Sizin Mükafatınızı Ancak Allah Verebilir

Çeçenistan'da görev yapmış öğretmenlerden Ahmet Bey, bize yazdığı hatıralarında o tehlikeli günlerinden bazı kesitleri şöyle anlatıyor:

"Recep, okulumuzun ikinci yılında gelmişti. Zeki ve akıllı bir öğrenci idi. Babası savaşta şehit olmuştu. Annesi Grozni'de zor şartlarda yaşamaktaydı. Öğretmen arkadaşlar veli ziyareti yapmışlar, çok duygulanmışlardı. Çok zor şartlar altında geçimlerini sürdürüyorlardı. Dedesi bir gün okula geldi. 75'lik ihtiyar amca her şeyiyle farklı bir insandı. Acılar ve sıkıntılar, imanından hiçbir şey kaybettirmemişti. Okulu gezdi. Sonra müdür odasına geçti. Müdür bey, 'Okulumuzu nasıl buldunuz?' diye sordu. Yaşlı adam önce duygulandı. Teşekkür etti. Sonra tarihe not düşülecek şu cümleler dudaklarından döküldü: "Sizler öyle bir hizmetle meşgul oluyorsunuz ki bu hizmetlerin karşılığını, mükafatını ancak Allah verebilir. Bunun dışında biçilen kıymet ve değer bu hizmetlerin karşılığı olamaz."

Okullar tatile girmişti. Okulda sadece Müdür Yardımcısı Mustafa Bey, öğretmenlerimiz Rüstem ve Ramazan beyler kalmıştı. Öbür gün Türkiye'ye yolculuk vardı. Giderken milli eğitim bakanı ve devlet üniversitesi rektörünü Türkiye'ye götürecektim. Türkiye'deki okullarımızı gezdirecektik...

Pazartesi sabahı erkenden okulumuzun inşaat ve korumasından sorumlu Ruslan Bey eve geldi. Bakan beyden randevu almıştık, görüşmemiz gerekiyordu. Ruslan Bey, "Sakın bir yere ayrılma. Çarşıdan okulun inşaatı ile ilgili malzeme alınması gerekiyor. Ben onları alıp geleceğim." dedi. O çarşıya gittikten sonra okula geçmek için hazırlandım. Evden çıkarken aynı zamanda komşumuz olan okulumuzun hemşiresi Tamara Hanım bekliyordu. Biraz endişeliydi. "Hayırlısı ile yarın sizi bir göndersek." diyordu. "Korkma bir şey olmaz inşallah." dedim. Okul bahçesine yaklaşırken içinde silahlı adamlar olan Nissan marka araba hızlı bir şekilde geçti. Tamara Hanım daha çok endişelendi. Okul güvenlik görevlisi Ramazan Bey beni bekliyordu. Milli eğitim bakanı ile görüşeceğimizi söyleyince, "Yalnız olmaz, Ruslan Bey de gelsin beraber gideriz." dedi. "Bu kadar endişelenmeyin, bir şey olmaz." dedim. Aslında endişelenmekte haklıydılar. Çeçenistan'da ortalık karışıktı. Herkesin ya elinde ya da belinde silah vardı. Can güvenliği ve mal güvenliği yoktu. Her gün bir yerlerde bombalar patlıyordu. Fakat Allah'tan öğretmen arkadaşlarımızın üzerine bir sekine inmişti. Sanki Türkiye'de yaşıyormuşuz gibi rahattık. Bizim bu rahatlığımızdan dolayı etrafımızdaki insanlar, "Aman dikkat, siz buraları bilmiyorsunuz" diyorlardı.

Okulumuza bitişik pansiyona gittim. Arkadaşlarım Ramazan, Rüstem ve Mustafa uyuyorlardı. Uyandırmadım. Saat 09.00 civarındaydı. Tekrar okul binasına geçtim. İkinci kata çıktım. İçimde az da olsa bir endişe vardı. Kendi odama geçmedim. Öğretmenler odasına girdim. Hemen bir plan yaptım. Türkiye'ye bugün gidecektim. Bakan ve rektör beyi İstanbul'da karşılarım diye düşündüm. Cep telefonumdan Mohaçkala'daki arkadaşım Adem Bey'i aradım. "Ben de sizinle geliyorum, uçak biletimi alıver." dedim. Telefonu kapatır kapatmaz elinde tabanca 20 yaşlarında bir genç içeri girerek Rusça "yürü" dedi. Kaçırılacağımı anlamıştım. Ben de, "Hiçbir yere gitmiyorum." dedim. Elinden silahı almaya çalıştım. Sonra Kalaşnikof'lu iki kişi daha geldi. Zorla götürmeye çalışıyorlardı. Gelenlerden biri dipçikle omzuma çok sert bir darbe indirdi ve yere düştüm. Masanın ayaklarına sıkı sıkıya tutunmuştum. Kollarıma ve ellerime aldığım darbelerin etkisiyle sürükleyerek beni götürüyorlardı. Merdiven demirlerine tutunmaya çalıştım, boğuşuyorduk, bina dışına çıkardılar. Bahçeye fidan dikmiştik. En son işte o ağaç fidanlarına tutundum..."