Bana Sevgiden Bahseder misin?

Sevgili dost!

Sen de seviyor musun? Seviyorsan bana sevginden bahseder misin? Kalbin yerinden fırlayacakmış gibi oluyor mu sevdiğini anınca? Gözyaşların şahit mi sevdana? Mecnun ile Leyla'yı; Ferhat ile Şirin'i tanıyor musun? Mecazi aşk mı seninki yoksa hakiki mi? Mecazi ise hakikiye ne zaman dönüştürmeyi düşünüyorsun?

Ey dost!

Sevgi, kâinatın varlık sebebidir. Habîb olan Allah (c.c) bütün mahlûkatı sevgi, rahmet ve şefkatiyle yaratmıştır. İnsanları da "bir erkekle bir kadından yaratmış, birbirlerini tanıyıp sahip çıkmaları için milletlere, sülâlelere ayırmış" ve aralarına sevgi mayası çalmıştır. Bütün donanımıyla kâinat, Yüce Yaratıcı'sından aldığı emirle ilk yaratıldığı günden bugüne sevgiyle hareket etmektedir. Güneş, ışık ve ısısını yayarken sevgiyle başımızı okşamakta; bulutlar, üstümüze sevgiyle rahmet yağdırmaktadır. Anne ve babalar, evlatlarını sevgi ve şefkatle büyütmekte; irşad erleri ve öğretmenler, talebelerine ne öğretiyorlarsa sevgiyle öğretmektedir. Zira "İnsanların gönüllerini fethetmek için en kestirme yol, sevgi yoludur."

Bir insanın yüreği ne kadar sevgiyle doluysa kâinatla o kadar ilgilidir. Hayat dantelâsının her bölümünü ilmek ilmek sevgiyle işleyebilen bir insan, kendisiyle de çevresiyle de barışıktır. Münasebetlerinde hep sevgi ön plandadır. Böyle bir sevgi kahramanı, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sever. Sevgiyle oturur, sevgiyle kalkar ve sevgiyle yaşar. Sohbet-i canan meclislerinde onun ağzından dökülen hep sevgi sözcükleridir. Bu ufka ulaşan yüce ruhları ve onların bulunduğu iklimi Yûnus Emre'nin şu dizeleri ne güzel anlatır:

"Gül alırlar, gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül."

Sevgili dost!

Sevmek için bilmek gerekir. Zira bilmeyen sevemez. Kendini bilen, sevdiğini de bilir. Bilmek sevgiyi, sevgi vuslatı netice verir. "Kişi sevdiğiyle beraberdir." (Buhâri, Edeb 96) İnsan burada daha çok kiminle/kimlerle beraber ise, -Allahu a'lem- ötede de onlarla birlikte olacaktır. Öyleyse insanın kimi ve neyi sevdiği çok önemlidir. Öyle birini/birilerini sevsin ki, hem burada hem de ötede birlikte olsun. Öyle birine/birilerine gönül versin ki, hem burada hem de ahirette pişman olmasın. "Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim!" (Furkân, 25/28) demesin.

Ey dost!

Sevginin ifrat derecesi aşktır. Aşk, maşukunun aşkıyla aşığın aklının başından gitmesi, sinesini "kara sevda"lara esir edip, maşukuna vuslat arzusuyla alev alev yakmasıdır. "İşte bu aşktır ki, Mecnun'u çöllere salmış ve Ferhat'ı da koca dağı delme macerasına itmiştir. Hâlbuki insan, öyle birine yönelmelidir ki, her zaman onu görsün, duysun, dinlesin ve isteklerine cevap versin. Dualarına icabet etsin.. dünyevî-uhrevî taleplerini yerine getirsin.. yalnızlığını giderip ona dost olsun.. ebed arzularına cevap verip gönlünü ferahlatsın.. bizim gibi bütün dost, ahbâb, yârân ve yakınlarımızı da âbâd etsin.. bize işte böyle bir mâbud, sevgili, yâr-ı vefâdâr ve her hâlimize nigehbân bir dost lâzımdır. Öyleyse buna aşk u alâka kurmak gerekir.

