Çocuk ve Erken Doyum

Yıllar önce Hocaefendi'den bizzat dinlemiştim: "Dindar ailelerin çocuklarında dine karşı erken doyum oluyor." Bekardım o zamanlar, ne çocuk ne de çocuk yetiştirme ile alakalı bilgi birikimi ve tecrübeye sahip değildim.

Bununla beraber sohbetin akışından kastedilen manayı anlamıştım. Çünkü mevzunun başlangıç noktası, bazı dindar ailelerin çocuklarının ailelerinin beklentileri ölçüsünde dindar olmamalarıydı.

Devam etti Hocaefendi: "Çocuklar, ait olduğu yaş grubunun çok üstünde beklentilerle karşılaşıyor. Fatiha'nın, İhlas'ın yeteceği yerde Yasin'ler, Mülk sureleri ezberletiliyor. Manasını anlayamayacağı şiirlerle süreç devam ediyor. Evlerinde yapılan sohbetlerin değişmez figürü oluyor. 'Hadi oğlum şunu da oku, bunu da oku kızım!' deniyor; sırtları sıvazlanıyor, alkışlar, paralar, hediyeler veriliyor, medh u senalar yapılıyor. Şımartılıyor çocuklar. Belki de en önemlisi çocukluklarını yaşayamıyor. Sonra gerçekten bunları yapacağı yaşa gelince de, çok önceden bunları yaşadığı için ülfet ve ünsiyetin ürünü olan 'ben zaten biliyorum' havasıyla bıkkınlık ya da tatminsizlikler devreye giriyor."

Aradan yıllar geçti; şimdi çok daha iyi anlıyorum yapılan bu tesbitleri. Takdirim, kabulüm bir mana ifade etmez ama edecekse can u gönülden "tecrübe ile sabittir" kaydını da ilave ederek tasdikimi ifade ediyorum.

"Neden dindar ailelerin çocukları dine karşı mesafeli olur?" Soru bu. Cevabının ilk şıkkını söyledik; erken doyum. Anne-babanın çocuğundan kendi inandığı doğruları kabullenmesi ve uygulamasını istemesi gayet doğal. Ama bunun bir yolu ve yöntemi olmalı. O yol ve yöntem, ilmin ve tecrübenin ulaştığı bütün sonuçları muhtevi bulunmalı. "Ben anam-babamdan böyle gördüm" mantığı, bahsini ettiğimiz bilgi ve tecrübî verilerle çatışıyorsa, terk edilmeli. Çocuk yetiştirme gibi çeşitli ilmi disiplinlerle birlikte ele alınması gereken alabildiğine kompleks bir mesele doğruluğu alınan sonuçlarla ispatlanan metotlarla yer değiştirilmeli.

Geleneksel aile yapımız ele alındığında bu mevzu özelinde yapılan en büyük hatalardan bir diğeri ebeveynin baskıcı tutumudur. Baskı, er veya geç sonuçları menfi olarak ortaya çıkan yanlış bir tavırdır. Baskı ile bir yere varıldığı, varılsa bile varılan yerde uzun müddet kalındığı görülmüş bir şey değildir. İsterseniz meseleye en geniş dairede bakın ve insanlık tarihinde baskı ve zulümle başarılı olmuş sistemleri, ekolleri, doktrinleri aklınıza getirin. Hiçbirisinin kısa vadede kan ve gözyaşları üzerine saltanatını kursa da, uzun vadede hayatta kaldığı söylenemez. Aynı şey insan için, insan terbiyesi, insan eğitim ve öğretimi için de geçerlidir. Öyleyse dinî eğitim adına ebeveynin yapacağı ilk şey, kendileri anne-babalarında öyle görmüş bile olsalar, baskıcı tavır ve tutumlara son vermek olmalıdır.

Bu mevzuda yapılan bir başka hata; "ben yapamadım, okuyamadım, ezberleyemedim; bari oğlum-kızım yapsın, okusun, ezberlesin" yaklaşımıdır. Bu da diğerleri kadar tehlikeli bir metottur din eğitimi adına. Şahsi tatmin adına dengesizliklerin irtikap edildiği, muhatabın hissiyat ve düşüncelerinin kale alınmadığı bir sahadır bu.

Din eğitiminde sevginin dilini hakim hale getirmek zorundayız. Eğitimde cezanın yerini inkâr ediyor değiliz; yeri geldiğinde ona da müracaat edilebilir ve edilmelidir de. Ama ceza, muhataba göre mekân, zaman ve sınır ayarlamasına tabii tutulmalıdır. Dövme tek ceza metodu değildir. Mükâfat vermeme de bir ceza değil midir?

Yaparken yıkmayalım, düzeltirken bozmayalım ve "elinizdeki tek alet çekiç ise bütün sorunlar çivi gibi gözükür" sözünün işaret ettiği yerde saf tutmayalım.