Nijerya'nın kahramanlarına bir vefa yazısı

Bir konferans vesilesiyle Nijerya'nın başkenti Abuja'dayız. Konferansın ana teması: "Birlikte Yaşama Kültürü ve Karşılıklı Anlayışın İnşası". 11 farklı ülkeden 23 akademisyenle zengin bir portföy var programda.

Maksat, ülkeye yabancı bir zihniyetin ithali ya da propagandası değil. Maksat, Nijerya'da 13 yıldır zaten var olan ve dünya üzerinde yaklaşık 130 ülkede de başarılı örnekleri bulunan bir eğitim ve diyalog modelinin ve bu hizmetlere ilham kaynağı olan Fethullah Gülen Hocaefendi'nin fikirleri ve aksiyonunun akademik seviyede nazarlara arz edilmesi.

Konferansın Federal Eğitim Bakanlığı'nın himayesinde gerçekleşiyor olması, 13 yıldır hizmet veren Nijerya-Türk kolejlerinin (17 okul ve bir üniversite) bu ülkedeki itibarının bir nişanesi. Eğitim Bakanı Profesör Ruqayyatu Ahmed Rufai konferansın resmî açılışını yaptı ve konuşma yaparak katkıda bulundu. Türkiye büyükelçimiz Rıfat Köksal Beyefendi de açılış merasimini teşrif ederek Türk kolejlerinin sadece Nijerya'da değil, bütün dünyada diyaloğa ve birlikte yaşama kültürüne yaptığı katkıdan övgüyle bahsetti. Bin 200'den fazla kişinin kayıt olarak katıldığı konferansta iki bakan, yedi senatör, on iki rektör, yargı mensupları, sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve akademisyenler katıldı. Ekvator Ginesi, Gabon gibi çevre ülkelerden gelen meraklı dinleyiciler de vardı. Program sonrası hemen hepimiz dinleyicilerin neredeyse bütün programı (iki gün ve bazı çay araları iptal edilerek) pür dikkat takip ettiğini, soru-cevaplarla katkıda bulunduğunu hayretle gözlemledik.

Nijerya'nın en meşhur Hıristiyan önderlerinden Piskopos Kukkah, İrlanda'dan Dr. Johnston McMaster, Profesör Gwamna Dogara ve rahatsızlığından dolayı video ile katılan Thomas Michel gibi akademisyen ve din adamları, dinlerin, bilhassa İbrahimî dinlerin çatışma sebebi değil, barış vesilesi olduğunu ifade ettiler. Dr. Hamidu Bobboyi, Osmanlı'nın Nijerya'yla kurduğu bağlardan söz ederek bugün yeşermeye başlayan diyalog kültürünün tarihî arka planını anlattı.

Zaman Gazetesi'nin değerli yazarı Kerim Balcı, Zaman'ın nasıl bir okul olduğunu, "hizmet" kültüründen beslenen yayıncılık prensipleriyle medyaya ve toplumumuza nasıl müspet katkıda bulunduğunu misallerle izah etti. Daha önce Kentucky Üniversitesi'nde bulunmuş olan Dr. Sakah Saidu, Houston Üniversitesi'nden Sait Yavuz, The Fountain Dergisi'nden A. Yusuf Alan ve Malezya Selangor Üniversitesi'nden Profesör Azmuddin İbrahim, Hocaefendi'nin diyalog fikirlerinin ABD'de, Hollanda'da, Malezya ve Filipinler'de verdiği meyveleri kendi gözlem ve tecrübeleri eşliğinde anlattılar. Fatih Üniversitesi'nden Doç. Dr. İhsan Yılmaz "sivil din" anlayışının dindar olana da seküler olana da yeterli hareket alanı sağladığını, Hocaefendi'nin de tavsiyelerinin bu yönde olduğunun altını çizdi. Rusya'dan Dr. Leonid Syukiyaynen, Batı siyasi düşüncesini İslam fıkıh anlayışıyla mukayese ederken Hocaefendi'nin demokrasiye bakışını ve İslam'daki şura anlayışı gibi kavramlara yaptığı vurguyu ele aldı. Hindistan'dan Profesör Anwar Alam ise Hocaefendi'nin diyalog mesajının günümüz şartları adına çok mühim olduğunu, özellikle Hindistan ve Nijerya gibi kültürde, inançta ve dilde çeşitliliğin azami seviyede olduğu yerlerde bilhassa nazar-ı itibara alınması gerektiğini anlattı.

