Türkçe Ne Okunacak?

Anlaşılabilir sebeplerle bir Rus öğrenci Türk olamaz, Müslüman da olmayabilir. Ama mezun olduğu Türk okulunda Türkçe öğreniyor.

Yani bir Rus, Türkçe üzerinden bir Şilili, bir Kenyalı, bir Yemenli ile ortak bir paydada buluşabilir. Bu açıdan 21. yüzyıla "Türkçe'nin yüzyılı" demek bana daha doğru görünüyor. Tam bu noktada Türkçe öğrenmenin veya Türkçe okuyup yazmanın ne anlam ifade ettiği konusu üzerinde durmak gerekir:

Bilindiği üzere 19. yüzyıl Fransızca'nın, 20. yüzyıl İngilizce'nin yüzyılı idi. Bunu Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti entelektüel hayatında müşahede etmek mümkün. Aydınlar ya Frankofon oldular ya Anglo Sakson! Ve hepsi dünyaya ve kendi toplumlarının sorunlarına öğrendikleri yabancı dilin kendilerine sunduğu kültürel perspektiflerden baktılar.

Bir dil sadece basit bir iletişimden ibaret değildir. Dil aynı zamanda bir âlem tasavvuru, bir dünya görüşü, hayatın anlamı ve amacıyla ilgili yol haritasının bütün unsurlarını ihtiva etmektedir. Her dilin kendine özgü anahtar terimleri ve öncelikleri vardır. Dillerin paradigmaları birbirinden farklıdır. Bir dilde kök-bilgi veya kurucu-fikir mahiyetindeki bir kavram başka bir dilde uydu hükmündedir. Bu açıdan dil, siyasetin, stratejik hesap, ekonomik çıkar ve küresel hegemonyanın taşıyıcısıdır.

Bazı dillerin de beslenme kaynağı durumunda olan kök dilleri vardır; buradaki kök dili semantik anlamda kullanıyorum. Latince'nin bugünkü Batı dillerinin kökü olması gibi, Müslüman halkların (şuub) ve kavimlerin konuştuğu dillerin kök-dili Arapça'dır. Tarih boyunca Arapça, merhametli, bereketli ve besleyici bir anne gibi bu dilleri besleyip durmuştur. Arapça'dan sonra en zengin iki dil olan Farsça ve Türkçe bu vahy dilinin göğsünden süt emdiler. Osmanlıca Türkçesi, güçlü entelektüel ve manevi temele dayandığında bir dilin ne kadar derin, kapasiteli ve muhteşem olabileceğinin göstergesiydi. Yazık ki, bugünkü nesiller için Osmanlıca "yabancı bir dil" hükmündedir.

Türk okullarında Türkçe'nin de öğretilir ve bu okul öğrencileri ve mezunları tarafından konuşulur olması önemlidir. Ancak dil aracılığıyla hangi kültürel değerlerin aktarıldığı konusu da önemlidir.

Hiçbir enstrüman tek başına bir değer olmadığı gibi, okul da tek başına bir değer değildir. Okulda ne okutulduğuna, nasıl bir dünya öngörüldüğüne bakmalıyız. Modern eğitimin kendine özgü sorunları var. Ve esasında eğitimin modern zamanlarda başarılmış bir proje olmadığı da anlaşılmaktadır. Bazı düşünürlere göre, modern insanın özgürleşmesi okulsuzlaştırılması sayesinde mümkün olacaktır; Ivan İllich, buna "toplumun okulsuzlaştırılması" adını vermektedir.

"İyi insan" modern eğitimin amaçları arasında yer almaz. Modernlik kendi insan tanımını yaptı ve bu tanıma göre bir insan tipolojisinin yaygınlaşması için eğitimi hem taşıyıcı bir araç hem dönüştürücü bir güç olarak kullandı. Fransız devrimine takaddüm eden zamanlarda devlet ile kilise arasında ilk patlak veren çatışmanın eğitim meselesinden dolayı çıkmış olması tesadüfi değildi. Modern devlet, eğitimi "zorunlu, parasız ve laik" kılmakla, dine ait insanın tarih sahnesinden çekilmesini hedefliyordu.

Savaşların, açlık ve yoksulluğun hüküm sürdüğü dünyada, sınırsız sermaye ve kazanç tutkusu yerküreyi güvensiz, kirli ve yaşanamaz hale getirdi. Çünkü modern eğitimin önem verdiği kavramlar arasında hakiki barış (insanın kendi nefsiyle, öteki insanlarla, varlıkla-maddi tabiatla ve Yaratıcısı Allah ile silm ve selamet içinde yaşaması), adalet, özgürlük, kanaatkarlık, cömertlik, yardımlaşma, merhamet ve hayatın manevi/aşkın anlamı yer almamaktadır. Türk okulları eğer Türkçe üzerinden bir kültür aktarıcılığı yapacaklarsa, bu kültür ne olacaktır?

Başka diyarlara hangi şarkıları taşıyacağız? Tarkan'ın, Sezen'in tercüme şarkılarını mı -hiç kuşkunuz olmasın her ülkenin bol miktarda Tarkan'ı ve Sezen'i var-, yoksa Itri'yi, Sadettin Kaynak'ı mı? Düşünce olarak Durkheim'i, Marx'ı veya Hayek'i mi, yoksa Gazali'yi, İbn Arabi'yi, Ebu Hanife'yi veya Bediüzzaman'ı mı? Bu sorunun cevabı önemlidir.