İftira Şebekesinin Ardındaki Mantık

Bugün, sosyal bilimcilerin tabiriyle "Gülen hareketi", sosyolojik bir vakıadır. Ancak gerek bizzat Hocaefendi'nin şahsı, gerekse umumi olarak hareket hakkında, insanı dehşete düşürecek, akıl almaz, ipe-sapa gelmez isnadları sistemli, organizeli bir şekilde yaymaya ve bunları her daim gündemde tutmaya çalışan bir kesimin varlığı da inkar edilemez bir vakıa olarak karşımızda durmaktadır.

Peki, müfteri güruhu, değişik illüzyon, yalan ve çarpıtmalarla bir müddet gerçekler ters-yüz edilse de, hakikatin eninde-sonunda ayan-beyan ortaya çıkacağını, attıkları iftiraların kirli paçavralar halinde yüzlerine fırlatılacağını, hayatını; milleti gelecek nesiller ve insanlık için vakfetmiş hasbi ruhları bir cani, bir katil gibi göstermenin mümkün olmayacağını, hasılı güneşin balçıkla sıvanmayacağını/sıvanamayacağını bilmiyorlar mı? Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, sürü psikolojisiyle hareket edenler bilmese de, iftira faaliyetlerini bizzat organize edenler elbetteki böyle bir neticenin kaçınılmaz olduğunu biliyorlar.

Ancak Türçe'deki o enfes ifadesiyle iftiranın değişmeyen mantığı; 'çamur at izi kalsın' yaklaşımıdır. Çünkü iftiradan medet umanların asıl maksadı şudur:

Şu an, bizzat işin içinde olmayan; ilk elden, Hocaefendi ve hareketi tanıma imkan ve fırsatını elde edememiş bir hayli insan var. Hareketi bizzat kendisinden tanıyıp öğrenemeyen bu insanlar netice itibariyle, asılsız da olsa, şöyle veya böyle sürekli tekrar edilip duran bu iddialardan bir şekilde etkileneceklerdir. Geçici de olsa, zihinlerinde bir şüphe uyanacak, "acaba" deyip gel-gitler yaşayacak, "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" gibi akıl yürütmelerle hareketten kuşku duyup ondan uzak durmaya çalışacaktır. O zaman, elimizi çabuk tutmalı, vakit fevtetmeden ne kadar bulandırabiliyorsak o kadar zihinleri bulandırmalı, çelişkili olsa, birbirini nakzetse de her türlü iftirayı hareket üzerine boca etmeli ve böylece hareket karşısında düşman bir cephe, hiç olmazsa antipatik bir kitle teşkil etmeliyiz.

Tabii, Hocaefendi ve sevenlerinin, iftiraya iftirayla karşılık vermediği/vermeyeceği; iftiraya iftirayla karşılık vermek bir yana, Türk toplumu içinde cidal, sürtüşme, kavga olmaması, yeni yeni iftirak, nifak, fitne tohumlarının neşv u nema bulmaması, yeni cepheleşmelerin teşekkül etmemesi için kendilerine rağmen yaşadıkları; kendilerine sabah-akşam saldıran müfterilerin zaaflarını, hatalarını, boşluklarını bile dile getirmekten uzak durdukları; hatta bundan öte, asılsız isnadlara karşı yumuşak bir üslupla tavzih ve aydınlatma sadedinde kamuoyunu bilgilendirmekten başka herhangi bir mukabelede bulunmadıkları/bulunmayacakları bilindiğinden, şu an için, kara propaganda çığırtkanları pervasız bir şekilde zift sürme, karalama çalışmalarına devam etmektedir.

