Kedinin Kuyruğundaki Salça Kutuları Hakkında...

Ertuğrul Özkök, Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi'nin neden 'irtica' kelimesi üzerinde durduğuna ilişkin bir yazı yazdı. Yazısında itidali tutturmasının sebebi, konunun özünü ehil bir insana sormasıdır. Aksi halde enikonu düşünmeden, soruşturmadan sağlıklı bir yorumda bulunmak mümkün olmazdı.

Bu 'irtica' kelimesi vesilesiyle enikonu düşünmeden kullandığımız, kendimize mal ettiğimiz hatta bir de sıkılmadan etrafa dağıttığımız yanlış iki kavramdan bahsetmek istiyorum: Ilımlı İslam ve İslamcılık. Bu kavramların bizim dini literatürümüzde yerinin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Her ikisi de son yüzyıllara ait dışlayıcı, itici ve menhus kelimeler. İmkan olsa her ikisini de tüm internet sitelerinden, tüm kitaplardan tüm zihinlerden atabilsek. Ne var ki bunu yapmak mümkün değil, zira artık bu kelimeler kedinin kuyruğuna takılmış boş kutular gibi temizlerden temiz, saflardan saf 'İslam' kelimesinin arkasına bir kısım muzip ve insafsız çocuklar tarafından takılmışlar ve atılan her adımda tangır tungur ses çıkardıklarından sadece kedileri değil çevreyi de rahatsız ediyor. Oysa kediler en yüksek tepelerden atladıkları zaman bile ses çıkarmaz, etraflarını rahatsız etmezler.

Ilımlı İslam'la ilgili Ahmet Taşgetiren mufassalan bir yazı kaleme aldı. Arzu eden oraya müracaat eder. İşin bizcesi şu: İslam'ın ılımlısı ya da serti olmaz. Sanki ortada soğuk ve fırtınalı bir İslam var da bunun ılımlısını ısmarlayacağız. İslam Kur'an'da anlatılan, Hz. Peygamber (a.s) tarafından tatbik edilen ve sadr-i evvelin, birinci ikinci ve üçüncü nesillerin omuzlarında yükselen dindir. Bunun serti, ılımlısı, sütlüsü sütsüzü olmaz. Ilımlılık bir dinin değil ferd ya da toplumun özelliği olabilir. Müslümanın ılımlısı, serti olur. Fakat tevbekar ya da günahkar İslam olamayacağı gibi ılımlı ve ılımsız İslam'da olmaz. Dolayısıyla Can Dündar'ın korkmasına gerek yok, zira zaten ılımlı ve ılımsız bir İslam yok ortada sadece 'İslam' var. Kendisi de Müslüman olduğuna göre bu İslam'ın dairesi içinde bir insan. Fakat ona da hak vermek lazım. Bu mevzuuda en büyüklerden de yanlış ifadeler görülüyor. Mesela kendisini çok sevdiğim merhume Eva Marie Meyerovic'in İslam'ı anlattığı 'Diğer yüz' (L'autre Visage) adlı şaheserin ismi bile su götürür. İslam'ın bir başka çehresi olarak anlattığı İslam aslında İslam'ın kendisi. Demek ki bu başka çehre Avrupa'nın kendi kafasında ürettiği fiktiv bir İslam. Kısacası kedinin kuyruğundaki boş salça kutusu.

'İslamcılık' kavramına gelince; 18. yüzyılda Fransa'da pişirilip piyasaya sürülen zehir zemberek bir kavram. Bu kavramın kamuoyunda bıraktığı tesir genellikle olumsuz. 'Müslümanız' ama 'İslamcı' değiliz ifadesi doğru, çünkü Müslüman Müslümandır, İslamcı değildir. Hz. İbrahim'den bu yana böyle adlandırılmışız. Bize 'İslamcı' adını taksaydı öyle adlandırılırdık. Hz. Muhammed (a.s.) hem kendine hem de Kur'an inanlılarına 'Mümin' veya 'Müslüman' demiştir. Demek ki bu 'İslamcılık' kavramı da bizde olmayan fakat bizim kuyruğumuza takılmış, ne kadar bundan kurtulmak için zıplasak -farkında olmadan- fazla gürültü çıkarıyoruz. Benim bu yazıyla yaptığım şeyde işte böyle bir gürültü aslında. Fakat yazıdan umduğum amaç, konserve kutusunu kendi organlarından bir organ sanan kedilere onların sonradan takıldığını ve bizimle bir ilgisi olmadığını anlatmak.

Madem biz yapamıyoruz, insaf sahibi merhametkar bir amca gelse de şu kutuyu bizim kuyruğumuzdan ayırsa. Bakın o gün bünyemiz hiç bir acı duymadığı gibi tüy gibi hafiflediğimizi hissedeceğiz. Başta o kulak tırmalayan, kafa şişiren gürültüden hem biz hem de çevremiz kurtulacak. Sonra da eskisinden çok daha hızlı fare avına çıkabileceğiz. Ha, peki salça kutuları ne mi olacak? Lağım fareleri mallarına sahip çıkacaklardır, emin olabilirsiniz!!