Yirmibirinci Asrın İlk Çeyreği ve Ötesi

Hiç solmayan bir ümidimiz var bizim. Bir sevdamız var hiçbir zaman bitmeyecek. Bir türkümüz var, asla eskimeyecek. Bir zamanlar yarım bırakılmış yitik bir aşkımız var. Çok ötelerden muştusu verilmiş bir çağrımız var. Nâdânların pek anlayamayacağı, dudaklarımız ardında saklı bir sırrımız ve bir şarkımız var. Annelerimizin allı duvakları kadar nezih, teheccüt görmüş ve gözyaşlarıyla ıslanmış seccadelerimiz kadar mâsum bir özlemimiz var…

Birileri hedefsiz, ufuksuz, gâyesiz yaşayabilir. Birileri, umutsuz bir yol yorgunu olabilir. Ama bize çizilen bir hedef, gösterilen bir ufuk var. Bizden beklenen, ciddî bir sorumluluk duygusuyla gönül sultanlığına doğru yürüme şuuru var. Ruhumuzun heykelini dikme gibi büyük bir aşkımız var. Bakınız o hedef nasıl gösterilmiş: "Şimdi bize düşen tek şey, ciddî bir sorumluluk duygusuyla, kendimiz olarak ve vakit fevt etmeden devletler muvazenesindeki yerimize koşmak olmalıdır. Zaten, böyle bir hedef söz konusu olmadığı takdirde, bu mevcut hâlimizle değil ilerlemek, yarınlara ulaşmamız dahi mümkün değildir.. evet bugün bizim için, iki alternatiften biri söz konusudur; ya ölesiye gayret ve dirilme; ya da kendimizi rahata, rehâvete salarak bir ebedî ölüme teslim olma!.."

Ebedî bir ölüme teslim olmayacağız bi-iznillâh ve bi-inâyetillâh. Biz milletçe o günlerin en kahredicilerini bin defa yaşadık. Bir zamanlar yerle bir olmuştuk. Kendi içimizde çürümenin ve onlarca sâikin yanıbaşında, son günlerde bir bir ortaya çıkan şu hâin oğlu hâinlerin kansız dedeleri, 1909'da binbir entrika ile koca bir milletin başını alaşağı edip târihin en utandırıcı cinâyetini işlemiş, bizi yerle bir edip, koca bir dünyayı yetim bırakmışlardı... Evet "Biz, on sekizinci asırdan başlayıp her gün biraz daha hız ve tempo artırarak ondokuzuncu asra kadar sürekli başaşağı gelmiş ve yirminci asırda yerle bir olmuşuzdur." Bir asırdan beri emekliyor, belimizi doğrultmaya, düşe kalka yürümeye çalışıyoruz. Şimdilerde yeni bir asrın başlarındayız, 21. asır.

Peki bu beklenen günler uzak mı acaba! Hayır hayır o günler çok yakın. Tırmanış asrındayız. Tekrar doğrulup zirvelere tırmanma çağındayız. Beklenen o günler gerçekten de yakın. Muştusu çoktan verilmiş ve bize sadece özveriyle yürümek kalmış. Bakınız bu konuda nasıl bir müjde veriliyor: "Şimdi, yirmi birinci asrın, bizim tekrar doğrulup zirveye tırmanış asrımız olacağı ümidini besliyoruz. Belki önümüzdeki asrın ilk çeyreğinden sonra, öyle parlak günler gelecektir ki, Osmanlı döneminde bile o ihtişama ulaşılmamıştır!" Evet, 21. asır, bizim tekrar doğrulup zirvelere tırmanma asrımız olacaktır, deniyor. Bu asrın içinde de belli bir zaman dilimine özellikle dikkat çekilerek mesele somutlaştırılıyor; "21. asrın ilk çeyreğinden sonra" ifadesi kullanılıyor. Yani 2025 yılları ve ötesi… yani 15 yıl sonrasının günleri… ve öyle bir ihtişamdan bahsediyor ki, daha önceki parlak dönemler bile bunun yanında sönük kalacaktır, deniyor. Böylelikle hem bir gerçekten bahsediyor, hem de günümüzün karasevdalılarına uçsuz bucaksız yüce bir hedef gösteriliyor.

Başka bir yerde de, şu anda dünyanın dört bir yanında hizmet eden okulların ülke ve dünya birincileri çıkarıp madalyalar almasından söz edilirken, bunların abartılmaması gerektiği vurgulanıp, daha da ötesine hedef gösteriliyor: "Himmeti dûn tutmayı günah sayarız. Biz şimdilerde amatörce yaptığımız bu işlerle, gelecekte yapacağımız -inşâallah- profesyonelce şeylere zemin, altyapı, blokaj hazırlıyoruz. İnşâallah, yakın bir gelecekte bütün dünyanın gıpta edeceği ABD'nin NASA'larına bedel TÜRKSA'ların kurulacağı ve ilim adına hemen hemen her şeyin patentinin Müslüman ilim adamlarına ait olacağı günler yakındır ve mutlaka gelecektir."

