"Sükutun Çığlıkları"nı Duyabildiniz mi?

Öyle yazılar var ki üzerinde yorum yapmaya kıyamıyor insan. Açılımı kaleme tam alınamaz o yazıların çünkü. Zâti değeri o kadar büyüktür ki, onu tahlil etmeye yeltenen, nakiseyi üzerine almış olur. Yapılacak en doğru şey, o yazının tekrar tekrar okunması, satır satır anlamaya çalışılmasıdır.

Sızıntı Dergisi'nin son sayısındaki başyazıyı okurken zirve yazılarla ilgili düşüncem bir kere daha pekişti. Sükutun Çığlıkları başlığını taşıyordu yazı. Evet, sükutun çığlıkları! Her satırında bu iki zıt kavramın yeni bir davranış biçimine dönüştüğünü, yeni bir insan tipi doğurduğunu ve doğum sancılarının insan yüreğini dağladığını hissediyorsunuz.

Sükutun Çığlıkları'nı ruhani bir sükut içinde yaşamak, yazıdaki her kelimeye hayat veren gözyaşlarına ortak olmak; ve daha önemlisi, bu yazıya "zamanın çıldırtıcılığına karşı sabırla" direnmek gerekiyordu belki de. Öyle ya; zirve yazılara ancak hayret içinde bakılır, "keşke..." der geçilir. Çünkü güç yetmez o şahikalara ulaşmaya, yürek dayanmaz zirvelerin basıncına. Miami sahillerinden Everest Türküsü tutturmak kolay mı? Diyelim ki artistik cümlelerle resmettiniz bulutlar diyarının rengarenk destanını; hangi duru vicdan, tam bir paylaşımın olmadığı kıyl ü kali ciddiye alır?

Üstatlarından şiir tahlilleri, hikaye tahlilleri okuma bahtiyarlığına erdim, metin tahlillerinin teknik detayını öğrenmeye gayret ettim; ancak zaman içinde anladım ki, hiçbir tahlil, gerçeğin gölgesine bile yakınlaşamıyor. Buna rağmen bir başyazı üzerine bu naçizane cümleleri kaleme alıyorum. Belki güncel tartışma konularından kafamızı bir lahza olsun kaldırır, vicdanın en derin noktalarından kopup gelen bu çığlığa kulak veririz diye. Sessizliğin sesini duymayanlara küçük bir hatırlatmada bulunmak istiyorum. Belki birilerinin merakına vesile olur diye kaleme alıyorum bu yazıyı.

İnanıyorum ki sükutun yankıları, Kehf mağarasının duvarlarında çınlamalı ilkin. Fütüvvet destanı olup geri dönmeli tarih yapraklarına. Bir uyanışın, kanat çırpışın yeniden vesilesi olmalı Sükutun Çığlıkları. Kehf'in gizemli mekanından Platon'un hikmete susamış mağaralarına kadar yankılanmalı bu ses. Sonra yorgun yüreklere su serpmeli, bitap dimağlara can vermeli..…

Çığlık ne zaman sükuta dönüşür biliyor musunuz? Görgüsüzlüğün, bilgisizliğin çepeçevre etrafınızı sardığını hissedersiniz. Artık feryadınızı duyan yoktur. Sükutun çığlığı, çığlığın sükutuyla başlar! Bu, hoyrat ve kaba düşünceye karşı bir başkaldırıdır aslında. Bir yönüyle, dış aleme bütün kapıları kapatma ve her şeye nigahban olan sırdaşa yönelme anıdır bu. Ham ruhlar, bu yönelişi anlayamaz. Bilmezler ki her şeyin ötesinde öteleri elinde tutan biri var…

Sükutun çığlığı, gözsüz, kulaksız, kalpsiz yaşayanlara karşı bir direniş biçimidir. İnsan sevgisine dayanır, sulh çizgisine inanır. O yüzden ma'şeri vicdanda derin izler bırakır bu tavır. Her bir gönülde dalga dalga yankılanan bu çığlık, bir yakarıştır aslında; Kudreti Sonsuza, Merhameti Eşsize, Himayesi Sınırsız'a karşı yapılan dupduru bir yakarış... Sebepler bir külliye sükut etmiştir sükutun çığlığa dönüştüğü demlerde. Haksızlık o kadar âşikardır ki, sarf edilecek bir kelime bile zalime cerbeze fırsatı verecektir. Halbuki gönül erlerine zaman, cerbezenin çok ötesinde bir ufku işaretlemiştir...

İtiraf etmem gerekiyor ki Sızıntı'yı ürpererek okudum. Ürperdim hayatı bomboş gayeler uğruna tüketip gidenler için. Ürperdim ışığa bu kadar yakın olduğu halde karanlık türküler söyleyenler için. Ürperdim nimetler içinde kadirşinaslık bilmeyenler için. Ürperdim büyük davalar yerine küçük hesaplar peşinde koşanlar için. Ürperdim en halis vatan evladına şaki muamelesi yapanlar için...

Ve istedim ki bu ürpertiyi sizlerle paylaşayım; heyhat!

En iyisi ey sevgili okuyucu, benim yarım yamalak cümlelerime güvenme ve yazının aslına ulaş; göreceksin orada ülke sevdalısı insanların yüreği güm güm atıyor. Seni ülke sevgisine, insan sevgisine, Allah sevgisine davet edecek bu yazı. Vicdan muhasebesine zorlayacak. Bu kutsi davete ne kadar susadığını göreceksin. Ve bir kere daha anlayacaksın ki "her şeye rağmen" deyip yürümek kadar güzel bir yol yok şu fani dünyada...