Munzur Koleji

Ankara'dan esnaftan bir grupla Tunceli'ye, üniversitenin ve Munzur Anadolu ve Fen liselerinin açılışı için gitmiştik. Üniversite açılışı ile ilgili bir önceki yazımda görüp düşündüklerimi ifade etmeye çalıştım...

Liselerin açılışında Devlet Bakanı Faruk Çelik, Necati Çetinkaya, Reha Çamuroğlu, Mehmet Şahin ve diğer milletvekilleri hazır bulundular. Ankara, İstanbul, İzmir'den Elazığ ve Van gibi vilayetlerimizden pek çok insanımız açılışa katıldılar. Başta bakanımız olarak, konuşma yapan Necati Çetinkaya Reha Çamuroğlu ve Ankara esnafından Hamit Gürdoğan beylerin hepsi de birlikten beraberlikten, bu ilim ve irfan yuvalarından yetişen gençlerin hoşgörülü, birbirini, hatta bütün insanlığı seven ve kucaklayan nesiller olacağının temennisini dile getirdiler... Farklılıklarımızın birer zenginlik olarak ele alınması gerektiğini; yani çeşit çeşit anlayışlardan ve farklı etnik köken ve kültürden gelmeyi bir kazanç olarak görmemiz gerektiğini; bu anlayışın bizi birbirimize kenetleyip yücelteceğini; aksi anlayışların tesirinde kaldığımız takdirde bunun bizi düşmanlar ve düşmanlıklarla çevrili kötü bir atmosfere sokacağını vurguladılar. Bu darlıktan ve böyle bir kör kuyuya düşmekten artık kurtulmamız gerektiğini ifade ettiler. Bu güzel anlayışı Rektör Prof. Dr. Durmuş Boztuğ'un konuşmalarında da bulduk.

Bu belde için Munzur Çayı nasıl bir güzellik ve bereket kaynağı ise bu koleje verilen Munzur ismi de inşaallah öyle bir güzellik, bereket, birlik ve beraberliğe kaynak teşkil eder...

Munzur Çayı'na bu ismin Munzur Baba'dan geldiğini söylediler. Menkıbeye göre, Munzur, bir çobanmış... Ağası hacca gitmiş. Arafat'ta iken canı bir ev yemeği çekmiş. Bunu velâyet nuru ile hisseden Munzur, eve gelip ağasının eşine söylemiş. O da "Ağa şimdi Hicaz'da, onun canının ne çektiğini çoban ne bilecek?.. Ama herhalde zavallının kendi canı istiyor." diyerek o yemeği yaparak bir bohçaya koyup Munzur'a vermiş. Öbür taraftan ağa Arafat'ta bir de bakmış Munzur, elinde bohçası ile geliyor. Hayretle gelmesini beklemiş. Ama Munzur, yemek bohçasını yanına bırakıp kaybolmuş. Ağa bohçayı açınca bir de bakmış, canının çektiği yemekler!. Neyse hac dönüşünde herkes kendisini karşılamaya gelirken, Munzur da sağdığı hayvanların sütlerinin kovalarını değneğinin iki yanına asıp karşılamaya geliyormuş. Ağa uzaktan onu görünce "Esas hacı ben değil; Munzur'dur!" demiş. Sırrının ortaya çıktığını gören Munzur hızla oradan uzaklaşırken dökülen sütlerin yerlerinden Munzur Çayı'nın pınarları fışkırmaya başlamış. Zaten şimdi de senenin belli aylarında Munzur suyu süt gibi bembeyaz kaynarmış!.. Ondan sonra Çoban Munzur'un adı Munzur Baba olmuş...

Ankara'dan gelen esnaflar, Tunceli halkı, öğretmenler ve öğrenciler arasında gerçekten görmeye değer bir dostluk, bir sevgi bağı ve kenetlenme meydana gelmiş. Daha önce Munzur Koleji'ndeki bir program münasebetiyle Tunceli'ye gelen Ankara esnafından, okul aile birliğinde görevli, toplum içinde çok saygın yeri bulunan hanımefendilerin misafirlerine kendi elleriyle yaptıkları yemekleri servis etmelerine, sonra gece saat 12'lere kadar mutfakta o yemeklerin bulaşıklarını yıkamalarına şahit olduklarında, bu fedakârlık karşısında gözlerinin yaşardığına dair sözler duymuştum. Hatta Ankaralı işadamlarımızdan Verdal Hosta Bey'in, "Sizler bu büyük fedakârlığı niçin yapıyorsunuz?" sorusuna karşılık "Ne demek? Biz bu fedakârlıkları sizden öğrendik." dediklerini biliyordum. Ben de benzer davranışlara şâhit oldum. Zaten Devlet Bakanı Faruk Çelik Bey'in açılış konuşmaları sırasında bu hanımefendilerden ikisine (Aynur Demircan ve Tülay Şahin hanımefendilere) ödül olarak plaket verildi... Çok yerinde verilen bir karşılıktı...

Bu güzel hizmetler ve davranışlar, bizlere ülkemizin geleceği adına toptan birbiriyle kenetlenmiş, birbirini seven ve sayan bir toplum olmanın yolunda olduğumuzun müjdesini veriyor!..

Yazarın Diğer YazılarıMezar Taşına Atılan Çentikler