Ergenekon'dan Çıkış Yolu Abant'ta

Bu sene konu "12 Eylül'den AB'ye siyasi Partiler ve Demokratikleşme" idi. Çok partili sistemin "olmazsa olmazı" elbette siyasi partiler; onların da "olmazsa olmazı" demokratikleşme idi. Bir taraftan, darbe mahsulü 12 Eylül Anayasası, siyaset dışı kurumlara doğrudan siyaset imkânı sunarken; işi siyaset yapmak olan siyasi partileri kıskaca alarak, adeta siyaset yapamaz hale getirmiş; kimi siyasi partilerin demokrasi anlayışı ve diğer bazı partilerin de parti içi demokrasi telakkileri de "Peki sabun ne kadar temiz?" veya "Ya tuz kokarsa (!)" deyimlerini hatırlatacak cinsten idi.

Abant'ta bu hususlar tartışılacaktı. Hayalim bir ara 12 yıl öncesine, yani "28 Şubat Dönemi"nin netameli ve gergin günlerine gitmişti. Türkiye'nin hemen hemen tüm renklerinin temsilcileri Abant'ta idi. İslamcı'sı, liberali, milliyetçisi, Alevi'si, solcusu, aşırı devletçisi vs. orada idi. Sami Selçuk, Yaşar Nuri Öztürk, Rıza Zelyut, Halit Refiğ, Hüseyin Hatemi, Kezban Hatemi, Namık Kemal Zeybek, Durmuş Hocaoğlu, Mustafa Erdoğan, Fehmi Koru, Cüneyt Ülsever, Süleyman Ateş ve Rahmetli Yavuz Gökmen unutulmaz simalardan sadece birkaçı idi.

Katılımcılar arasında, gerek 1971 darbe döneminde gerekse 12 Eylül 1980 ihtilali öncesinde, çatışan gruplar arasında aktif bir şekilde yer almış, birbirlerinin gölgelerine kurşun sıkacak kimseler de vardı.

Gergin geçen tartışmalar ortamı bir hayli sertleştirmişti. Kolay değildi elbette. Bu kadar uç ve farklı kesimlere mensup ama aynı zamanda Türkiye'nin birikimi sayılabilecek beyinleri ilk defa bir araya geliyordu. Tarafların birbirlerine mesaj iletmesinin aracı elbette kurşun değildi ama kelimeler kurşun sertliğinde ve acımasızlığında idi.

Fehmi Koru'nun, "durumdan vazife çıkararak" hazırladığı tartışma metni taslağı imdada yetişti ve müzakereler rayına girdi. Sonuçta, rahmetli Yavuz Gökmen'in ifadesiyle, İslam ve laiklik ekseninde "devrim niteliğinde kararlar" alındı.

Bugün gibi hatırlıyorum. Toplantıların sonuna doğru, kamuoyunda inançsız olarak bilinen bazı bilim adamları yanıma gelerek, "Cemal Bey'ciğim; Ben bu İslamcıları kendi dünyalarında yaşayan dar kafalı insanlar bilirdim. Meğer onların da toplumla buluşan faydalı düşünce ve yaklaşımları varmış. Bir daha benzer bir toplantı düzenlerseniz, lütfen beni unutmayın" demişti. Daha sonra da sözünü ettiği "İslamcı"lardan ki ilahiyatçı hocalarımız yanıma gelmiş, "Cemal'ciğim; bu zındık adamların da gerçekten benim istifade ettiğim düşünceleri var imiş. Bir daha benzer bir toplantı düzenlerseniz lütfen beni de nazara alın" demişti.

Geçen zaman içinde, "Din-Devlet İlişkileri", "Demokratik Hukuk Devleti", "Çoğulculuk ve Toplumsal Uzlaşma", "Küreselleşme", "Küresel Politikalar ve Ortadoğu'nun Geleceği", "Eğitimde Yeni Arayışlar" gibi birçok hayati konu Abant'ta tartışıldı ve kamuoyuna çözüm yolları teklif edildi. Zaman zaman, "İşte Türkiye'nin vicdanı burası" dedirtecek akl-ı selim ve kalb-i selim mahsulü düşünceler ve teklifler sunuldu kamuoyuna.

Ve aradan 12 yıl geçti. Maalesef Abant Platformu benzeri, Türkiye'nin farklı renklerini bir araya getiren zeminlere yenileri eklenemedi. Keşke yirmi farklı Abant benzeri sivil oluşum çıkabilseydi.

Bir tarafta, önce yapay tehditler üretip sonra da, "Onlarla sadece ve sadece biz mücadele edebiliriz" diyerek sahte vatanseverliklere soyunup, işi çeteciliğe kadar götüren Ergenekon zihniyeti; diğer tarafta ise, "Biz hangi siyasi düşünce ve inanç dünyasına mensup olursak olalım; farklılıklarımızı koruyarak, birbirimize saygı ve hoşgörü zemininde bir araya gelerek, bilgi ve birikimimizle Türkiye'nin meselelerini sağduyu ile tartışabilmeliyiz" diyen Abant ruhu.

Biri çatışmayı, diğeri ise uzlaşmayı temsil ediyor.

Kim ne derse desin, Ergenekon'dan çıkış yolu Abant'tan geçiyor. Abant Platformu, hem kompozisyonu hem de tartıştığı konularla Türkiye'nin geleceği için umut taşıyor.