Devlet Yunus'tan Mevlânâ'dan Endişe Etmiş miydi?

Özellikle yurtdışındaki okulların kamuoyunun ilgisini ve takdirini kazanması, bu okulların açılmasını tavsiye eden Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi'ye olan ilgi ve merakı da artırmış bulunuyor.

Hayatı, ne yapmak istediği, bugüne kadar benzeri görülmemiş hizmetleri nasıl başardığı ve çevresi bu merak alanı içine giriyor. Konuya iyi niyetle yaklaşanlar olduğu gibi, niyeti kotu olanlar, kafası karışık olanlar da var.

Önceki aksam 32. Gün programındaki dosya ve programa katılan gazeteci iki arkadaşın tartışmaları da bu kanaatimizi doğruluyor.

Bir de bu kadar yaygın hizmetlerin içerisinde yer alan ve büyük çoğunluğu itibariyle gençlerden oluşan fedakar insanların konumu var.

Hocaefendi çok mu otoriter? Bu gençler yeni kadrolar mı oluyor? Kısacası devlet birimlerini hedefleyen bir hazırlık mı var?

Bu tur sorular Hocaefendi'nin en rahatsız olduğu sorulardır. (Hele 32. Gün programında bu ve benzeri sorulara cevap aranırken söz konusu hizmetlerle hiç alakası olmayan görüntülerin yer alması zannediyoruz büyük rahatsızlık sebebi olmuştur.)

Ferdin çiçek açmasını savunan Hocaefendi "Arkadaşlarıma hep nasihat mahiyetinde arz ediyorum." diyor. Ve şunları söylüyor:

"İstibdatla, baskıyla, mutlaka benim dinlenmem lazım, merkezi idare.. merkezi sistem.. derseniz, bununla hem bir kısım istidatları köreltmiş olursunuz, hem de aşağıdan size karşı nefretler yükselmeye başlar."

Kaldı ki Hocaefendi "cemaat" ve hele hele "murid" kelimelerinden son derece rahatsızlık duyan bir insandır. Ülkemizin bütün insanlarını, hatta bütün insanlığı kucaklayan, 52 ülkede, dünyada huzur ve barış için dalgakıranlar teessüs edilmesini tavsiye eden bir muhterem zatın, bir cemaat düşüncesine hapsedilmesi doğru olur mu?

Devletle ilgili meseleye gelince, bu konuda kendisinden endişelenecek Türkiye'deki en son fert Hocaefendi olabilir. Devlet Yunus'tan, Mevlana'dan endişe etmiş mi ki, Hocaefendi'den endişe etsin?

Hocaefendi gibi insanlar eğer kıymetini bilebilirsek Türkiye'nin bahtıdır. Onun gibilerin isimleri sadece hayırlar, iyilikler ve güzelliklerle beraber anılırlar.

Onlardan "askerler" de rahatsız olmazlar. Belki doğru dürüst tanımamanın verdiği bir kısım tereddütler olabilir. Maksatlı telkinlerden kaynaklanan "acaba"lar elbet uzun ömürlü olamayacaktır.

Zaten Hocaefendi'yi ve hizmetlerini anlayanlar, dalgalar halinde bu hizmetlere destek yarışına girmiş bulunuyorlar.

Yine de Hocaefendi ve tavsiye ettiği hizmetler haber ve araştırma konusu yapılacaksa ilk şart iyi niyet ve objektif yaklaşımdır. Tek başına bir insanin 2.5 yıl Edirne'de cami penceresinde yatarak, daha nice meşakkat ve çile ile sürdürdüğü gayretlerin bugün 52 ülkede uluslararası başarılarda imzaları bulunan eğitim hizmetleriyle taçlanmasının sosyolojik ve tarihi bir değerlendirmesi mutlaka yapılmalıdır.

Hayatı, hizmetleri ortada olan böyle zatların Türk milleti olarak kıymetini bilmeli, onlara destek vermeli ve en önemlisi onları üzmekten çekinmeliyiz.

Doğrusu budur.