Hukuk Devletinden Manzaralar Ve Sezer'in İlla Da Hukuk Demesinin Anlamı
Hepsi de kamuoyunun gözü önünde olan, kimisi ticaret yapan, kimisi spor salonu işleten, kimisi bir zamanlar gazetecilik yapmış kişiler apar topar gözaltına alındı.
Tevhid-Selâm Örgütü diye bir oluşumdan söz ediliyordu.
Yakalanan kişilerin "Uğur Mumcu katilliği" ise Yusuf Karakuş adlı birinin itiraflarına dayandırılıyordu.
Hatta Mumcu sokağında tatbikatlar bile yaptırıldı.
Bir yandan soruşturmayla ilgili basına yasaklar getirildiği söylenirken, diğer yandan her gün çarşaf çarşaf itiraflar yayınlanıyordu gazetelerde.
Sonra birdenbire yakalanan kişilerin Mumcu suikastiyle bir ilgileri olmadığı, Ferhan Özmen adında birinin bütün cinayetleri işlediği ve üstlendiği söylendi.
Hatta DGM Savcısı Hamza Keleş, Mumcu operasyonu çerçevesinde ilk yakalanan kişileri sorgulayan polisler hakkında suç duyurusunda bulunacağını söyledi.
Yine aynı dönemde başta Bursa olmak üzere yurdun dört bir yanında Umut operasyonu çerçevesinde yan operasyonlar yapıldı, yüzlerce insan gözaltına alındı, sonra bunların "Mumcu suikastiyle ilgilerine rastlanamadığı" duyuruldu kamuoyuna.
Bir kısmı serbest bırakılırken, bir kısmı hakkında da "Mumcu suikastiyle ilgileri yok, ama irticai faaliyetler içerisindeler" denilerek 312. madde kapsamında davalar açıldı.
Ferhan Özmen'in basında yer alan ve Uğur Mumcu'dan Muammer Aksoy'a, Bahriye Üçok'tan Ahmet Taner Kışlalı'ya kadar bir dizi karanlık cinayeti işlediğine dair itirafları da, kamuoyuna inandırıcı gelmedi.
Başta teröre kurban gitmiş kişilerin yakınları, örneğin Muammer Aksoy'un oğlu, cinayetin itiraflarda belirtildiği şekilde işlenmediğini uzun uzun anlattılar.
Bu yazıya oturduğum saatlerde CNN Türk'ten izlediğim kadarıyla, dünkü mahkemede zanlıların tümü de ifadelerinin işkence altında alındığını söylemişler ve her zanlı uğradığı işkenceleri anlatıyormuş hakimlere.
Türkiye'de, 90'lı yıllardan itibaren özellikle Doğu ve Güneydoğu'da binlerce faili meçhul cinayetin işlendiği ve bunun bir hukuk devleti için taşınması zor bir töhmet olduğu bir gerçek.
Yakın zamanda hükümetin, özellikle AB çevrelerine, "Türkiye safralarını temizliyor" görüntüsü vermek için çeşitli atraksiyonlar sergilemeye çalıştığını da gördük.
Ancak, zihinleri ambeleye çeviren böylesi birkaç operasyonla, karanlık bir dönemin sırlarının aydınlatıldığını, artık faili meçhul cinayet kalmadığını iddiaya kalkışmak, "zevahiri kurtarma girişimleri" olarak değerlendirilmekten kurtulamayacak gibi görünüyor.
Bir hukuk devletinde yargı kararları elbette herkesi bağlar.
Bağlamalıdır.
Ancak başta faili meçhuller olmak üzere JİTEM, Susurluk, Yeşil vb. konulardaki yargısal işleyişin niye kamuoyunun çok geniş bir kesimini tatminden uzak bir umutsuzluğa sevkettiği de uzun uzun düşünülmeli değil midir?
Başta yargının en tepesindeki kişilerin "yargının bağımsızlığı" noktasında yığınla eksikliklerle malul olduğumuzu itiraf etmeleri anlamlı değil mi?
Alın işte bugünlerde tartışılan bir başka konu:
Fethullah Gülen'in çete kurarak devleti ele geçirmek istediği iddiaları ve bu bağlamda Nuh Mete Yüksel'in yoğun gayretleriyle Gülen hakkında verilen gıyabi tutuklama kararı!
Aslında Gülen'in yaptığına devleti ele geçirmekten çok "dünyayı ele geçirmek" de denilebilirdi; çünkü onun öncülüğünde yüzlerce ülkede yüzlerce okullar açıldı!
Konjonktüre göre Gülen Hocaefendi, kâh hoşgörünün, ılımlı Müslümanlığın temsilcisi olarak görülüp "yaramazlık" yapanlara emsal gösterilen ve konuşma yaptığı mahfillere başbakanların, cumhurbaşkanlarının icabet ettiği bir dini kanaat önderi, kâh ise devleti ele geçirmeye çalışan bir çetecibaşı!
Böylesine bir ülke yeryüzünde kaldı mı acep?
Şimdi...
Ülkenin genel manzarasına baktıktan sonra, Cumhurbaşkanı Sayın Sezer'in "illa da hukuk" demesinin ne derin anlamlar içerdiği daha iyi anlaşılmıyor mu?
- tarihinde hazırlandı.