Size Sahip Çıkamadık; Bunlar Sizi Bilmiyorlar...

Bir önceki yazımda, Çeçenistan'da fedakârca hizmet eden bir eğitim gönüllüsünün başına gelenlerin bir bölümünü aktarmıştım. Gerisini Ahmet Bey'in kendisinden dinleyelim:

"Beni sürükleye sürükleye götürüyorlardı. Bahçeye çıkardılar. Mart ayında diktiğimiz ağaçlar vardı, onlara tutundum. Beni götüremiyorlardı. Kimisi bileklerime basıyordu ama ağaçlar âdeta beni bırakmıyordu. Tam bu sırada fedakâr ve kahraman dostum Ruslan Bey, "Hey siz kimsiniz? Ne istiyorsunuz?" diyerek geldi. Ruslan Bey, korumalardan sorumlu yardımcımdı ve okulun bütün işlerini beraber takip ediyorduk. Beni yerde görünce bir aslan gibi atladı, azgınlardan birini yatırdı. Elinden Kalaşnikof'u aldı. "Bırakın, hepinizi vururum" diye bağırıyordu. Tam bu sırada birisi arkadan Ruslan Bey'in ensesine vurdu ve Ruslan Bey oracıkta bayıldı. Ruslan Bey'in oğlu ve Türkçe öğretmenimiz Ramazan üzerlerine atıldı. Onu da oracıkta etkisiz hale getirdiler. Bu sırada okulumuzun çevresindeki duyarlı insanlar gelmişler. "Neden götürüyorsunuz? Siz kimsiniz?" diyorlar, engel olmaya çalışıyorlardı. Daha sonra o gün orada tanıdığım Said Emin ve arkadaşları silahlarını alıp inmişler ve, "Burası bizim mahallemiz! Bu okul, bu müdür, bu öğretmenler bizim namusumuz, bırakmazsanız vururuz!" diye bağırıyor ve yemin ediyorlardı...

Beni arabanın kapısına kadar sürükleyerek götürdüler. Artık direnecek dermanım kalmamıştı. Fakat açık olan arabanın arka kapısını elimin tersiyle itip kapatmıştım. Tam bu sırada beni bıraktılar. Baktım karşımda Said Emin ve adamları, silahlarını doğrultmuşlar, saldırganlara; "Hemen buradan gitmezseniz vururuz!", bana da "Okula gir!" diyorlardı. Okula girdim ve doğruca öğretmenler odasına gittim. Vücudum ezilmiş, pantolonum ve gömleğim yırtılmıştı. Aynaya doğru yöneldim. Boynum yaralanmış, vücudum değişik yerlerinden yara almıştı. Ön dişimin birisinin kırıldığını gördüm. "Efendimiz'in (sas) dişlerinin Uhud'da kırıldığı yerde senin dişlerinin ne ehemmiyeti var!" diye düşündüm ve ağladım.

Bu ara öğretmenler odası dolmuştu. Said Emin ve arkadaşları, Ruslan Bey, öğretmen arkadaşlar gelmişlerdi. Öğrendim ki güvenlik görevlimiz Ramazan'ın kolu kırılmış, Tamara Hanım'ın ellerini bağlayarak sınıflardan birine kapatmışlar. Ruslan Bey, yüzüme baktı. "Biraz görüşebilir miyiz?" dedi. "Olur" dedim. Bizim odaya geçtik. Ruslan Bey, hıçkıra hıçkıra ağladı. "Sahip çıkamadık size, bize darılma. Bunlar sizi bilmiyorlar." dedi. Okul koruması Ramazan geldi. O da ağlıyor ve, "Koruyamadık sizi!" diyordu. Hadise milli eğitim bakanlığına bildirilmiş. Bakan bey hemen geldi. Beni bakanlığa götürdüler. Orada beni nasıl koruyacaklarının planını yaptılar. Öbür gün beraber Türkiye'ye gidecektik. Said Emin, "Bizim evde kalsın, biz koruruz." dedi.

Bakan beyin Said Emin'e güveni tamdı. Zaten o ve adamları yardım etmeseydi beni çoktan götürmüş olacaklardı. Said Emin'in evine gittik. Çeçenistan şartlarında evi çok güzeldi. Adamlarına, evin çevresinden ayrılmamaları için talimat verdi. Beni eşiyle tanıştırdı. "Bu kolejimizin müdürü Ahmet." dedi. "Biz de çocuğumuzu seneye sizde okutmayı düşünüyorduk." dedi evin hanımı. "Çocuklarınızın her sabah söylediği Çeçen Marşı ile Türk Milli Marşı'nı zevkle dinliyorum." dedi. Gerçekten biz her sabah her iki ülkenin milli marşını okutuyorduk çocuklara. Said Emin ve eşi namazlarını kılıyorlardı.

Evin hanımı bize Çeçen milli yemeği "cicikgalnış yemeği" hazırladı. Yemekler yenildi, çaylar içildi. Hemen yattık. Sabah namazında da yola çıkıp Nazırhan'a, oradan Nalçik şehrine gidip uçakla Türkiye'ye gidecektik. Ama uyuyamamıştım. Vücudumun ezikliği, ağrısı uyumama engel olmuştu. Şükür diyordum Rabb'ime. Bana bu insanların eliyle izzetü ikramda bulunmuş ve beni korumuştu.

Milli eğitim bakanı iki araba korumayla gelmiş. Said Emin de adamlarını aldı, üç araba yola çıktık. Çeçen-İngusatiye sınırına geldik. Orada bizi başka bir arabaya bindirip Nalçik'e götürdüler. Rektör Raykom Bey, bizi Nalçik'te bekliyordu. Bakan, Hoj Ahmet Yerihanov ve Rektör Roykom ve ben Türkiye'ye geldik. İstanbul'a, oradan uçakla Antalya'ya, oradan da Alanya'ya geldik. Antalyalı ve Alanyalı ağabeylerimizin misafirperverliği, yakın ilgisi misafirlerimizi çok etkilemişti..."