Zihni Koordinatlar

Tarihin kırılma anlarında zihni koordinatları korumak önemli... Yoksa savrulup gitmek ve geldiği noktayı farkettiğinde derin çöküntüler yaşamak işten bile değil.

Sanırım bugünler o günler...

AB ile ilişkiler, zihinleri savuruyor. Herkes durduğu noktayı sorguluyor ve kimileri, varoluş misyonunu unutmuş gözüküyor.

Mevlana'nın "pergel mecazı"nda iki unsur vardır, birisi pergelin sabit ayağı, diğeri gezinen ucu... İnsanlardan kimi sabit ayağı önemser, kimi gezinen ucu... Oysa Mevlana, sabit ayaktan kopmayan bir gezinen ucu işaretlemiştir. Böylece ana koordinatlarını kaybetmeyen seyyal bir düşünce hareketi, bir esneklik söz konusu olacaktır. Ve o sağlanabildiği takdirde hem düşünce istikrarı hem esneklik gerçekleşecektir.

Mevlana pergelin sabit ucu olarak tevhidi ve şer'i şerifi görür, ona göre, o ana noktaya sabitlenmiş bir düşünce, her ufku tarayacaktır.

Mevlana'yı doğru anlamayanlar, onu sadece gezinen uçta görmüşler ve "Men bende-i Kur'anem/Eğer can darem men hak-i reh-i Muhammed-i muhtarem - Ben Kur'an'ın bendesiyim. Canım var oldukça seçilmiş Muhammed'in ayağının tozuyum" diyen derin bir mü'minden neredeyse kimliksiz bir dünya vatandaşı üretmişlerdir.

Şu sıralar AB fırtınası öyle esiyor ki, insanların zihinlerinde sabit uç falan bırakmıyor, her şeyi savuruyor.

Bir ara değişim fırtınası esmişti, şimdi o, AB fırtınası ile bütünleşti.

Bir ara diyalog heyecanı sarmıştı her yeri, yönelişler arasında yiv - set kalmamış, sanki her şey birbirine kalbolabilir gibi anlamıştı insanlar diyalogu...

Fethullah Gülen Hocefendi'nin üç kitabı çıktı. "Sohbet-i Canan" isimli olanına, ben de bir ön yazı yazdım.

Fethullah Gülen Hocaefendi, diyalog hareketinin merkez insanı. Ön yazıma Sohbet-i Canan'dan iki paragraf aldım.

Zihni koordinatlarını sağlıklı tesbit etmiş ve onlar üzerinde iman duyarlılığı kadar hassasiyet sergileyen bir insanın düşünce çerçevesini görmek isteyenler, bu iki paragrafta çok şey göreceklerdir. Önce onları okuyalım:

".......Bence Müslümanlığı yaşıyorsak onu Allah'ın istediği tarzda yaşamamız lazım.

"Evet, "İnnema emvalüküm ve evladüküm fitne - Muhakkak ki mallarınız ve evlatlarınız sizin için imtihandır." İmtihan... Bu dünyada kaybeden anne - babalar var, evlatlar var; kazanan anne - babalar var, evlatlar var. Kazanan toplum var, kaybedehn toplum var. Kazanan mücahit var, kaybeden mücahit var. Kazanan muhacir var, kaybeden muhacir var. Bir ibtila, bir imtihan. Değişmeye gelince, biz değişirsek, seyr-i süluki ruhanide değişen insanlar gibi değişmeliyiz. Bizim için başka türlü değişme olmaz; olmamalı. Başka türlü değişme dönekliktir. Kur'an'dan mülhem ifadesiyle 'tezebzüb'tür. Bir oraya, bir buraya dönme; bu münafıkça bir davranıştır. Yalnızca bir kere değişmeli insan. Bundan sonraki her değişim bir adım daha O'na yaklaşma şeklinde olmalı. "Ben boynu tasmalı, O'nun azad kabul etmez kölesiyim" demeli. Eğer insanın bir kıymeti varsa, bütün kıymeti buradadır zaten."

Ve birkaç cümlecik daha:

"Allah'ın kulu ve kölesiyim" diyen birinin düşmanlara karşı göstereceği zillet Efendimiz aleyhissalatü vesselama raci olur. Halbuki mü'minin O'na olan intisabı onun başını her daim dik tutmasını gerektirir. Dolayısıyla diyalog adına girilen süreçte de müslümanlar tavırlarını izzet-i İslamiyye'den taviz vermeyecek şekilde ayarlama zorundadırlar.

"Evet, bizlerin her zaman küfür düşüncesine karşı dimdik olmamız lazım. Sırtımızda taşıdığımız müslümanlığımızdan utanmamamız lazım. Ne tarz-ı telebbüsümüzden, ne selef-i salihinin yürüdüğü caddede yürümekten utanmamalıyız. Fakat bana öyle geliyor ki bizler daha ziyade mü'minlere karşı aziz, kafirlere karşı zelil davranıyoruz. Özellikle azıcık okumasını -yazmasını-konuşmasını bilen insanlar başkalarına tepeden bakmaya başlıyor. Çok büyük şeyler keşfetmiş gibi alemi hor ve hakir görüyorlar. Kendisini Gazali'ye, Şah-ı Geylani'ye eşit görmeye başlıyor. Büyük insan görmemişliğin getirdiği boşluk bu. İnanıyorum onlardan bir kaçını görseydik, Allah'la münasebetlerinde nasıl tavır takındıklarına şahit olsaydık utancımızdan yerin dibine geçerdik."

Evet, bir daha okuyalım:

-Müslümanlığı yaşıyorsak onu Allah'ın istediği tarzda yaşamamız lazım.

-Değişmeye gelince, biz değişirsek, seyr-i süluki ruhanide değişen insanlar gibi değişmeliyiz. Başka türlü değişme dönekliktir. Kur'an'dan mülhem ifadesiyle 'tezebzüb'tür. Bir oraya, bir buraya dönme; bu münafıkça bir davranıştır.

-Diyalog adına girilen süreçte müslümanlar tavırlarını izzet-i islamiyye'den taviz vermeyecek şekilde ayarlama zorundadırlar.

-Evet, bizlerin her zaman küfür düşüncesine karşı dimdik olmamız lazım. Müslümanlığımızdan utanmamamız lazım. Fakat bana öyle geliyor ki bizler daha ziyade mü'minlere karşı aziz, kafirlere karşı zelil davranıyoruz."

Bunlar, önemli zihni çerçeveler. Şayet bir düşünce - kalb adamı bunları söylemişse, bunların adresi vardır. Belki adres, şu sıralar bir hayli düşünce karmaşası yaşayan Araf ehlidir.

Bence bir oturup kafaları toplamak zamanıdır. Taa, varoluş hikayesinden ebediyyet dünyasına kadar nerede durduğumuzu sorgulayarak...

Eskiden Allah dostları ömürlerinin bir zamanını Çilehanelerde geçirirlerdi. Bir kabirden az daha geniş ortamda varlık muhasebesi yaparlar, kişiliklerini pişirirlerdi. Muhtemel ki Fethullah Gülen Hocaefendi de, ilk defa olmadığını sandığım bir çilehaneye dönüştürmüş gurbetteki hayatını ve oradan sesleniyor yüreklere...

Böyle savruluş dönemlerinde gönül insanlarının kapıları çalınmalı ve yaşadıkları varlık muhasebesinden bir katreyi gönüllerimize taşımak için hamle yapmalı... Kaybetmeyiz.