Anayasa
Geçen hafta Abant toplantılarının 15.si yapıldı. Bu seneki konu "yeni anayasa hazırlığı" idi. Kendi alanlarında iyi olan katılımcılar, yeni taslağı hazırlayan bilim adamlarını dinlediler, görüşlerini ve eleştirilerini ortaya koymaya çalıştılar. Hükümet canibinden de katılımın sağlandığı toplantı, "iyi temenni dilekleri" ve "magazine konu olan bir iki yönü"yle medyada yer aldı, ancak asıl eleştiriye konu olan hususlardan her zamanki gibi kamuoyu yeterince haberdar olmadı.
Yeni anayasa hazırlığına belli eleştirileri olan biri olarak hemen şunun altını çizmem gerekir: AK Parti'nin öncülüğünde veya desteğinde böyle bir metin hazırlığına girişilmiş olması son derece önemlidir. Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğuna hiç kuşku yok. Takip edilen yöntem yanlış olsa da, bu teşebbüsü yapmış olmakla mevcut iktidar partisi üstüne düşen görevi yerine getirmiştir. Keşke diğer siyasi partiler de siyasi polemik ve işe yaramaz spekülasyonları bir kenara bırakıp aynı sorumluluk duygusuyla bu teşebbüse destek verse.
İkincisi, ortaya çıkan ve muhtemelen Meclis'ten geçecek olan metin, her halükârda şu an yürürlükteki Anayasa'dan (1982 ve hatta 1961 Anayasası'ndan) daha iyi olacaktır. Tam arzulanır olmasa da ifade özgürlüğü, yargının bağımsızlığı, devletin insan teki yurttaş ve toplum karşısındaki merkeziyetçi gücünün azaltılması ve tabii devrevi krizlere sebebiyet veren asker-sivil siyaset ilişkisi konularında önemli iyileştirmeler olacağı beklentisi içinde olabiliriz.
Son bir husus, "yeni-sivil anayasa metni"ni hazırlayan bilim adamları, her biri kendi sahasında uzman, yeterli, toplumsal sorunlara karşı duyarlı insanlardır. Söz konusu metne yöneltilecek eleştiriler, onların akademik kariyerlerine, kişisel birikim, donanım ve iyi niyetlerine, bu konuda sarf ettikleri emeğe yönelik değildir. Onlar, içinde mesafe almaya çalıştıkları yolda ellerinden gelen çabayı sarf etmişlerdir. Ancak eğer takip edilen yolda bir yanlışlık varsa bu, başka bir konudur.
"Paradigma" ve "yöntem (anayasayı yapma usulü)" açısından bizim yaptığımız eleştiri ile mevcut hukukî ve idarî statükonun devamından yana olan malum çevrelerin yaptığı eleştiriler arasında uzaktan yakından herhangi bir ilişki yoktur. Her nedense son yıllarda siyaset ve fikrî hayatta "değişim" isteyen "muhafazakârlar ve onlara lojistik destek tedarik eden liberaller" ile "otoriter rejimden yana olan laikçi statükocular ve ulusalcılar" arasında baş gösteren ikilem ülkenin tamamına teşmil edilerek, herkesin bu iki kamptan birinde yer alması istenmektedir. Yani eğer özgürlük ve değişim istiyorsanız, size 'mecburi istikamet' olarak "muhafazakâr-liberal yol", bu yolun sizi gerçek özgürlüğe ve demokratikleşmeye götürmeyeceğini söylüyorsanız, bu sefer hemen size yine bir başka 'mecburi istikamet' olarak "statükocu-ulusalcı" yol gösterilmektedir. İki yol, iki karşıt kampa aittir ve siz kendinizi bilmecburiyye derde deva olmayacak bir çatışmanın içinde bulursunuz. Aktüel siyaset söz konusu karşıt kamplar arasında cereyan etmekte, bazen sistemli bir biçimde üçüncü sesler bastırılmaktadır. Maalesef Türkiye'de siyaset ve giderek zihinsel hayat "otoriter ve otokrat ulusalcılık" ile "liberal dogmatizm" arasındaki çatışma dolayısıyla kilitlenme noktasına gelmiştir. Siyaseti ve entelektüel hayatı özgürleştirme gibi temel bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz.
Bu her iki istikametin dışında başka yol ve yöntem mümkündür, vardır ve ancak müzakereci siyaset sayesinde sorunlarımızı çözmek durumunda olduğumuzdan, başka yolların da olabileceğini akılda tutmamız gerekmektedir. Toplumsal hayatın sağlığı, siyasetin müzakereci karakterinin korunup daha iyi ve uzlaşılabilir formüllerin ortaya çıkması için; insanların önüne sabit, değişmez ve tartışılmaz şablonlar konulmamalı; Prof. Mithat Sancar'ın ifadesiyle asıl "ucu açık metinler ve sorun çözücü yöntemler" üzerinde anlaşma sağlanmakla yetinilmelidir.
- tarihinde hazırlandı.