Mesajlar Utah'tan, Pizzalar Delhi'den

Bu Utah geyiği iyice eğlenceli hale gelmeye başladı. Biz de eğlenceye katkımızı yapıp diğer gündemlere geçelim. Malum, hizmet sektörünün gelişmesi küreselleşmeyle birlikte farklı çözümleri beraberinde getiriyor.

Birçok ABD'li firma işgücü maliyetlerinin düşüklüğünden dolayı çağrı merkezlerini Hindistan'da kuruyor. Yani firmanın hizmetlerinden yararlanmak isteyen müşteri, ücretsiz hattı aradığında karşısına İngilizceyi Amerikan aksanıyla konuşan bir Hintli çıkıyor. Sipariş ya da şikâyetini kayda geçiren kişi, muhatabının binlerce kilometre uzakta olduğunu anlamıyor bile. Genelkurmay Başkanlığı'nda gazetecilerin fişlenip sınıflandırdığını ve bir kısmının 'itibarsızlaştırmak' üzere ayırıldığını ortaya çıkaran andıcın, Utah'a gittiğini söyleyerek kafa karıştırmak isteyenler bu bilgiye epey şaşırabilir. Bu zevat, ABD'ye yaptıkları bir gezide telefonla pizza sipariş etse, sonra da çağrı merkezinin Hindistan'da olduğunu öğrense tepkisi herhalde şöyle olur: 'Vay be! Adamlar 15 dakika içinde taa Delhi'den pizza gönderiyor!' Neyse eğlenceye ara verip ciddi konulara geçelim.

Yükseköğretim Kurulu son günlerde gündemin hep en üst sıralarında. Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda karar mercii pozuna bürünerek TBMM'den rol çalmaya çalışması çok önemli değil. Beklenen gelişmeydi ve Borsa tabiriyle satın alınmıştı. Rektörlerle ilgili suç duyurularını sonuçsuz bırakması da artık kanıksandı. Dokunulmazlık diye parlamentoyu haklı olarak ırgalayanların görmediği, görmezden geldiği gerçek dokunulmazlar akademik camianın yöneticileri. Haklarındaki suçlama ne kadar ağır olursa olsun, YÖK soruşturma ve yargılama izni vermiyor. 'İzin neden gerekir ve YÖK hangi gerekçe ile izin vermekte gönülsüz davranır?' soruları tekrar gündemde. YÖK, Gazi Üniversitesi Rektörü Kadri Yamaç'ın popüler deyimle telekulaklığa özenmesi için de soruşturma iznine gerek görmedi. Rektör Yamaç'a isnat edilen suç, kişilik hakları ihlali olduğu için hiçbir kamu otoritesinin yargılamayı engellemeye hakkı yok. Samanyolu Haber'in ortaya çıkardığı kaset, Rektör'ün kendi ağzından itiraflarını açıkça gösteriyor. Rektör, devletin istihbarat birimlerinin kendisiyle önemli şeyler paylaştığını belirterek karşısındakilerin hizaya gelmesini istiyor. Daha inandırıcı olmak için ise şu cümleleri sarf ediyor: "Üzülerek söyleyeyim, ben bu fakültede isim isim maalesef hangi hocaların, hangi risklerle, hangi saatte, nerede, hangi görüşmeleri yaptığını SESLİ olarak biliyorum." Şikâyetçi öğretim üyeleri, kaseti delil olarak sunabileceklerini belirtmelerine rağmen YÖK, kaseti izlemeye bile gerek görmeden soruşturma talebini reddetti. Vaka-yı adiyeden oldu, bu konunun da üzerinde duracak değilim. YÖK'ün bânisi İhsan Doğramacı'ya verilen Üstün Hizmet Ödülü'ne kafam takıldı. YÖK'ü demokratikleşmenin önündeki en büyük engel olarak gören siyasi kadroların çoğunlukta olduğu Meclis'ten çıkan karar şaşırtıcı. YÖK 'üstün hizmet' olarak görülüyorsa bu kavga niye, kötüyse ödül neyin nesi? Benzer çelişkiye ödüle karşı çıkan öğretim üyelerinin de düştüğüne inanıyorum. YÖK'ün tek kötü tarafı 1402'lik öğretim üyelerine yaptığı zulüm müydü? Hâlâ aynı zihniyet ve mağduriyetler devam etmiyor mu? Yardımcı Doçent Alev Erkilet, Doğramacı döneminde mi üniversiteden atıldı? Neden bu demokratik çıkışlar mevcut yönetime karşı yapılmıyor? Hani bana kalsa Doğramacı, halefleri Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç'ten 10 kat daha demokrattı diyeceğim. Neyse bu çetrefilli konulara girmeyeyim, bir pizza söyleyip karnımı doyurayım. Ama Delhi'den değil Bakırköy'den geldiğine emin olmalıyım!