Üzeyir Garih'in Simgelediği Kişilik
Halkımız para ile imanın kimde olduğunun bilinmeyeceğini bir özdeyiş haline getirmiştir.
Rahmetli ninem, Kahramanmaraş'ta Yahudi ve Ermeni azınlıkların bulunduğu dönemde yaşamıştı. Çocukluğumuzda eski günleri anlatırken bir efsane üslübunda "geceleri Yahudi mezarlığından Müslüman mezarlığına, Müslüman mezarlığından da Yahudi mezarlığına insanlar taşındığını duyardık" derdi. Bununla insanların zahirde şu veya bu dine bağlı olarak ölmüş ve o dinin mezarlığına gömülmüş olabileceğini, ancak gerçekte kalbinde farklı bir iman taşıyabileceğini, öldükten sonra ise onların gerçek yerlerini bulacaklarını ifade etmiş olurdu.
Bu bizim gibi farklı dinlerin iç içe yaşadığı bazan inançların sosyal kontroller sonucu yeterince ifade edilemediği ortamlarda daha çok böyledir diye düşünülebilir.
Yaman Dede yıllarca Müslümanlığını kendi ailesinden bile gizlemiş birisidir. Ve en içli naatları yazmıştır.
Gönül hun oldu şevkından boyandım Ya Rasulallah
Nasıl bilmem bu nirana dayandım Ya Rasulallah
Ezel bezminde bir dinmez figandım Ya Rasulallah
Cemalinle ferahnak et ki yandım Ya Rasulallah
mısraları onun unutulmaz naatindendir.
Özellikle Osmanlı barışı, bu ülkedeki çok farklı din mensuplarını ruh iklimi olarak birbirine çok yaklaştırmıştır. Yeni Yüzyıl'da Türkiye'den İsrail'e göç etmiş bir Musevi bestekarla yapılmış mülakatı okumuştum. Kendisini Türkiye'de daha çok kendi vatanında hissettiğini, çünkü Türkiye'nin kültür ikliminde yoğrulduğunu söylüyordu.
Son dönemlerde farklı din mensupları arasına duygusal mesafeler girdiğini kabul etmek lazım. Bunda Osmanlı'nın son döneminden bu güne uzanan süreçte Balkanlar ve Ortadoğu'da yaşanan gerilimlerin derin etkisi olmalıdır.
Bu yüzden belki de her Musevi'de Şaron, her Rum'da Makarios görmek normal kabul edilmiştir.
Ama işte hazin bir ölümle ahirete göçen Üzeyir Garih sanki din grupları arasındaki eski yumuşak dokuyu yeniden gündemimize taşımıştır.
Üzeyir Garih'in bir şeyh efendinin (Nakşi Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi) kabrini ziyaret ederken ölümle karşılaşması Türkiye için çok manidardır. (Küçük Hüseyin Efendi'nin aynı zamanda yanıbaşında mezarı bulunan Milli Mücadele kahramanı ve ilk Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın da mürşidi olması daha çok manidardır.) Zaman gazetesinde Turhan Bozkurt imzasıyla verilen arka plan ise bu manidar durumu daha dikkat çekici hale getirmektedir. Buna göre Küçük Hüseyin Efendi'yle Garih ailesinin ilişkisi daha eskilere, Üzeyir Garih'in babasına, onun şeyh efendiden "Allah'ın bir çocuk lütfetmesi için" dua istemesine, şeyh efendinin rüyasına, doğacak çocuğa Üzeyir ismi verilmesi tavsiyesine kadar uzanmaktadır. Sonra Üzeyir Garih'in bir süre şeyhten kopması, sonra şeyh efendinin Üzeyir Garih'in rüyasına girmesi, sonra kabrin tamiri ve sonra başlayan kabir ziyaretleri... Bir Musevi ile bir Müslüman tarikat şeyhi arasındaki zahirde izahı zor kalbî ilişki...
Bunları Türkiye'de, anlamak pek kolay değildir. Bir kere Musevi-şeyh ilişkisini laik iklimde nereye oturtacaksınız?
Belki Musevi cemaati için de zor bir konudur Üzeyir Garih olayı.
Belki konuyu İslam içinde tasavvufa eleştirel bakan çevrelerin bile bir yerlere oturtması zordur.
Ama işte ister inanalım ister inanmayalım ortada elle tutulur bir gerçek vardır.
Zaman gazetesinde Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Üzeyir Garih için yayımladığı taziyeyi gördüyseniz orada Garih'in kendisine yazdığı mektuplarda "Peygamber Efendimiz'den Peygamberimiz şeklinde bahsedecek ölçüde inanç izhar eden" ifadesinin yer aldığı belirtilmektedir.
Bütün bunlardan Üzeyir Garih'in inancını izhar etmemiş bir Müslüman olduğunu söylemek istemiyorum. Kuşkusuz böyle değildi demek de mümkün değil. Ama Üzeyir Garih'in farklı bir kişilik sergilediği de bir vakıadır. Belirtmek isterim ki bu Türkiye için en azından olumlu bir kişilik örneğidir. En azından inanç farklılığını barışçı bir ilişkiye dönüştürme becerisinin simgesidir. Üzeyir Garih bunu birlikte yaşadığı insanların gönül dünyalarına yakınlığı denemekle ortaya koymuştur. Mahmut Toptaş Hoca'nın ölçüsünce, bilinçli veya fıtri saikle olsun, İslam potansiyelinin yüzdesini yukarılara çıkarma çabası içinde olmuştur. Aslında kendisini Müslüman olarak tanımlayan insanlarımız da kendi içlerinde İslami bir arınma çabası göstererek İslam yüzdelerini yukarılara çıkarmaya çalışırlar. Şehadet kelimesi şüphesiz bilinçli bir dînî aidiyet ifadesidir, ancak ondan sonra inançta derinleşme ayrı bir koşuyu gerektirir.
Üzeyir Garih'in üzerinde Türkiye'deki farklı fikri ve inanç kamplaşmalarının ciddiyetle düşünmesi faydalı olur kanaatindeyim.
Dinler doğumda, evlenmede, ölümde aidiyetler üzerinde titizlikle dururlar. Özellikle ölümden sonra herşey netleşir. O yüzden ninemin anlattığı efsane (?) bana çok anlamlı geliyor. Tabii ki Üzeyir Garih için o efsane geçerli mi onu bilmiyorum. Ama ben buradan Garih için taziyelerimi sunmak istiyorum. Keşke Musevi dünyasında hep Garih gibi gönlü geniş insanlar olsa. Ben Yahudiler'in dünyada Şaron tipiyle simgeleşmek zorunda olmadıkları için memnunum.
- tarihinde hazırlandı.