Nereye bakmalıyız öyleyse! "Ufka bakmak ve bazı şeyleri iyi görmek gerekir. Meselâ, ilim, teknik, sanat ve medeniyet alanlarında Batı'nın ürettiklerini takdirle karşılayıp baş tacı etmek lâzım olduğu kadar, Avrupa'nın ihtiyarladığını hatta Amerika'nın da bir ölçüde yaşlandığını görmek lâzımdır. Bugün için semada parlayan bir güneş gibi görünüyorlarsa da bu güneş guruba (batmaya) yaklaşmıştır. Türkiye ise şafak emareleri ufkunda parlamaya başlamış, yeniden diriliş süreci yaşayan, dinamik ve genç bir devlettir. Onların göz almakta olan parlaklığına değil, yeni parlamakta olan ve gelecekte parlaması muhtemel şeylere bakmalıdır."

Bunlar ezbere konuşulan şeyler mi! Yüzbin defa hâşâ… "Bunları ezbere konuşmuyorum. Türkiye istikbâl adına daha fazla ümit vericidir. Bir Türkiye gerçeği vardır ve gelecekte başkalarının bizimle yarışması mümkün değildir. Çünkü biz, kaç defa ve farklı farklı şekillerde düşmüş ama her seferinde diriliş adına farklı doğrulma sistemleri geliştirmiş bir milletiz. Şimdilerde araştırma aşkı uyanmış ve beyin fırtınaları yaşanıyor ülkemizde. Dolayısıyla mevcut durumumuz bir sistem körlüğünü değil, yeni arayışları gösteriyor. Eğer sahip olduğu dinamikleri iyi değerlendirirse, Türkiye, devletlerarası muvazenede lâyık olduğu yeri mutlaka alacaktır. Fakat, sosyal hareketlerde arzu edilen şeylerin, -başladığını görsek bile- zamana vabeste olduğunu, birdenbire gerçekleşmeyeceğini göz ardı etmemek gerekir. Bu millet kendi karakterini bir gün mutlaka ortaya koyacaktır. Şâirin dediği gibi, gözlerimi yummuş, ben öyle bir Türkiye'yi süzüyorum şimdi."

Böyle ufuklu bir zeminde neş'et edenlere gıptalar olsun! Böyle bir ruhun etrafında hâlelenen kutlulara ne mutlu! Bir zamanlar, "Ben, henüz Erzurum'da medresede öğrenciyken, elime aldığım bir kitabı mütâlaa ederken, bahçede bir oraya bir buraya tur atıyor, aynı zamanda da, hayalimde işte şimdiki bu günleri ve ötesini canlandırıyor, özlemleriyle yanıp tutuşuyordum." buyurmuştu. Bakınız, ta çocukluğundan beri altın çağların özlemiyle yanıp tutuşan bir Kâmet-i Bâlâ'nın görüşleri bunlar: "Kadimden beri gönlüm altın çağların iştiyakıyla doludur. Âkif'in "Gül devrini görseydim, onun, bülbül olurdum, ya Rab beni evvel getireydin ne olurdu!" mısralarında ifade ettiği gibi, gönlüm hep saadet asrında gezse de, -inşallah- ben o çağların bir kere daha yaşanacağına inanıyorum ve böyle bir dönemin arifesinde bizleri yaşattığından dolayı Allah'a şükrediyorum."

Bugünler kıymetli günler; hizmet ve himmet günleri. Yiğitlik, çile ve fedâkârlık isteyen günler. Bundan sonraki o altın dönemde, kim bilir bugünlerin hizmet dolu dakikaları özlenecek. Ama bir daha asla geriye dönülemeyecek. Öyle ise bu güzel günlerin kıymetini iyi bilmek lâzım. "Terleme, koşturma, fedâkârlık ne zamana kadar hep böyle sürüp gidecek!" diye şimdilerde nefsimiz bizi habire dürtükleyip dursa da, o günlerin pek de uzak olmadığı anlaşılıyor bu ifâdelerden. Öyle ise bize, sabr-u sebâtla, yol âdâbına riâyet ederek, capcanlı bir şekilde işimize özenle bakmak düşüyor. Tarihin en büyük sevap günlerini hep beraber en iyi şekilde değerlendirme dileğiyle…

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.