Konferansın eğitim başlıklı panelinde, Profesör Michael Anthony Samuel, Güney Afrika'daki Türk okullarının inanç eksenli olmakla birlikte hiçbir şekilde dinî propaganda maksatlı eğitim yapmadıklarını, öğrenci-ebeveyn-öğretmen üçgenini başarılı bir şekilde işlettiklerini veciz bir sunumla anlattı. Samuel, "Arap Baharı"ndaki yayılmacı ama derinliği olmayan, heyecanlı ama temkinsiz gelişmelere karşın Hocaefendi'nin anlayışının daha hikmetli, temkinli ve derin olduğu tespitinde bulundu.

Daha birçok kıymetli bilim adamı "birlikte yaşama kültürü" adına bizleri aydınlattı. Ancak benim anlatacaklarım bunlar değil. Aynı tarihlerde UNESCO'nun düzenlediği bir akademik konferans Nijerya'dan Güney Afrika'ya alındı. Sebebi, Nijerya'da kanlı eylemler düzenleyen terör örgütünün Kurban Bayramı'nda başkent Abuja'da birtakım saldırılar düzenleyeceğini duyurması, akabinde bir Batılı ülke elçiliğinin resmî web sitesinde "seyahat alarmı" vermesiydi. Bu ilandan sonra bizim konferansa katılacak konuşmacılarımızdan bazıları seyahatlerini iptal etti. Doğrusu, konferans organizasyon heyetini epey sıkıntıya sokan bu duruma rağmen Nijerya'nın başkenti Abuja'da 6 ay kadar önce faaliyete başlayan ve konferansı The Fountain Dergisi'yle birlikte tertip eden Ufuk Diyalog Vakfı yetkilileri konferansın iptal edilmeyeceğini ve kararlı olduklarını açıkladılar. Kurban Bayramı'nın arifesinde ve birinci gününde ülkenin kuzey eyaletlerinde saldırılar düzenleyen örgüt, resmî rakamlara göre 60 civarında, gayri resmî kaynaklara göre ise 150 kadar insanı katletti. Çok şükür ki Abuja'da herhangi bir saldırı olmadı.

Ufuk Vakfı kararlıydı. Çünkü Nijerya'da şiddetle ilk kez karşılaşmıyorlardı. Kararlıydılar; çünkü zaten bu şiddet bitsin diye bu konferansı tertip ediyorlardı. Onlar zaten Türkiye'den ayrıldıkları gün bu azim ve sevdayla yola çıkmışlardı. Onlar sadece Nijerya'da değil, çatışmanın olduğu hemen her yerde huzur adacıkları kurmak için yola çıkmışlardı. Kamboçya'da, Balkanlar'da, Afganistan'da, Kuzey Irak'ta, Mısır'da ve daha birçok yerde okullar açmış, savaş zamanları o ülkeleri terk etmemiş, o ülke halklarının sıkıntılarına ortak olmuşlar, yardım dağıtmış, evlerini paylaşmışlardı. Nijerya'daki arkadaşlarımız da böyleydi işte.