Elbette ki, Hocaefendi ve eğitim gönüllülerinden, inanmış bir insanın tabii halini yansıtan böyle bir üsluptan vazgeçmeleri, böyle dervişane ve nezih bir üsluptan taviz vermeleri beklenmemelidir. Çünkü, esasında, uzun vadede Türk insanının birlik ve beraberlik ruhu içinde geleceğe yürüyebilmesi adına böyle bir hareket tarzına hava kadar, su kadar eşedd-i ihtiyaçla ihtiyaç bulunmaktadır. Evet, hiç şüphe edilmemelidir ki, bu alicenap ve asil hareket tarzı karşısında uzun vadede, buz gibi olan kin, nefret, iğbirar hisleri zamanla erimeye yüz tutacak, düşmanlıkla oturup kalkanların sayısı gittikçe azalacak, ön yargı ve peşin hükümler birer-ikişer yerini pişmanlık duygularına terk edecek ve inşallah Türk toplumu birlik, beraberlik, kardeşlik atmosferi içinde geleceğin büyük Türkiye'sine doğru adım adım ilerleyecektir.

Ancak şu da var ki, yüce ve yüksek bir ahlak anlayışından sadır olan böyle bir tavrı, kararlı iftira faaliyetlerine karşı kısa vadede hiçbir şey yapılamayacağı şeklinde anlamak da, kanaatimce meseleyi eksik ve hatta yanlış anlama olur.

Evet, hiçbir ölçü ve sınır tanımayan iftira tutkunlarını, kendi iç dünyalarıyla yakından tanıyıp ona göre hareket tarzı belirlemek, yeri geldiğinde zalime, müfteriye içine düştüğü bataklığı hatırlatmak, iftira planlarını daha proje aşamasında iken deşifre etmek, sahneye konan oyun ve komplolar hakkında geniş halk kitlelerini bilgilendirmek ilk elde yapılabilecek bazı olumlu teşebbüslerdir. Aksi takdirde, sadece; "ürüyen ürür, kervan yürür", "müfterinin ağzı torba değil ki, büzülebilsin", "her müfteriye cevap vermeye kalkışılırsa, inşa ve imar adına kullanılacak enerji boşa harcanmış olur" şeklinde meseleye yaklaşılacak olursa, ihtimal böyle bir tavır, müfteri güruhunun daha bir küstahlaşıp azgınlaşmasına, esirdikçe esirmesine, deli saçması, akla ziyan iftiralarının da, bulaşıcı bir virüs gibi saf yığınların zihinlerinde az-çok bir tahribat oluşturmasına imkan verebilir.

Bu noktada şu an için, eğitim faaliyetlerini engelleme ve kundaklama adına birinci dereceden devreye sokulan hareket planı ve stratejisi hakkında bir-iki hususa dikkatleri çekmek istiyorum.

Bilindiği gibi Hocaefendi dindar bir aile ortamı içinde neşet etmiş, bir ömür boyu dini ilimlerle meşgul olmuş, diyanetin bir memuru olarak vazife yapmış, dini aşk u şevk ve heyecanıyla bilinen, hasılı kamuoyu tarafından dindar kimliği ile tanınan bir şahsiyettir. İşte şer odakları, şimdiye kadar Hocaefendi'nin dindarlığını, mevhum bir mefhum olan irtica ve benzeri teranelerle dillerine dolayarak eğitim faaliyetlerini engellemeye çalıştı.

Ancak din, bu toprakların insanı için temel bir unsur olduğundan, bu iftiralar ağızlarda sakız yıllarca söylenip dursa da, geniş halk kesimleri katında Hocaefendi'yi bu açıdan yıpratmanın mümkün olmadığı anlaşıldı. Bu sefer, şer odakları, daha önce ortaya attıkları iftiralar ile açık bir tenakuze düşüyor olma pahasına, insanın tüylerini diken diken edecek, gayretullaha dokunacak, arş u ferşi ihtizaza getirecek, isnadda bulunanları dalalet ve küfre sürükleyecek ve insana, 'hezeyanın bu kadarı da olmaz ki!" dedirtecek bir iftira konsepti ile halkın karşısına çıktı ve dünün azılı din-diyanet düşmanları bir anda din kisvesi altında, hem de din-diyanet adına, dini bir söylemle Hocaefendi'ye hücum etmeye başladılar.

