir insan nasıl bu kadar sere serpe ve kayıtsız yaşayabilir?!.' dedirtir ve çevrelerinde tereddüde sebebiyet verirler."
"Kanatimce, bu lâûbâliliğin altında marifet eksikliği yatmaktadır. Zira, Allah'ı bilmesi lâzımdır ki insan haşyetli olsun. 'Allah saygısını tam olarak ancak O'nu hakkıyla bilenler duyarlar.' (Fâtır Sûresi. 35/ 28 ) fehfâsınca, Mevlâ-yı Müteâl'e karşı gerekli hürmet ve tazimi de ancak O'nu Sıfat-ı Sübhaniyesi ve Esmâ-i Hüsnâ'sıyla tanımaya muvaffak olmuş, ihsan ufkunda seyahat eden Hak erleri ortaya koyabilirler. Tabiî onların haşyetleri de herkesin kendi marifet seviyesine ve yakîn mertebesine göre farklı farklıdır. Sadece atalarından duyduklarıyla yetinen ve dinin esaslarını taklide bağlı olarak kabullenen kimselere gelince, belki onlar da, öyle sığ bir bilgiyle de olsa, Cennet'e girebilirler ama hiçbir zaman Allah'ı gereği gibi tanıyamaz ve haşyet hissi ile dolmazlar."
İşte bir cevaptan bir bölüm!.. Bütün herkesi ilgilendiren ve derin derin düşündürmesi gereken çok mühim bir mesele. "Ne kadar ciddiyiz? İslâmiyet'i ne kadar ciddiye alıyoruz? İlâhî haşyet içimizi ne kadar doldurmuş?" Bunları kendimize sorarak kendimizi bir test etmek ve sorgulamak zorundayız...
- tarihinde hazırlandı.