Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman

Biz onlara gittik.
Onlar bize geldi.
Onlar bize bizi getirdi.

Biz onlara gittik. Tan vaktinde, henüz sabahın ilk ışıkları mahcup mahcup süzülürken çıktık yola. Bıyıkları yeni terlemiş genç erkekler ve gelinlik çağdaki kızlardık.

Heybemizde insanların kardeşliğine olan inancımızı ve her dile kolayca çevirebileceğimiz samimiyetimizi koymuştuk. Bulgur, ham çökelek, su böreği de vardı yanımızda.

Bir de namusumuz gibi gördüğümüz dilimiz, Türkçemiz. Moğol steplerini, uçsuz bucaksız okyanusları, kum denizi çölleri gözümüze kestirdik. 'Önden giden atlılar'a yetişmek içindi bütün çabamız. Gittiğimiz her yerde 'sevgi' ile karşılandık. 'Bunları ben seviyorum, siz de sevin' çağrısı fısıldanmıştı sanki her kulağa. Sadece mekanların değil, kalplerin de kapıları açıldı. En kıymetli varlıklarını, göz nurları evlatlarını bize emanet etmek için sıraya girdiler.

'Alın bunları boyanızla boyayın. Biz olarak kalsınlar ama sizin gibi koksunlar.' dediler. Aldık emanetleri, en büyük kutsallarımız kadar titredik üzerlerine. Kendi çocuklarımızdan daha aziz tuttuk. Göğüsleri kabardı, evlatlarını gördükçe.

Ellerimizdeki bilim ve sevgi meşalelerinin yurtlarını, yuvalarını aydınlattığını söylüyorlardı. Bize sevgiyle sarıldılar.

Onlar bize geldi... Üzerimizde gördüğünüz güzelliklerin anavatanını, Anadolu'yu görmelisiniz dedik. Bu çiçekleri toprağında koklamalı, bu göz alıcı renkleri Anadolu güneşi altında seyretmelisiniz. Orada güneş bile başkadır. İmbatı İzmir'de hissetmeli, yeşili Karadeniz'de görmeli, su çağıltısını Aras'ta dinlemelisiniz. Urfa'yı görmeden misafirperverliği, Aydınlı anaları görmeden iç ısıtan tebessümü, Dadaş'ı görmeden mertliği size ne kadar anlatsak eksik kalır.

Her dileğimize olduğu gibi buna da tereddütsüz 'evet' dediler. Dünyaya saçtığı barış tohumlarının meyvelerinden toplayıp Anadolu'ya geldik. Vietnamlının Rambo filmlerindeki gibi olmadığını, saçları kıvır kıvır Afrikalının korkunç olmadığını, Rusların buzdan adam olmadığını, Avrupalının iletişime kapalı kibir abidesi olmadığını gördü, herkes. Biz de onlara sarıldık.

Onlar bize bizi getirdi... Bizim unutup, ihmal ettiklerimiz vardı. Aylar olmuştu ham çökelek türküsünü dinleyip, kaşık seslerine tempo tutmayalı. Erdem Beyazıt'ın davudi sesinden çok dinlemiştik, şiirlerini. Birçok sevdiğimizin ölümünde onun,

Ölüm bize ne uzak bize ne yakin ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm

dizeleriyle teselli olmuştuk. Ama epeydir bulamamıştık birbirimizi. Biliyorduk elbet Bahattin Karakoç'u. Beyaz Dilekçe'den satırların altına imza atıp arz etmiştik kaç kere. Fakat 'Ihlamurlar çiçek açtığı zaman'a ulaşamamıştık. Vietnamlı Hanhnguyen isimli küçük kızdan,

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

dizelerini dinlediğimizde çok hayıflandık. Nasıl böyle bir şiirden bugüne kadar habersiz yaşamışız diye. Sonra onların ayna tutup bize bizi hatırlattıklarını, bize kendi renklerini kattıkları 'bizi' getirdiklerini anladık. Daha bir sıkıca sarıldık birbirimize, ıhlamurlar çiçek açtığı zaman...