Molla Cami, bu hususu anlatırken, "Yalnız Bir'i iste, başkaları istemeye değmiyor. Bir'i çağır, başkaları imdada gelmiyor. Bir'i talep et, başkaları lâyık değiller. Bir'i gör, başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar. Bir'i bil, mârifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır. Bir'i söyle, O'na ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir." demek suretiyle hakikî aşkın Allah'a karşı olan aşk olduğunu, insan Allah'tan gayri neye gönlünü verirse versin, içinde bir burkuntu ve üzüntü bırakıp gideceğini vurgular ki, herkesin meşk edip tekrarlaması icap eden bir husustur. Hâsılı, fâni ve zâil şeyler, gelip gidişi ile kalbin alâkasına değmediğini göstermekte ve hakikî mahbûb arayan gönle, "Allah sevilmelidir." ihtarını yapmaktadır." (Yol Mülahazaları)

Sevgili dost!

İnsanın insanları hatta bütün varlığı sevip onları şefkatle kucaklayabilmesi, kendini tanıyıp bilmesine ve Yüce Yaratıcı'sıyla arasındaki münasebeti duymasına bağlıdır. Bu münasebeti duyabilen bir insan, kabiliyeti ölçüsünde diğer insanlarda ve bütün kâinatta görülen güzellik adına ne varsa hepsinin O'na ait olduğunu ve O'ndan geldiğini anlar ve Gerçek Sevgili'ye yönelir.

Bu inceliği sezebilen bir ruh, Mevlânâ gibi: "Gel, gel aramıza katıl; biz Hakk'a gönül vermiş aşk insanlarıyız! Gel, gel bize katıl da sevgi kapısından içeriye giriver, giriver ve evimizde bizimle beraber otur... Gel birbirimizle içten konuşalım.. (gönüllerimizle sarmaş-dolaş olalım da) kulaklardan, gözlerden gizli konuşalım.. Güller gibi dudaksız ve sessiz gülüşelim.. Tıpkı düşünce gibi dudaksız-dilsiz görüşelim.. Mademki hepimiz biriz, birbirimize dilsiz-dudaksız gönülden seslenelim.. Mademki ellerimiz kenetli, gel bu halden bahisler açalım; El-ayak, gönül hareketlerini daha iyi anlar, öyle ise gel dilimizi tutalım, titreyen gönüllerimizle konuşalım.." der ve gönül dilinden bize destanlar sunar. (Işığın Göründüğü Ufuk)

Ey dost!

Hadis diye rivayet edilen ve hadis ölçüsünde bir gerçeği ifade eden bir sözde, "Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz." denilmektedir. Bu sözden, kişinin kalp ve gönül dünyasında kimleri yaşattığı ve kimlerle yaşadığının önemli olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü büyük ihtimalle burada kimlerle beraber yaşıyor, ne tür faaliyetlerle hayatını geçiriyor ve gönül dünyasında kimlerin muhabbetini taşıyorsa o şekilde ölecek ve o şekilde dirilecektir.

Sevgili dost!

Elbette seveceksin, sevileceksin. "Meşru daire keyfe kâfidir." Eşin de olacak çocukların da, malın da olacak makamın da. Ancak bütün bunlar, O'nun rızası dairesinde, O'nun için, O'ndan ötürü ve O'na götürücü olmalıdır. Zira O'nun rızasından uzak sevginin neticesi, hasrettir, felakettir, merhametsiz azap çekmektir, yudum yudum ızdıraptır...

Öyleyse gel, Hz. İbrahim'in (a.s) dediği gibi biz de "Lê ühibbül efilîn=Ben, batıp gidenleri sevmem." diyelim. Üstad Bediüzzaman gibi bütün samimiyetimizle kalbimize ve nefsimize şu sözleri söyletelim:

"Fâniyim, fâni olanı istemem.
Âcizim, âciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim; gayr istemem.
İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim.
Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umûmen isterim." (17, 26. Söz)

Ey dost!

Sen de seviyor musun? Seviyorsan bana sevginden bahseder misin?