Necdet Üruğ, Gülen'in O Konuşması İçin Ne Dedi?

1990'ların üniversite nesli olarak bizler, Fethullah Gülen'i Ankara, İstanbul ve İzmir'de verdiği vaazlarla tanıdık.

1980'lerde emekli olduktan sonra uzun bir süre ara verdiği bu vaazlarına, Diyanet İşleri'nin özel izniyle 1989'dan itibaren yeniden başlamıştı.

Türkiye'nin en büyük camilerinin her seferinde dolup taştığı bu vaazlara, milliyetçi-muhafazakâr üniversite gençliği olağanüstü ilgi gösteriyordu. Koskoca Kocatepe Camii bile, alt katları dahi dolmuş, insanlar dışarı taşmıştı.

Gülen'in bu konuşmalarını dinleyebilmek o kadar kolay bir iş değildi. Sabahın çok erken bir saatinde camiye gidip öğle vaktine kadar beklemek gerekiyordu. Aksi halde camiye girebilmek mümkün değildi.

Üniversite gençliği onda neyi buldu?

Acaba, Türkiye'nin en iyi üniversitelerinde okuyan bizler, Fethullah Gülen'i dinlemeye neden bu kadar istekliydik? Konuşmaya başladığında ne anlatıyordu ki, bunun için saatlerce beklemeye değiyordu? Daha sonraki yıllarda bütün Türkiye'nin de keşfedeceği üslubu, alışılmışın dışındaydı. Hemen her cümlesinde kendisine hitap ediyor, kendisine bakıyor ve herkesi de "kendisine bakmaya" çağırıyordu. Herkesin öncelikle kendisiyle hesaplaşmasını, kendisini düzeltmesini istiyor ve kaliteli birer "mümin" olmanın reçetesini sunuyordu. Yine hemen her konuşmasının sonunda şunları söylüyordu: "Buraya geldiğiniz gibi evinize dönün. Sokakta nümayiş (gösteri) yapmak sizin yapacağınız iş değil..."

Bu uyarısının çok önemli bir sebebi vardı. 1990'lara yeniden şöyle bir dönün. Türkiye çok önemli bir dönemeçten geçiyordu. Türban krizi sebebiyle üniversiteler kaynıyordu. Örneğin Kocatepe Camii'nde toplanmış yüz bin insanın küçük bir bölümünün bile provoke olması ortalığı yeterince bulandırırdı.

Sonuçta, bu cami konuşmalarının hiçbirinde en ufak bir olay çıkmadı. Galiba İzmir'deki bir vaazı sırasında cami küçük gelmiş ve insanların büyük çoğunluğu dışarı taşmıştı. Cumhuriyet gazetesi muhabiri, Gülen'in yaptığı dualara yüksek sesle "amin" diyen bu insanların "slogan" attıklarını zannetmiş ve gazete ertesi gün "Gösteri" manşetiyle çıkmıştı. Olmamış bir gösterinin telaffuzu bile Gülen'i aşırı rahatsız etmiş olmalı ki, kısa süre içinde bu vaazlarına son verdi. Ama, Türk gençliğinin Fethullah Gülen ile tanışması bu vaazlarla oldu.

Cumhuriyetin değerlerine sahip çıktı

Birkaç yıl sonra, TRT'ye verdiği mülakatla başlayan televizyon konuşmalarının tamamını da dikkatle izledim. Gülen, din-devlet ilişkileri açısından yıllardır hepimizin cevabını aradığı, birçoğumuzun kafasını kurcalayan sorulara açık cevaplar verdi. Demokrasiden dönüş olamayacağını, Müslümanlığın ruhuna en uygun yönetim tarzının cumhuriyet olduğunu söyledi.

Bu sözlerin Fethullah Gülen gibi bir dini lider tarafından telaffuz edilmesi, "Türkiye Cezayir olur mu?" sorusunu soran Batı dünyasında da ilgiyle karşılandı. Gülen'in Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkması, zihin planında da olsa şu veya bu sebeple bu değerlerle çatışan geniş yığınları Cumhuriyet'le barıştırdı.

Eğer, cumhuriyetin üçüncü nesli olarak bizler, bugün demokratik değerleriyle Batı dünyasındaki yerini almış birinci sınıf bir Türkiye idealine yürekten bağlı isek, bunda en büyük pay Fethullah Gülen'e aittir. O yüzden ne kadar Turgut Özal nesli isek, o kadar da Fethullah Gülen nesliyiz.

Necdet Üruğ Paşa'nın sözleri

1997'nin ilk aylarını hatırlayın. Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat kararlarını almış. Türkiye'deki hakim hava, ya hükümetin gitmesi veya bir askeri müdahale olacağını gösteriyordu.

Fethullah Gülen, Yalçın Doğan'ın Kanal D'deki "Güncel" programına konuk oldu. O programda, hükümetin istifa etmesi gereğine işaret etmesinin yanında, askerlere bakışını gösteren çok önemli bazı sözler de kullandı. Genelkurmay'a bakış açısını, orduya karşı duyduğu ilgi ve sevgiyi belli ki bazı komutanlar ilk defa duyuyordu.

Daha önce İstanbul Göztepe'deki evinde ziyaret ettiğim Genelkurmay eski Başkanı Necdet Üruğ'u bu programdan sonra aradım. "Konuşmayı nasıl buldunuz?" soruma aynen şu cevabı verdi:

"Sayın Fethullah Gülen Cumhuriyet'in özlediği din adamı portresini çizmiştir. Sayın Gülen düzeyindeki bir din adamının takiyye yapacağını zannetmiyorum..."

Takiyye sınavını çoktan geçti

Gülen, geçtiğimiz on yılda Cumhuriyet için ürettiği veya desteklediği stratejilerle (türban olayı, Vatikan ile diyalog, ruhban okuluna karşılık Selanik'te Atatürk Koleji açılması, 28 Şubat sürecinde hükümetin istifası), zaten herkesten önce "takiyye" sınavını geçti. Acaba, bu portresine rağmen bir cumhuriyet savcısı neden Fethullah Gülen'i bu kadar hırpalamak istesin?

Görülüyor ki, Gülen'in maruz kaldığı muamele, "Cumhuriyet'in korunması" gerekçesiyle hiç mi hiç uyuşmuyor.