Tabii bu noktada sahneye konan oyunun inandırıcı olması adına, kılığı-kıyafeti, saçı-başı-sakalıyla halk tarafından dindarlığından şüphe edilmeyecek bazı kişi ve kişilerin bir şekilde oyuna dahil edilmesi ve önemli rollerde kullanılmak üzere öne çıkartılması gerekiyordu. Ve ne acıdır ki, bir sürü zaafla hayatını bohemce yaşayıp şer odaklarının eline bolca malzeme veren, malzeme verip o amansız ve imansız ağın pençesine düşen, bu da yetmiyormuş gibi, dinimizde asgari ölçüde kendisinden sakınılması gereken ahlaki zaaflardan bile uzak duramadığı halde, egosantrik kişiliğiyle kendisini velilerin şahı, asırlardan beri beklenen eşsiz ve yekta insan, kurtarıcı zat olarak gören biri bulundu ve kullanılmaya başlandı.

Şimdi bu safhada, şer şebekeleri ve onların elinde bir piyon konumunda bulunan kişilerden, bir gün vicdanları sızlar da o dehşet-engiz iftiralardan vazgeçerler ümidiyle, mesele sadece, onların insaf ve vicdanlarına (!) havale edilecek olursa, zannediyorum, hak ve hakikata karşı ciddi bir vefasızlık günahı irtikab edilmiş ve toplumun bazı kesimleri, iğfal ve idlal cereyanları karşısında savunmasız, korunmasız bir halde bırakılmış olur.

O zaman, kanaatimce, bir taraftan, eğitim gönüllüleri, gece-gündüz demeden toplumun her kesimine ulaşıp, kendilerini "kendileri olarak" anlatıp tanıtma gayreti içinde bulunurken, diğer taraftan, bu milleti seven, entelektüel sorumluluk ve vicdan sahibi her ilim ve kalem erbabı da mesuliyet şuuruyla dönen dolap ve çevrilen çarkları uygun bir üslupla ele alıp tahlil ederek şer odaklarının heveslerini kursaklarında bırakmalıdırlar.

Tabii, bu entelektül sorumluluk yerine getirilirken, kılı kırk yararcasına bir hassasiyet ve titizlikle hareket edilmesi gerektiği de zannediyorum izahtan vareste bir durumdur.

Çünkü, mesela; yukarıda bir nebze vasıflarını zikrettiğimiz zavallı kişi, mecburen deşifre edilip, halk bu mevzuda bilgilendirilirken, üslup ayarlanamaz, şu an içinde bulunuyor olduğu meslek ve meşrep rencide edilecek olursa, bu sefer, meslek ve meşrep taassubuyla yanında bulunan üç-beş insanı da yanına alarak, daha bir hınçla yavelerine sarılıp, daha çirkef bir üslupla iftiralarına sahip çıkacak ve böylece onu bir şekilde kullananlar "tamam, oyun tuttu" diye zil çalıp oynamaya başlayacak, hemen bilgisiyar başına geçip "cemaat liderleri birbirine girdi", "tarikat şeyhleri post kavgasına tutuştu", "kapışmanın arkasındaki sır" vb. başlıklar altında, baştan sona düzmece, yalan bir sürü şey yazıp çizecek, ardından kıs kıs gülüp "düşürdük yine birbirlerine, bu işten çok malzeme çıkar" diye ellerini ovuşturup sahneye koydukları piyesi seyretmeye koyulacaklardır.

Evet, kanaatimizce, bir taraftan iğfal ve idlal cereyanlarına karşı, gerçekler ortaya konularak meseleler vüzuha kavuşturulmalı, hakkın hatırı âli tutulup hakikate karşı saygısızlık yapılmamalı, diğer taraftan da, üslubun nezahet ve nezaketine son derece hassasiyet gösterilerek nifak, iftirak ve fitne tuzakları boşa çıkartılmalıdır.

Sonuç itibariyle, öyle görünüyor ki, din-diyanet kisvesi altında sürdürülmesi planlanan yeni iftira konsepti uzun soluklu ve kapsamlı bir proje olarak düşünülmektedir. Bu sebeple, aktörleriyle bu yeni konsepti daha yakından tanıyıp analiz edebilmek için konuya bir sonraki yazıda da devam etmek istiyoruz.