1908'den Abant Bildirgesi'ne

90 yıl önce yarın, bir perşembe günüdür: 23 Temmuz 1908. Aslında, yüzyıldan bu tarafa uğradığımız hürriyet ve demokrasi iskelelerinden bir yenisine yanaştığımız gündür.

İkinci Meşrutiyet o gün ilan edilmiştir. Gazetelere gönderilen hükümet tebliği, Parlamento'yu toplantıya davet etmiştir. Ama baskı altında acilmiş bir Parlamento'dur bu. İttihat ve Terakki, Selanik ve Manastır'da devlete başkaldırmıştır. Hürriyet ve insan hakları edebiyatı ile halk bir kere daha kandırılmıştır. Sanılmıştır ki bu ilan ile devlete başkaldıran Rum, Ermeni, Bulgar, Arnavut isyanları bastırılacak, diş ülkeler baskılarını azaltacaklar ve diğer unsurlar da devletle kaynaşacaklardır. Böyle sanan bizizdir sadece. Bati; bölme, parçalama ve yağmalama planının bir aşamasına daha ulaşmıştır. Oysa o zaman da, aynen bugün olduğu gibi devleti ve müesseselerini tarif edebilmek ve tanımaktan acizizdir.

Meşrutiyet ilan edilsin demişizdir. Hürriyet, Meclis'i açmakla kendiliğinden gelecek sanmış ve elbette aldanmışızdır. Adına devlet denen varlığın nitelikleri nelerdir? Devletle halk, yani kişiler arasındaki münasebetin sınırları nedir? Devlet hangi müesseselere neden muhtaçtır? Halk ibadet hakkini, kendisine yol seçimini, yasama tarzını nasıl ve hangi ölçüde benimseyecektir? Ben sonuçlara bakarak, 90 sene önce de bu soruları cevaplamadığımız kanaatindeyim. Siz, sevgili okuyucular bu sorulara cevap verdiğimize inanıyor musunuz? Ben o zamandan bu tarafa yasadığımız tecrübeleri inceliyorum da bir mutlu merhaleye tanık oluyorum: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın Abant Beyannamesi... Gerçekten devlet ve milletin varlık sebeplerine, son devir ve dönemlerde bile, bu derece vukuf ve ciddiyetle temas edilmemişti. Bu nedenledir ki buğun devlet varlığı üzerinde hala anlamsız ve tehditkar tartışmalardan kurtulabilmiş değilizdir.

Devleti tanıyabilmek için bünyesini teşhis şarttır. Yapmamışızdır. Abant Beyannamesi bu esasi hatırlatıyor. Laiklik ve anti laiklik tartışmaları körebe oyununa dönmüşe benzer. Laiklik nedir ki, aleyhinde olmayı suç sayacaksınız? Bu sütunda kaç kere yazdım. Dünya Ceza Hukuku'nda tarif edilmemiş bir fiil için dava acılamaz, esasi vardır. Biz sadece laikliği değil manevi değerlerin de ne olduklarını tarif etmemişizdir. Ama siyasi iradenin ve baskının neticesinde nice huzursuzluklar peydahlanmış, nice insanlar ve kitleler perişan edilmişlerdir. Abant Beyannamesi'nin bu husustaki teşhisleri hakikaten sosyal tarihimizin bir seher müjdesidir.

Devletle halk ilişkileri devlet kudretinin azametini ifade ediyorsa (ki öyledir), o halde kişilerin özgürlükleri zaten devleti savunan hususları ihtiva eder.

Devlet korkarak bina edilmez, Allah'ın yarattığı insandan, devlete itaatini ve başkasının hakkına saygıyı bekleyecekseniz, insanlara tabii ve İlahi hukukta doğan haklarını da korkmadan verecek ve siyasi korku ve tereddütlerle bu haklara müdahale etmeyeceksiniz. İslam tarihinin daha ilk yıllarında belirlenen temel haklar bugün bütün gelişmiş anayasaların ve insan hakları beyannamelerinin temelidir. İslam, aklın olduğu yerde yeşerir. Bugün korkulara kapılarak devleti de, halkı da ve hatta kendilerini de karanlığa mahkum etmek niye? Abant Bildirgesi bu 22 Temmuz günü bir bakıma sentez ve antitezlerin ciddi bir platformda, akıl, mantık ve tartışma adabına uygun olarak benimsenmesinin ne mutlu ufukların habercisi olacağını da göstermektedir. Dediğim gibi, özlenen bir anayasa hukuku niteliğindeki bu beyannameyi incelemeye devam edelim.