Menfi itibarın abartılması

Konferansın ön hazırlıkları için eylül ayında oradaydım. Dönüş yolunda gece vakti karayolunda polis çevirdi. Arabayı kullanan arkadaşımız camını indirdi ve "Biz Nijerya-Türk kolejlerindeniz." deyince, elinde makineli tüfeği bulunan Nijeryalı güvenlik görevlisi "Siz bizdenmişsiniz, devam edin." dedi. Afrikalı siyahî polis, içinde sadece beyaz ırktan Türklerin olduğu arabayı kontrol etme ihtiyacı duymuyor ve "Siz bizdenmişsiniz." diyor. İşte bundan daha büyük bir itibar, kredi olabilir mi? Nitekim, çok başarılı geçen konferansın perde arkasında da bu kararlılık vardı. Öğretmeni, idarecisi, öğrencisi ve ev hanımlarıyla Türk kolejlerinde görev yapan arkadaşlarımız konferans adına seferber oldular: Kimisi kayıt masasında, kimisi salon tefrişatında, kimisi sahne yönetiminde, kimisi yemek servisinde, kimisi direksiyon başında, ama hepsi de ellerinde dua mecmuası, ağzında tefriciye ve Fetih'leriyle bu işin bir ucundan tuttu ve bir destan yazdılar. Nijerya dönüşü uçakta yanıma 21 yıldır Lagos'ta yaşayan bir Amerikalı oturdu. Bir Amerikan petrol şirketinde çalışan bu zat, İstanbul üzerinden, petrolü bol bir başka ülkeye, Irak'ın Erbil şehrine gidiyormuş. Nijerya'daki değişik sıkıntılardan söz edince şöyle dedi: "Paranın bütün kötülüklerin kaynağı olduğu söylenir ya, bence bütün kötülüklerin kaynağı petroldür." Bunları söylerken, 1970'lerdeki petrol devriminden sonra Nijerya'da zuhur eden problemlere işaret ediyor yolcu. Bir taraftan da Nijerya'nın dünya genelindeki menfi itibarının aslında abartıldığını da ekliyor.

Yolcu doğru söylüyor. Nijerya insanı renkli, sıcak, kolay iletişim kurulabilen sempatik insanlar. Ancak, konferansta herkesin parmak bastığı bir mesele olarak cehaletin, fakr-u zaruretin ve tefrikanın kol gezdiği bu topraklarda, etrafı tel örgülerle ve silahlı bekçilerle çevrili evler ülkenin güvenlik durumu adına yeterli mesaj veriyor. Türkiye'mizde yakın bir tarihe kadar yaşadığımız yozlaşmışlığı orada her seviyede tecrübe etmek mümkün. Jeneratör ve dizel benzin mafyasından dolayı ülkede sıradan bir hadise olan elektrik kesintileri, benzinin çoğu zaman karaborsadan temin edilebilmesi (petrol ihraç eden bir ülke olmasına rağmen) ve başka kıtalarda artık gözükmeyen salgın hastalıkların hâlâ büyük rakamlarda can alıyor olması insanın içini acıtıyor. Bu tablo oradaki arkadaşlarımızın kahramanlıklarını ise birkaç kat daha kıymetli kılıyor.

Kamboçya'nın "gül ekenleri"nin, Vietnam'ın "kutluları"nın ektikleri nasıl artık meyveye durmuşsa, Nijerya'nın Yavuz'larının, Mahmut'larının, Nijerya'yı ümran edeceklerin, davudi seslilerinin, İsa nefeslilerin, Mehmet'lerinin, Barbaros'larının ve tabii ki başlarındaki "çoban"larının ektiklerinin meyveleri de artık Afrika'ya rahmet vesilesi olacak. Başlığı izah edeyim. Ufuk Vakfı'nın çaycısının ismi Shafiu. Nijeryalı bir delikanlı. "Shafiu çay getir!" vakıfta yaptığımız görüşmelerin değişmez aperatifi idi. Görüşmelerin yorucu olduğu anlarda bu çağrıyı duyan Shafiu, çay ikramıyla bizleri yeniden canlandırırdı. Çay, Türkiye'de olduğu kadar Nijerya'da da muhabbetin güzel bir vesilesi. Ufuk Vakfı gönüllüleriyle aramızdaki muhabbetin...

Hakan Yeşilova, The Fountain Dergisi Genel Yayın Yönetmeni