"Önden Giden Atlılar" ve Yazılası Destanlar

Yaz sıcaklarının ve siyasi tartışmaların bunalttığı ruhlarımıza, bir bahar meltemi gibi serinlik getirdi, "Önden Giden Atlılar" kitabı.

Geçmişte imrendiğim nice başarılar oldu. Değerli, kadim dost Harun Tokak'ın kitabı da bunlardan birisi. Benzer muhtevada bir iki yazı da yazmıştım eskiden. Ama böylesine derin ve içten olduğunu asla iddia edemem. Demek ki bu bir nasip meselesi, demek ki bu bir gönül meselesi imiş.

Çevremdeki birçok dost bu kitabı okurken göz yaşlarına hâkim olamadıklarını söylüyorlar. Pek doğrudur. Yakinen biliyorum ki, bu yazılar nice uykusuz gecelerin ve nice gözyaşlarının mahsulüdür. "Yanmayan yakamaz" diye bir söz vardır. Harun Tokak'ın gönlünün derinliklerinden gelen sözler de muhatabın gönlünde ma'kes buluyor. Çünkü tebessüm nasıl sadece iki dudağın fiili olmayıp, bir anlamda kalbin fiili ise, gözyaşları da kalplerin derinliklerinin fiilidir. Harun Tokak'ın nasıl bir kelam erbabı olduğunu yakın dostları bilirler. Ama görülen o ki, kendisi artık "kalem erbabı" olma istikametinde ilerliyor.

"Önden Giden Atlılar", "Bir zamanlar bizim de bir medeniyet ufkumuz vardı; bir daha neden olmasın!" diyenlere; "Yaşlı ve umutsuz yer küresine bizim de söyleyecek bir çift sözümüz olmalı" sancısı çekenlere, "Yeryüzü mirasçıları ne güne duruyor?" diye soranlara, dipdiri, capcanlı bir proje sunuyor. Bu projeyi gerçekleştirenler, namsız nişansız yiğitlerdir. Sessiz kahramanlardır onlar. Bilindiği gibi, bir davanın ilgilisi vardır. Bir davanın bilgilisi vardır. Ve bir davanın sevdalısı vardır. Onlar, kendi meselelerinin sevdalıları olan eğitim gönüllüleridirler. Hatta bir davanın delisi de vardır. Tıpkı merhum Hacı Kemal Erimez ve nice benzerleri gibi.

Harun Tokak bize bu sevdalar dünyasından bir buket sunuyor. Kalemine ve gönlüne sağlık. Kahramanlarımıza ama hiç şüphesiz ki öncelikle bu sevdayı yüreklerde ateşleyen müstesna şahsiyet Fethullah Gülen Hocaefendi'ye binlerce minnet ve şükran. Evet, "Önden Giden Atlılar" bu bahçeden derlenen sadece bir demet. Daha nice yazılası destanlar var bu dünyada. Yavuz Bülent Bakiler, Beşir Ayvazoğlu, Ömer Lütfi Mete, Mustafa Kutlu, Mustafa Armağan ve daha nice dostlar! Sizin kalemleriniz ve gönülleriniz ne zaman girecek bu dünyaya? Esasen ihlâs ve sadakat kahramanlarının destanlara ihtiyacı yok. Onlar istemezler nam ü nişan. İsterlerse zaten kahraman olamazlar. Ama bizim destanlara ihtiyacımız var.

Sözün burasında Merhum Prof. Dr. Ayhan Songar'ın, Av. Bekir Berk'in cenaze namazında sarf ettiği anlamlı bir söz hatıra geldi. Merhumun binlerce dostu, buruk kalpler ve buğulu gözlerle "Son görev" için bekleşmekte iken, bir taburenin üzerine çıkarak şöyle demişti cemaate hitaben: "Adet olduğu üzere biraz sonra Hocamız sizden Merhum Bekir Berk ile ilgili olarak helallik isteyecek. Ama ben kendi adıma ve kabul ederseniz sizler adına kendisinden helallik isteyeceğim. Çünkü o, yıllar yılı, yazkış, gece-gündüz demeden, bin bir sıkıntı ve zahmet içerisinde Türkiye'de mazlumların ve mağdurların savunması için gayret gösterdi. Ama biz onun kadr ü kıymetini bilemedik. Ey Bekir Berk! Ne olur sen bize hakkını helal et!". Ayhan Songar merhumun çok yerinde ifadesini, çilekeş ve fedakâr eğitim gönüllerinin konumuna aktaracak olursak söylenecek söz şudur: Onlar destansı hayatlarının yazılmasına asla muhtaç değildir. Muhtaç olan biziz ve gelecek kuşaklardır.

Ve kitaptan tadımlık birkaç söz: "Çay kokusu sarmıştır odayı. Hacı Alwi'nin yanaklarından çizgi çizgi süzülen yaşlar çayın buharına karışır. Sohbet koyulaşır ve sözlerini şöyle sürdürür: 'Yıl 1994... Osmanlı'nın ilk yardımlarından, tam 425 yıl sonra sizler geldiniz, ellerinizde valiz ve çantalarla. Allah aşkına, kim gönderdi sizi? Nasıl akıl ettiniz buralara gelmeyi? Biz Osmanlı'yı öldü zannediyorduk. Meğer her toprağın altına giren çürümezmiş evlatlarım.' Gece ilerlemişti, sabah yakındı. Kalktılar. Ertesi gün yapılacak çok iş vardı." (A.g.e., s. 100)