Ben de İmzalıyorum

Çeşitli görüşleri ve kesimleri temsil eden aydınlar gecen hafta Abant'ta bir araya geldiler ve üç gün boyunca din ve laiklik meselesini tartışarak mutabakat noktaları aradılar; buldular da. Toplantı sonunda yayımlanan bildiriyi okuduğunuz zaman, aslında aklı basında herkesin bu toplantıdan önce de mutabık olduğunu fark ediyor ve ister istemez "Öyleyse, iki yıldır yaşadığımız gürültü patırtının sebebi ne?" diye soruyorsunuz. Sizi bilmem; ama ben bildiride dile getirilen görüşlerin çoğunu, daha önce farklı görüşlerdeki aydınların çeşitli platformlarda seslendirdiklerine defalarca şahit oldum. Birinci maddede dile getirilen akılla vahyin çelişmezliği ve her mü'minin aklini kullanmak zorunda olduğu (ki Kur'an-i Kerim'in emridir) Müslümanların öteden beri savundukları bir prensiptir.

O halde bu maddede yeni olan nedir? "Hiçbir fert veya zümre dinin anlaşılması ve yorumlanması hususunda ilahi bir yetkiye sahip olduğu iddiasında bulunamaz." fikri, yeni söylenmiş olmamakla beraber acık bir şekilde ve bir mutabakat metninde seslendirilmiş olması bakımından bence ayrı bir önem taşımaktadır. Vahiy-hakikat ilişkisinin niteliğiyle ilgili olarak dikkate değer bir yaklaşım getirildiği ikinci madde de zekice yazılmıştır. Üçüncü maddede ele alınan "hakimiyet" problemi de daha önce çok tartışılmış ve bu konuda söz söyleyebilecek herkes tarafından çeşitli ortamlarda ayni fikir dile getirilmişti.

Yıllardır "Hakimiyet Allah'ındır" hükmünün, arka planını hiç düşünmeden sıkça vurgulanması ve otomobillerin camlarına bu cümlenin yazılı olduğu çıkartmaların yapıştırılması bazı kesimlerde "din devleti" korkusu ve huzursuzluğu yaratıyordu. Son tahlilde hakimiyetin Allah'a ait olduğundan hiçbir mü'min şüphe edemez; fakat mutabakat metninde belirtildiği gibi Allah'ın hakimiyetiyle milli hakimiyet kavramları birbirine karıştırılmamalıdır. "Hakimiyet milletindir' ifadesi, 'hakimiyet bir ferdin, sınıfın, zümrenin tabii veya ilahi hakki değildir' anlamına gelir; siyasi manada milli iradeyi esas almak ve onun üstünde hiçbir güç tanımamak demektir." Devletin kutsal değil, teknik bir kurum olduğu görüsüne ben de katılıyorum. Hele su görüşlere bayıldım: "Devletin her türlü ideolojiye, inanç ve felsefi görüşe eşit mesafede bulunması gerekir. Devletin totaliter, otoriter, sert, dayatmacı bir resmi ideolojisi olamaz. Devletin ana görevlerini ifade etmekle sorumlu tüm devlet görevlileri bu görevlerini dinlerin, inançların ve dini yorumların önündeki engelleri kaldırır (burada bir cümle düşüklüğü var, B.A.); din ve vicdan özgürlüğünü, dini inançların serbestçe yerine getirilmesini herkes için güvence altına alır." "Laiklik esas itibariyle bir devlet tutumudur ve laik devlet dini tanımlamaz, bir din siyaseti de gütmez. Temel hak ve özgürlüklerin tanımı ve sayımında laikliğin kısıtlayıcı bir ilke olarak yer almaması gerekir." "İnsanların dini ve felsefi inanç ve kanaatleri ile inançlarına göre yasama haklarını kullanmaları; acık ve yasallığını hukukun üstünlüğü ilkesinden alan bir kamu düzeni kuralı olmadıkça kimsenin cezalandırılmasına, kamu görevinden uzaklaştırılmasına, eğitim ve diğer kamu hizmetlerinden yoksun bırakılmasına sebep ve gerekçe kılınamaz. Laiklik ilkesi, insan kaynaklarında mutlak eşitlik ilkesi ile adalet ilkesinin tarafsız uygulanmasında hiçbir dini ve felsefi görüşe odun vermeme anlamında bir anayasal tanıma kavuşturulmalı, ikinci aşamada da bütün mevzuat gözden geçirilerek vatandaşların ciddi boyutlara varan endişe ve ızdırapları giderilmelidir." İslam'ın siyasi rejimin ayrıntılarını düzenlemeyi topluma bıraktığı görüsü ifade edilirken, demokratik hukuk devletinin evrensel ve temel değer ve ilkelerinin dışarıda tutularak özellikle vurgulanmış olmasını da önemli buluyorum. Açıkçası, bu mutabakat metnini gönül rahatlığıyla ben de imzalıyor ve belirlenen ilkelerin hayata geçirilmesi halinde "çağ"ı yakalayabileceğimizi düşünüyorum.